ÖFKE/ PHİLİP ROTH/ MAYIS 2022'DEN KİTABIMIZ/ HAVALI OKURLAR
KİTAP HAKKINDA
1951’de, Kore Savaşı’nın ikinci yılında itaatkâr ve duygusal
bir delikanlı olan Marcus Messner ailesinin tek çocuğudur. Bu genç Yahudi,
koşer bir mahalle kasabı işleten halim selim bir adamın oğludur. Her köşede
oğlunu beklediğini düşündüğü tehlikeler yüzünden çılgına dönen babasından
kaçmak için ailesinin yaşadığı New Jersey’den uzakta bir taşra üniversitesini
tercih eder.
Ohio’daki Winesburg Üniversitesi’nde daha önce
karşılaşmadığı türden akranlarının, her hareketini gözlemleyen öğretmenlerin ve
zorunlu şapel ziyaretlerinin dünyasıyla tanışan Marcus’u en çok
heyecanlandıran, kendisi gibi arzuları olan genç bir kadındır.
Philip Roth, büyük övgü toplayan romanı Öfke’de,
adabımuaşeret kuralları arasında boğulan insan ruhunu, ezilen arzuyu ve
belleğin tutsak edebilme gücünü anlatırken, düzenin genç insanları nasıl
hoyratça kullandığını bir kez daha hatırlatıyor.
Öfke Roth’un romanları arasında iskeleti en güçlü kurulmuş
olanlardan ve anlatıcının işlevselliğinin, yazarın yön değiştirmelerinin
görülebileceği en iyi örneklerden biri. Tam da romanın nereye gittiğini
anladığınızı düşündüğünüz neredeyse her seferde, Roth yolu değiştiriyor, öyle
ki tüm kitap zikzaklardan oluşan bir planla yazılmış gibi…
Tibor Fischer, The Telegraph
(Tanıtım Bülteninden)
PHILIP ROTH KİMDİR?
Philip Milton Roth (Doğum: 19 Mart 1933, New Jersey, ABD –
Ölüm: 22 Mayıs 2018, Manhattan, New York, ABD, 85 yaşında) Amerikalı yazar.
Kitaplarında çoğunlukla Yahudi karakterler ve anti-Semitizm
(Yahudi karşıtlığı) konularını işlemesiyle tanınır.
Güle Güle Columbus (1959) romanıyla, Ulusal Kitap Ödülü’nü
kazandı. 1969 yılında “Portnoy’un Feryadı” ile büyük bir şöhret kazandı…
Başlıca Eserleri:
Güle Güle Columbus (1959)
Portnoy’un Feryadı (1969)
Bir İnsan Olarak Hayatım (1974)
Pastoral Amerika (1997)
Herkes (2006)
Aldatma
Nemesis
Bir Komünistle Evlendim
Sokaktaki Adam
Öfke
KİTAPTAN ALINTILAR
"Dünyayı zekâyla fethedin, der Russell, dünya üzerinde
yaşamanın bir sonucu olan korkulara köle olarak değil."
“Ölümün sonsuz bir hiçlik değil de, ebediyete kadar
hafızanın kendi üzerine düşünmesi olduğunu bilseydim ölüm daha az korkutucu
olur muydu? Ama belki de bu daimi hatırlama, unutmaya götüren adım.”
“Duyguları bir insanın yaşamının en büyük sorunu olabilir.
Duyguların seni
kandırabilir.”
“İnsanın en alelade, en önemsiz ve hatta gülünç seçimleri,
korkunç ve anlaşılmaz biçimde oransız sonuçlara yol açabilir.”
"...tarih hiçbir zaman arkaplan değildir - tarih,
sahnenin ta kendisidir! Ve sizler de sahnenin üzerindesiniz! İçinde yaşadığınız
zamana dair berbat cehaletiniz ne kadar mide bulandırıcı!"
"... başka insanların gücü gibi zayıflığı da seni
mahvedebilir. Zayıf insanlar zararsız değildir. Zayıflıkları onların güçleri
olabilir."
"Bana nasıl davranmam gerektiğini öğretecek profesyonel
ahlakçıların vaazlarına ihtiyacım yok."
“İşte işin bu bölümünden nefret ediyordum. Mide bulandırıcı
ve iğrençti ama yapılması gerekiyordu. Babamın bana öğrettiği, ondan seve seve
öğrendiğim şey buydu: Yapman gerekeni yapardın.”
“Kanıtlanması imkansız, kesinlikle akla yatkın olmayan ve
benim nazarımda yetişkinlerin anlattığı çocuk masallarından farksız, Noel
Baba'ya inanmak kadar mesnetsiz inançlara itibar etmeden de ahlaklı bir yaşam
sürdürebilecek durumdayım.”
"Ölümün sonsuz bir hiçlik değil de, ebediyete kadar
hafızanın kendi üzerine düşünmesi olduğunu bilseydim ölüm daha az korkutucu
olur muydu?"
“Ve yargılamanın sonu yok, ama tanrısal bir varlık değil de,
yapıp ettiklerinizi sürekli bıktırıcı halde yargılayan, kendiniz...”
YORUMLARIMIZ
Kurgu baskıcı bir babanın hışmından başka bir şehre taşınan genç bir öğrenci üzerinden ilerler. İlk sayfalarda gencin çoktan ölmüş olduğunu hikayenin onun gözleri önünden geçen yaşam şeridinden bir kesit olduğunu öğreniyoruz.
Ana karakterimiz Marcus Messner‘ın hayatının bir kısmına ortak oluyoruz. Koşer kasap bir babanın oğlu. 1950 yılında Robert Treat Üniversitesi’ne kaydını yaptırmasıyla başlıyor. Kore Savaşı’nın patlak verdiği bu yıl Marcus için aslında bir evden kaçış yılı. Babasının kısıtlamalarına ve tavırlarına daha fazla dayanamayan Marcus kendini küçük bir üniversitede buluyor. Ama şans yüzüne orada da pek gülmüyor. Yahudi olan ve okulun Hristiyan inanışına göre her hafta verdiği vaazlara katılma zorunluluğu, üstüne oda arkadaşlarıyla anlaşamaması, düzen delisi bir dekan Marcus’u iyice çileden çıkartacak duruma getiriyor. Üstelik aşık olduğu kız (Olivia Hutton) hakkında bilmedikleri, bildikleri, sonu. Vaazlara katılma zorunluluğu ve kendisinin Tanrı’ya inanmaması da bu zorlama ayinlerden kaçmak için her fırsatı değerlendirip başına daha çok iş açmasına neden oluyor. Yaşamının en güzel zamanlarında düzenin kurbanı olmuştur. 1950’li yılların kurallarına boyun eğen insanlarını, arzularını hoyratça yok sayan düzenin genç insanları nasıl hor gördüğünü anlatan bir Philip Roth romanıdır.
Bir yerden sonra babanın kaygıları Marcus'un da kaygılarının oluyor. "Korku acaba bulaşıcı bir şey mi?" diye düşündük. Marcus artık bütün hareketlerini ve adımlarını tedirginlikle atıyor çünkü okuldan atılırsa Kore savaşına gidecek ve savaşta ölecek. Kitabı okurken histerik, sinir krizleri eşliğinde öfkeler beklerken, rutine bindirilmiş ve sıkışmış/sıkıştırılmış öfke görüyoruz. Kitapta dönemin siyasi ortamının karakterler üzerinde nasıl izler bıraktığını da görüyoruz.
Keyifli okumalar/ Havalı okurlar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder