11 Mayıs 2023 Perşembe

 

MIVVEL/ BEDİ GÜMÜŞLÜ/ EKİM 2021'DEN KİTABIMIZ/ HAVALI OKURLAR




KİTAP HAKKINDA

Mıvvel, polisiye örgüsü olan, Ankara`dan Antakya`ya, Suriye`den İstanbul`a uzanan politik bir roman. Bedi Gümüşlü`ye 2010 Everest İlk Roman Ödülü`nü kazandıran Mıvvel, öğretim görevlisi Nebil`in kimliği belirsiz bir kişi tarafından Ankara`da öldürülmesiyle başlıyor. Bir yandan Nebil`in geçliğindeki sol bir örgütle ilişkisi, 70`li yılların eylemci gençliği irdelenirken, bir yandan da gizemli cinayetin nedenine doğru adım adım yaklaşılıyor. Sürpriz finaliyle soluk soluğa okunan tempolu bir roman Mıvvel.

Herkesleşmeyenlerin Hüzünlü Öyküsü: Mıvvel

Yusuf Çopur, “Mıvvel”in yazarı Bedi Gümüşlü ile konuştu.

Everest Yayınları artık geleneksel hale getirdiği “İlk Roman Yarışması”yla edebiyat dünyamıza yeni değerler katmaya devam ediyor. Müge İplikçi, Semih Gümüş, Erendiz Atasü, İnci Aral ve Cemil Kavukçu’dan oluşan seçici kurul bu yıl Bedi Gümüşlü’nün Mıvvel (Arapça, uzun hava demek) adlı romanını birinciliğe layık gördü. Bedi Gümüşlü’yle ilk romanı Mıvvel hakkında konuştuk.

 

Bu sizin ilk romanınız. Mıvvel'in yazılış öyküsünden bahseder misiniz?

Yaşadığımız ülkede son otuz-kırk yılda ortaya çıkan ekonomik ve sosyal şartlara direnemeyerek çözülen “feodal” bir ailenin perspektifinden bugünün kapitalist ilişkilerinin acımasızlığını yazmayı düşündüm uzun zaman. Bu belki doğduğum ve büyüdüğüm yer olan Antakya’da tanık olduğum, beni etkileyen bir olgu. Uzun zamandır hikâye yazıyorum ve hikâyelerimdeki sıradan, yenik insanlar temasının öğelerinden biri de buydu. Mıvvel, bu tema ile toplumu değiştirmek üzere yola çıkan insanların hissettiklerini anlama çabasının birleşmesiyle oluştu belki. Bu haliyle Mıvvel, bana kalırsa, ülkemizin son yirmi beş-otuz yılında kapitalizmin ekonomi dünyası kadar sosyal alandaki insan ilişkilerine sızmasının toplumu değiştirmek isteyenler ve diğer herkesin üzerindeki etkilerini, yarattığı tahribatı anlamaya çalışıyor. Başta kafamda iki cümle vardı sadece; ikisi de romanda geçiyor zaten. Biri, artık sadece hasta yaşlıların ölümü beklediği eski bir ağa evinin bir üyesinin, evin duvarına kazma sallarken, “bu hastane eskidi, yıkıp yenisini yapacağım” deyişi, diğeri ise, büyük bir şehirde, gelip geçen insanların umursamadığı bir gösterici topluluğunun yalnızlığına bakarak, “bu insanların da var olması gerek” diyen bir genç kızın cümlesi.  Önce bu iki cümleyi söyleyecek karakterleri yazdım, diğerleri bunun ardından geldi ve roman iki yılda bitti.

 

“Elimde silah varsa ben artık ben değilim.” Belki de kitabın cümlesi bu. Biraz açar mısınız?

Bu tespite katılıyorum, ama belki bu cümlenin yanına, sevgin fedakârlık taşıyorsa sevgidir ve hayatı ancak böyle bir sevgi ile değiştirebilirsin, cümlesi de eklenmeli. İlk cümleyi açmak gerekirse,  hayatı daha iyiye daha güzele doğru değiştirmek isteyenlerin nasıl yol alması gerektiği ile ilgili de düşünmelerinin önemini vurgulamaya çalışıyor. Öldürmek eylemi üzerine kurulan bir dünya nasıl mutlu bir dünya olabilir? Başkalarını mutsuz ederek nasıl mutlu olunabilir? Bunları da soruyor bence.

 

Âşık olanların gözünden siyasete, geleceğe daha geniş bir ifadeyle hayata bir bakış var kitapta. Günümüzde bu bakış açısına “nostaljik” deniliyor. Ne dersiniz?

İnsanın en zayıf olduğu zaman âşık olduğu zamandır belki; kendini en az saklayabildiği, hatta bazen saklama ihtiyacı bile duymayabileceği, maskesini takmayı unuttuğu veya takmak istemediği. O aynadan kırılarak yansıyan gerçeklik parçaları hayatın anlamı üzerinde fikir verebilir bence. Çünkü gündelik hayatın içinde ölümsüzmüş gibi koşuşturan insanın arkaik anlamdaki gerçek insana çok uzak olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden insana insan olduğunu hatırlatmayı önemsiyorum; insanın ne kadar güçlü-güçsüz, cesur-korkak, iyi-kötü vb. olabileceğini. Hayata aşkın, sevginin perspektifinden bakmak ise “nostaljik” bulunmamalı, belki uzak, ama olması gereken bir şey gözüyle bakılmalı. Çünkü etrafımız ilkel çağlardaki insanın aksine neredeyse ölümsüz eşyalarla, makinelerle dolu olsa da insan olduğumuzu hatırlamalıyız; ölümlü, zayıf, başkalarına, sevilmeye muhtaç olduğumuzu…

 

Mıvvel'de kadın karakterler daha görünür ve daha güçlü. Aşkı, belki hayatı kadınlarla mı ya da kadınları aşkla mı anlatmak istediniz?

Bunun fark edilmesi beni mutlu etti. Öyle, çünkü sadece aşkı değil, hayatın tümünü kadınları ön plana alarak anlatmak daha doğru geliyor. Bu erkeğin önemsiz olduğunu göstermiyor aslında, belki taşıdığı fiziksel güce oranla duygusal açıdan daha zayıf olmasının bir sonucu. Bu konuda aklıma Sadi’nin dizeleri geliyor, hani İran sarayında bir zamanlar sultanın gözdelerinden iken, zamanla unutulan Cihan Hatun’un, bir gün hamamda yıkanırken, gönlünü almak için kendisine bir topak toprak atan sultana, isminin dünya anlamına geldiğini hatırlatarak, “Cihan akan bir kaşanedir ki, boşunadır onu bir toprak parçasıyla onarmaya çalışmanız” deyişi… Dizeleri yazan erkek olsa bile, bu sözler ancak bir kadına söyletilebilirdi bence. Çünkü erkek için, diyelim ki bu örnekte olduğu gibi,  birini kırdıktan sonra gönlünü almak o kadar basit ve mekanik bir şeydir ki. Belki kadınları anlamak erkekleri anlamaktan daha güç. Mıvvel’de kadın karakterler erkeklerden daha çok acı çekmiyor belki, ama daha hüzünlü gibiler, bu onların daha karmaşık oluşundan kaynaklanıyor; bence hayatta da böyle. 

 

Eserinizde mekânlar adeta karakterlerin ruhuna bürünmüş. Mekânların, eşyaların da ruhu geziniyor satır aralarında. Okur, mekânlarla tanıyor kahramanları, onların kokularıyla, eşyalarıyla…

 

Mekânlar, eşyalar, renkler, sesler, kokular üzerinde fazlaca durduğumu, çok önemsediğimi söylemeliyim. Çünkü gerçek hayatta insanlar bunlarla birlikte var olur ve eksikliklerinde anlatılanların da eksik kalması kaçınılmazdır. Bence her mekânın, diyelim ki şehirlerin, bir şehirdeki heykellerin, gecekonduların, evlerin, ağaçların söyledikleri, söyleyecekleri vardır insanlara, insanların da onlara.  Bir gün, Ankara’da Yüksel Caddesinde genç bir lise öğrencisinin, yolun kıyısındaki kısa boylu Memur Heykelinin yanından geçerken, heykelin başını sevgiyle okşayarak, “Nasılsın, amca?” diye sorduğuna tanık olmuştum. İnsanın çevresiyle ilişkisinin sadece var olan ve normal olarak açıklanabilecek bir ilişki olmadığını düşünüyorum. Örneğin, romandaki insan mekân ilişkisindeki birçok benzer ayrıntıda olduğu gibi, Gece Kokusu Çiçeğinin kokusunu, Müeyyet ile Necva’nın aşkını anlatan en önemli öğe olduğunu hissettim (veya varsaydım) yazarken. Kelimelerle bunu hissettirmeye çalışmak ise benim için gerekli bir şeydi.

 

Günümüz dünyasının temel sorunlarından biri şiddet. Bu kitapta buna dikkat çekiyorsunuz biraz da. Şiddetin kötülüğünü aşk merkezli bir kurguyla anlatmak nasıl oldu?

Kuşkusuz ki, bir sanat işi olma iddiası taşıyan her ürün gibi bu roman da sadece bazı konularda “iyi mesajlar” vermek üzere yazılmadı. Ama hissedilenler yazılanlara yansıyor doğallıkla. Sonra yazılan veya üretilen her şey belki de Ece Ayhan’ın dediği gibi, konuşmak üzere söz almaktır. Yine de şiddeti aşk ile yargılamaya çalışmadım. Hayatın diğer yanları gibi, onu da aşkın aynasında göstermeyi denedim sadece.

 

Şiddete “aşkla” bakmak ilginç bir bakış açısı…

Evet, aşkın bazı zamanlar taşıyabildiği şiddet ile şiddetin kendisinin birleştiği anlar da vardır. Romanda Suat’ın Şeyda’ya duyduğu hislerin yaralı birine yardım etmeyi engellemesi örneğinde olduğu gibi. Ama sonuçta aşk sevmek üzerine kurulan bir duygu ve onunla şiddeti daha net olarak göstermek de mümkün oldu denebilir.

 

Mıvvel'de farklı olanı, “öteki”ni anlama çabası dikkat çekiyor. Çoğunluktan farklı düşünen, herkesleşmeyen (bunun için “deli” görünen) kahramanların yalnızlık psikolojileri ustaca anlatılmış. “Deli”lik başa bela günümüzde ne dersiniz?

Yazarken psikoloji ve psikolojik rahatsızlıklar üzerinde epey okudum, ama bana bunlardan çok daha fazla, çocukluğumdan bu yana tanıdığım “deliler” yardımcı oldu; sadece farklı oldukları, çoğunluk gibi düşünmedikleri için öyle etiketlenen. Sonra tanıdığım “normaller”; her şeyin en doğrusunu bildiğini sanan ve etrafında kendilerine benzeyen çok sayıda insan olduğu için doğru düşündüğünden bir an olsun kuşku duymayan. Bu durumu romanda yansıtmaya çalıştım gerçekten ve yaşanılanlara bir de “diğerlerinin” perspektifinden bakılsın istedim; var olan hayatın başka bir açıdan yorumlanabileceğini, başka bir boyutunun olabileceğini söyleyebilmek için.

Söyleşiyi Gerçekleştiren: Yusuf Çopur (15 Kasım 2010)

 

 

 

BEDİ GÜMÜŞLÜ KİMDİR?

Antakya'da doğdu. Bedi Gümüşlü, hikâyeleri ile Gila Kohen Öykü Yarışması’nda birincilik, Ümit Kaftancıoğlu Öykü Yarışması’nda mansiyon ödülüne değer görüldü. Mıvvel romanı ile 2010 Everest İlk Roman Ödülü'nü kazandı.

Bedi Gümüşlü'nün senarist yönü, 2016 yılında gösterime giren Defne'nin Bir Mevsimi adlı filmin senaryosunda görülür. Filmde 12 Eylül döneminde Antakya’nın kültürel, etnik ve dinî kozmopolit ortamında meydana gelen değişim anlatılır.

KİTAPTAN ALINTILAR

…” Nereye gideceğini bilmiyorsan bile çok iyi bildiği bir yere, acelen varmış gibi yürümelisin,”…

“O akşam ikinci kez babası geldi aklına, kendisini esen yelden koruyan babası, bu halde olduğunu bilse ne yapardı?”

“Bağırdıkça sloganın sözleri daha da anlamsız geliyordu. İşkenceyi yapanlar da insan olduğuna göre, insanlık onuru kimi yenecekti? İnsanlıktan çıkmış olanları mı yani?”

“Allah’ın cezası bir şey bu kapitalizm yani, olması ve olmaması gereken her yerde var! Böyle bir yayılma özelliği ki… Çarpma işlemi sanki! Nereye baksan karşında!

Ne olacaktı peki? Az buçuk kapitalizm mi olur?”

“Ne oldu peki? İktidara gelenler diğerlerinden farklı ne yaptılar? Yeni mutlu dünyalarında!”

“Her zaman kahramanlarınız olacak, değil mi? Onlarsız olmaz çünkü.”

“Sahi dedi içinden, neden bu kadar acı dolu oluyor bu mıvveller?”

“Aşk insanın içinden bir alev yalımının geçmesi gibidir, ondan sakınamazsın…”

“Alnımın ortasına yazılmış benim ezikliğim, fakirliğim; gözlerimdeki utangaç, korkak, ürkek bakışlarda, titreyen ellerimde.”

“Halanı beğenmediler, Nebil… Ağlama hala. Ben seni çok seviyorum. Ne olur ağlama, sen herkesten güzelsin. Annemden bile!”

“Ben sanat bir şey yapmaz demedim farkındaysanız. Sanat izler ve yansıtır. Ama değiştirmez. Kendiliğinden yapar bunu. Sanatçının asıl yaptığı gerçekliği kendince yorumlamak, yani kendi bakış açısıyla etrafındaki dünyada yaşananlara bakıp yansıtmak ve çalışmalarını izleyenlere, eğer izleyen varsa, bir de bu açıdan bakın, demektir.”

“Gücü eline alan her şeyi kontrol etmeye başlıyor ve geniş halk yığınları buna ses çıkarmıyor.”

“Tanımadığım hiç kimseye düşman değilim. Tanıdıklarımla da silahla savaşmayı canavarlaşmak olarak görüyorum. Hepsi bu.”

“İnsanların kendinden farklı olanı, farklı düşüneni dışlamaları olamaz mı mesela? Öyle bir düzen kurulmuş ve bunu herkes kabul etmiş ki, bu düzende zeki olmamak, fakir olmamak, yeni bir şey söylememek gerek.”

“Deliler birbirini bulur, diye mırıldandı kendi kendine, deliler, manikler, depresifler, sonra bipolarlar, şizofreniler… Boşuna söylememiş Camus ne zor, ne acı şeymiş insan olmak.”

“Ne ise o asalet! Bir bok alabiliyor mu?”

“Uzaktan bakıldığında yan yana parlayan şehir ışıkları altında, yan yana ama birbirlerinden nasıl bu kadar uzak olabiliyordu insanlar?”

“Neden insanlar olduklarından farklı görünmeye çalışır? Açık olmak çok mu zor? Çok mu kötü? Zayıf mı olur insan duygularını açığa vurduğunda? İçinden geçeni hissettirdiğinde? Aslında insanın buna ihtiyacı yok mu?”

“Ölümü, öldürmeyi yöntem olarak seçen insanlar güzel bir dünya kurabilirler miydi?”

“Biliyor musun genç arkadaşım, eski zamanlarda insanlara verilen iki büyük ceza vardı, bir idam, diğeri sürgün. En büyük cezalardan bir insanın doğduğu yerden başka bir yerde yaşamaya zorlanmasıymış ve bugünün insanları bunu seçiyor işte, hem de gönüllü olarak.”

“Doğa ne kadar ustaydı ne kadar mükemmel şeyler yaratıyordu. İnsan dedi bu kusursuz doğada ne kadar eksik ne kadar zavallı bir mahluk!”

YORUMLARIMIZ

Bedi Gümüşlü'yü tanımaktan ve kitabı Mivvel'i okumaktan memnun olduk. Kitabın genel olay kurgusunu, karakterlerini ve mekânlar, eşyalar, renkler, sesler, kokular üzerine tasvirlerini  çok beğendik.  

İnsan; güçlü-güçsüz, cesur-korkak, iyi-kötü, ölümlü, zayıf, başkalarına ve sevilmeye muhtaç.

Keyifli okumalar/ Havalı okurlar


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder