31 Ocak 2025 Cuma

 MATMAZEL NORALİYA'NIN KOLTUĞU/ PEYAMİ SAFA






KİTAP HAKKINDA

Karşılaştığı bir takım olağanüstü olayları benimsediği materyalist ve pozitivist felsefenin ilkeleriyle açıklayamayan, şüphe, tereddüt ve bunalımlar içinde kıvranan Ferit, tıp fakültesini bırakıp felsefe bölümüne geçen fakat içinde bulunduğu mütereddit ruh hali sebebiyle buraya da düzenli olarak gitmeyen bir üniversite öğrencisidir. Ferit, Yüksekkaldırım’da içinde birbirinden garip insanların yaşadığı bir pansiyonda kalmaktadır. Pansiyonda kaldığı altı gün bo­yunca karşılaştığı olağanüstü olaylar ve kız arkadaşı Selma ile arasında geçen tartışmalar, ciddi bir psikolojik bunalımdan geçen Ferit’in durumunu daha da kötüleştirir. Pansiyonda tanıştığı Aziz, bu sıkıntılı günlerinde Ferit’in en büyük destekçisi olur. Teyzesinin gizemli bir şekilde ölümü ile yüklü bir mirasa kavuşan Ferit, yaşadığı travmayı atlatabilmek için Aziz’in tavsiyesiyle Ada’da bir ev kiralar. Bu ev bir yıl önce ölmüş, gizemli bir kadın olan Matmazel Noraliya'ya aittir. Peyami Safa’nın, kaleme aldığı romanları içinde en fazla beğendiğini ifade ettiği romanı Matmazel Noraliya'nın Koltuğu, anlatım tekniği ve olay örgüsü bakımından bütün eleştirmenlerce Türk edebiyatının en ciddi psikolojik romanı olarak kabul edilmektedir.


PEYAMİ SAFA KİMDİR?

Peyami Safa (2 Nisan 1899; Fatihİstanbul - 15 Haziran 1961, Kadıköy), Türk yazar ve gazeteci. Dokuzuncu Hariciye KoğuşuMatmazel Noraliya'nın Koltuğu ve Yalnızız gibi psikolojik türdeki eserleriyle Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında ön plana çıktı. Yaşamı ve fikrî hayatındaki değişimlerini eserlerine de yansıttı. Server Bedi takma adıyla birçok roman kaleme aldı. Cingöz Recai tiplemesini Fransız yazar Maurice Leblanc'ın Arsen Lüpen karakterinden esinlenerek yarattı. Aynı zamanda çeşitli kurumlarda gazetecilik mesleğini sürdürdü ve ağabeyi İlhami Safa ile birlikte Kültür Haftası gibi çeşitli dergiler çıkardı.

Peyami Safa'nın ismini şair Tevfik Fikret koydu. Küçük yaşlarda babasını kaybedince annesi ve ağabeyi ile zor şartlar altında yaşadı. Sağ kolunda kemik veremi hastalığı baş gösterdi. O yıllardaki psikolojisini otobiyografik romanı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nda işledi. İlk edebi ürünlerini Vefa İdadisi'ndeki öğrenimi sırasında verdi. Kısa bir süre öğretmenlik yaptı. "Asrın Hikâyeleri" başlığı altında yayımladığı hikâyeleri ilgi gördü ve teşvik edici tepkiler aldı. Dönemin önemli edebiyatçılarıyla kalem kavgalarına girdi. Yaşamında pozitivistmateryalistmistikmilliyetçimuhafazakârantikomünist ve korporatist tutumlar sergileyerek çeşitli değişimler yaşadı. Fransızca bilmesiyle Batı kültür ve yeniliklerini yakından takip etti. İlk dönemlerinde Maupassant ve Rousseau gibi isimlerden tercümeler yaptı. Sonraki eserlerinde mekân olarak hep İstanbul'u seçti. Doğu ile Batı'nın sentez ve tahlilinden hiçbir zaman vazgeçmedi. Cumhuriyet ve Milliyet gibi gazetelerde eleştirel üslupla yazılar yayımladı. Nâzım Hikmet ve Necip Fazıl Kısakürek ile olan iyi ilişkileri zamanla kalem kavgalarına dönüştü. İlk başta Cumhuriyet Halk Partisi'ne, sonrasında Demokrat Parti'ye yakınlaştı.

Küçük yaşta başladığı yazın hayatını ölümüne kadar sürdürdü. Ağırlıklı olarak milliyetçi ve muhafazakâr bir tutum içinde oldu. Fatih-Harbiye ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı eserleri Türkiye'de Millî Eğitim Bakanlığı tarafından ortaöğretim öğrencilerine tavsiye edilen 100 temel eser listesinde yer aldı. Eserleri çeşitli dönemlerde sinemaya ve dizilere uyarlandı.

Peyami Safa 2 Nisan 1899 tarihinde Gedikpaşa'da doğdu ve ismini Servet-i Fünûn şairlerinden Tevfik Fikret koydu. Babası, Muallim Naci tarafından "anadan doğma şair" olarak anılan ve Trabzon kökenli bir aileye mensup olan İsmail Safa'dır. Annesi ise Server Bedia Hanım'dır. Peyami Safa'nın babası II. Abdülhamid'e muhalif olan isimlerdendir ve Sivas'ta sürgünde iken ailesine maddi anlamda hiçbir şey bırakamadan ölmüştür. Bir buçuk yaşındayken babasını kaybeden Peyami Safa, ağabeyi İlhami Safa ile birlikte annesi tarafından zor şartlarda yetiştirildi. İlköğrenimine devam ettiği yıllarda sağ kolunda kemik veremi ortaya çıktı. Hastalığı yüzünden okula devam edemeyerek kendisini küçük yaşta doktorların, hastaların ve hasta bakıcıların arasında buldu. Bu hastalığın yarattığı tesiri Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı eserinde işledi.

Peyami Safa 1914-1961 yılları arasındaki yazın hayatında kendi imzası dışında Server Bedi, Çömez, Serâzâd, Safiye Peyman ve Bedia Servet gibi takma adlarla süreli yazılar yazmıştır. Peyami Safa'nın toplamda 500'e yakın yazısı bulunmaktadır. Fakat 2017 yılı itibarıyla eksiksiz bir bibliyografyası henüz hazırlanmamıştır. Kendisi edebiyatın hemen hemen her türünde eser vermesine rağmen romanlarıyla ön plana çıkmıştır. Sürdürdüğü yaşamın izleri romanlarına da yansımıştır. Çok küçük yaşlarda babasını ve kardeşini Sivas'ta kaybetmiştir. Sonraki süreçte ise annesi ve ağabeyi İsmail Safa ile birlikte ekonomik zorluklar altında yaşamıştır. Yine çocukluğunda yakalandığı kemik veremi hastalığı onda derin etkiler bırakmıştır. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanında hastane atmosferinin etkisi görülmektedir. Hastalığı yüzünden eğitimine devam edememiş, kendi kendisini yetiştirmek zorunda kalmıştır. Yusuf Ziya Ortaç ve Hilmi Ziya Ülken de onun bu yönüne dikkat çekmiştir. Peyami Safa'nın kültürel gelişiminde ve dolayısıyla romancılığında küçük yaşlarda öğrendiği Fransızcanın da etkisi vardır. Yalnızız romanında Meral ve Feriha karakterleri arasındaki ilişki buna örnek verilebilir. Yine yabancı dil bilmesiyle Batı kültürünü de yakından tanıma fırsatı bulmuş; ilk yazılarının bir kısmı MaupassantFrançois de La Rochefoucauld ve Jean-Jacques Rousseau'dan yaptığı tercümeler olmuştur.

Peyami Safa'nın 1918'den beri kaleme aldığı yazılarındaki konular günümüzde hâlen daha tartışılmaktadır. Çeşitli gazete ve dergilerde tartışma, savunma ve izahat gibi başlıklarla eğitim-öğretim, Cumhuriyet devrimleri, doğuluk, batıcılık, kültür, medeniyet, kozmopolitlik-milliyetçilik karşıtlığı, modernizm, sanat, felsefe, tenkit ve edebi akımlar gibi konularda düşünceleri açıklamıştır. Düşünceleri sebebiyle genel olarak Cumhuriyet devrimlerinin, millî hassasiyetlerin ve geleceğin savunucusu olarak görülmüştür. Arkadaşı Mustafa Şekip Tunç'a göre Peyami Safa'nın karşılaştığı zorluklar onu bir yandan terbiye etmiş, bir yandan da yazmaya teşvik etmiştir. Şükran Kurdakul ise Peyami Safa'nın düşünce yapısındaki değişimlere dikkat çekerek onun zamanında Nâzım Hikmet'le beraber eski ve gelenekçi edebiyat kuşağını tasfiye etmeye çalıştığını ifade etmiştir. Aynı zamanda Kurdakul, Peyami Safa'nın sosyolojik düşüncelerinde Durkheim'e yakın olduğunu ve faşist düşüncelerin II. Dünya Savaşı sonrasında yıkılmasından sonra da mistisizme yöneldiğini kaydetmiştir.


KİTAPTAN ALINTILAR

“Deli ol, âşık olma…”

“Deliliğin hiç olmazsa mazisi şanlı. Aptallığın şerefli bir tarihi bile yok…”

“İrade istemektir…”

"Adaletin ölçüsü, ehliyet ve liyakattir."

"On cahili dokuz alime tercih eden bir sistemde, bilginin demagojiye mağlup olmasına şaşar mısınız?.. "

"Kendi merkezi etrafında hergün biraz daha süratle dönmekten başka bir şey yapmayan insan, atlı karıncada gözlerini kapayan çocuğun kilometrelerce uzaklara gitmesi hayaline benzer bir ilerleme vehmi içindedir..."

"Şimdi dünyadaki bütün kitapları beyninizde sıkınız ve bana, bir damla bir damla aydınlık sürünüz."

"Bir kahkahanın halletmediği hiç bir mesele yoktur. Gözünü oyarlarken bile bir kahkaha at, acı duymazsın, Gül ve geç."

"İnsan hür doğmaz. Eğer kendi ben'i ile mücadeleye başlayan bir irade destanının kahramanı değilse, eğer kendi nefsine galebeden ve kendi ihtiraslarına hakimiyetten başlayan bir hürleşmeye doğru merhale merhale yol almıyorsa, eğer hürriyeti şahsiyetiyle beraber gelişmiyorsa, insan, en hür nizam içinde hür değildir. Doğarken hürriyetimize de, şahsiyetimize de sahip olamayız. İkisini de, yaşadıkça ve liyakatimiz nispetinde kazanırız.. "

"Artık yalnızım, yalnız, yalnız... Ucu bucağı görünmeyen okyanusların karanlık dalgaları üzerinde avare yüzen bir çöp gibi yalnız..."

"Nasıl biz hislerimizin uşakları, nasıl onların kölesi oluyoruz?"

"Biz kovalayanı beğeniyor, fakat kovalananı seviyoruz."

"Benim bu kadar ağır kederleri taşıyabileceğim çok şüphelidir."

"Kaçtım insanlardan. Her şeyi sildim. Ruhumun dibine indim."

"Yüzümüze gülüyor, fakat kuyumuzu kazıyorlar."

"Bu dünyada kendisini iyiliğe ve güzelliğe veren bir tek kişi de kalsa, evler, memleketler ve insanlar yine bahtiyar olur."

"..unutma, dedi, ne zaman ki sıkıntıdasın, ..

derin bir nefes al, içinden tut nefesini, yüreğinden bir kere, ama yüreğinden, sözüme dikkat et, yüreğinden, yüreğinden anladın mı, yüreğinden bir kere“Allahım” deyiver, sonra nefesini birden koyuver. Anladın mı?"

“Ne arzu eyledimse aksi oldu. Bunda bir hikmet vardır ve bundaki hikmet bendeki arzuyu öldürmek değilse nedir?”

"Ne garip ruhum var. Deli değilim ben, deli kadar basit değilim. Neyim öyleyse?"


YORUMLARIMIZ

Peyami Safa Matmazel Noraliya'nın Koltuğunu yazmaya 1944 yılında Büyükada'da karar verir. Noraliya ( Nuriye) ile 1930'ların başında Büyükada'da tanışır. Babası Türk, fakat yabancı bir aile çevresinde büyümüş, çok iyi Türkçe ve Fransızca konuşan seksen yaşında bir kadındır. Bir köşkte kendi başına, insanlardan tiksinerek inzivaya çekilerek yaşamaktadır. Peyami'yle tanıştığında tek emeli vardır: Madendeki mezarlıkta çiçeklerini kendi elleriyle büyüttüğü mezara defnedilmek. Matmazel Noraliya aslında aydınlık ve sıcak ruhlu bir insandır. Fevkalade güzel konuşma tarzı ve kültürüyle Peyami'yi etkisi altına almıştır. Ve yazmaya koyulur; niyeti bütün tecrübesini konuşturarak en önemli romanını yazmaktır. Bu roman hem klasik romanın temellerini muhafaza etmeli hem de yepyeni bir teknik ve anlayış getirmelidir.

"Matmazel Noraliya'nın Koltuğu/ Peyami Safa'nın kitabının tanıtım konuşmasından;
Bu kitapta bu zamana kadar dünyada yapılmamış bir yenilik vardır. Bu romanda romancı tarafsızdır. Kendi görüşüyle tasvir yapmaz. Tahliller kendi fikirleri değildir. Romancı, roman ile okuyucu arasına girmez. Okuyucuyu romanın hayatıyla baş başa bırakır. Üçüncü şahısla yazılan bu roman tekniğinin dünya ve Türk edebiyatında başka bir örneği yoktur."
"Yansıtıcı" yöntem Peyami Safa'nın Türk edebiyatına biçim yönünden kazandırdığı yeni bir tekniktir. Yansıtıcı romanda, kurmaca içerikteki her öğe akıl ve mantık ölçülerine uygundur. Bu yüzden nesnel gerçekliğin şartlarına ters düşmez. Gerçeklik okurun zihni tarafından inkar edilemez. İçinde yaşanmamış, gidilmemiş, görülmemiş mekanlar, şehirler, binalar, giyilmemiş giysiler gerek aynı çağa gerekse geçmiş zamanlara özgü olsunlar aşinalık taşırlar.

Peyami Safa'nın olgun eserlerinden biri olan Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, adlı roman konusu, mesajı ve psikolojik ve sosyolojik tahlilleri ile sahasında önemli romanlarımız arasında sayılmaktadır. Parapsikolojik ve metapsişik olaylar, polisiye roman tecrübesiyle birleşince okuyucunun dikkatini sürekli uyanık tutmayı başarmıştır.

Romanda madde ve mana karşısında; cemiyetle kendi ruh dünyası arasında çatışma içerisinde bulunan aydının bir senteze ulaşarak olgunlaşması konusu ele alınmıştır. Kâinat ve bu kâinatta bulunan varlıkların sırrına vakıf olma gayreti; kâinatta var olan mahlukatın, yaratılış gayesi ve gayenin insanı zorlayan sırları ana fikri etrafında kurgulanmış olan romanın ana kahramanı Ferit’tir. Ferit, ince ruhlu, itikadı zayıf hariciye memuru bir baba ile yarı sanatkâr, yarı deli, erkek düşkünü, veremli ve veremden iki yetişkin kızını kaybetmiş, ayyaş, kokainman, Paris`de okuduğu için kültürlü, genç yaşında ölmüş. bir ananın oğludur.
Ferit, Tıp fakültesini bırakmış, felsefe tahsiline başlamıştır. Bu yüzden, insanı psikolojik ve fizyolojik bakımdan tanımıştır. Tedavisine çalışmakla beraber kendi hastalıklarını da tehir etmektedir. Ciğerlerinden rahatsızdır. Megaloman ve psikopattır. Aynı zamanda bir de temizlik hastalığı vardır.

 Romanın merkez kahramanı Ferit’tir. Diğer şahıslar onun etrafında üç gruba ayrılır:

Birinci grup: Ferit’in yüksek kaldırımlarında kalmış olduğu pansiyon sakinleri;

İkinci grup: onun arkadaş ve dost kitlesi;

Üçüncü grup: Matmazel Noraliya’nın evindekiler.

Romanda ele alınan zaman itibaridir. 

Psiko-sosyolojik eserlerde görülen en büyük özelliklerden biri de belli bir zaman ve mekân kuralına bağlı kalmayışlarıdır. Peyami Safa, eserinde böyle bir yol takip etmemiştir. Ancak, ara düğümlerle ilgili çözümlemeler yapılırken tarihî zamana yer verilmiştir. Verilen bu zaman anlayışı çok kısa ve gerekli görüldüğü hallerde baş vurulan yol olmuştur. Zaman olarak, gece ve gündüz çok kullanılan kavramlardandır. Romanda geçen vaka, belli bir tarihle sınırlanmamasına rağmen, tahminî olarak, iki veya üç aylık bir süreyi ihtiva etmektedir. Mücerret zaman anlayışını eserlerinde kullanmayı seven Peyami Safa, burada anlayışını sürdürmüştür. Eserde geçen vaka, zaman ve mekân sınırlarının ötesinde olağanüstülüklerle doludur. 

Sirkeci, Beyazıt, Galata, Tarlabaşı, Beyoğlu, Eminefendi, Çağaloğlu, Nuruosmaniye, Beşiktaş, Osmanbey, Kınalı, Bakırköy, Bentler, Maslak, Fulorya, Büyükdere, Şişli ve Büyükada  gibi semt isimleri geçmektedir. 

Eserde genel olarak, Osmanlı’nın son dönemi ile 1949 yılları arasında aydının içine düştüğü bunalımlar dile getirilmiştir. Dar mekân olarak, Pansiyon çevresi görülmekle beraber geniş bir İstanbul çevresiyle de tanırmış oluruz. Genel olarak üç mekândan söz etmek yerinde olur: Kuledibi’ndeki pansiyonun bulunduğu mekân, Ferit’in dışarı çıktığı zaman dolaştığı İstanbul’un çeşitli semt ve sokakları, Büyükada çevresi ve burada ikâmet edilen Matmazel Noraliya’nın evinin bulunduğu mekândır.

Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nun başlangıcı bir ruh tasviriyle başlar. Bu, Ferit’in içinde bulunduğu psikolojik ruh dünyasının tanıtılması şeklindedir. İnsan, kendisinin dışındakilerle kendisi arasındaki tesir alışverişlerinin şekillendiği sosyal bir varlıktır. Bu yüzden, romanın daha ilk sayfasında, ruh dünyasının bir kısmıyla yüz yüze geldiğimiz Ferit, sosyal çevresi ve bu çevre içinde almış olduğu yer itibariyle sosyal bir tiptir. Konuşur gibi yazmaya karşı olan Peyami Safa, geniş ruh tahlillerinde bulunarak, kahramanla çevresi arasındaki ilişkileri ılımlı bir çizgide götürür.

Eserde romantik aşk arayanlar bunu da bulabilirler. Romanda her şeyden önce aranan, kompozisyon mükemmeliyetidir. Romanda aşk vardır. Fakat bu aşk romantik eserlerde olduğu gibi, insan üstü, hayal edilen bir aşk değildir. Bunun yanında inkâr edilen, kayıtsız görülen bunun için kararsızlıklar ve tereddütler içinde bulunulan, gittikçe genişleyen ve kuvvetlenen, fakat hiçbir zaman vakayı bastırmayan ve hayatı aramayan bir aşktır. Ferit’in elinden kaçırdığı sermaye aramak için düştüğü ruh hali vakanın asıl problemi gibi sergilenmektedir. Burada görüleceği gibi aşk ile vaka birbiriyle iç içedir.

Klasik roman tekniğine alışmış olanlar, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu isimli eserde aynı tekniği bulamazlar. Eserin belli bir giriş, gelişme ve sonuç diye isimlendireceğimiz kısımlar kesin çizgilerle bir birinden ayırmak zordur. Yazar, vakasını belli bir noktadan, okuyucu için orijinallik arz eden biçimde başlar. Romana, başlangıcı kuvvetli bir düğümle yapan yazar, ara düğümlerle ana düğümü ustaca desteklemiştir.

Vaka diyalogca zengin bir şekilde sunulmamıştır. Bol bol tahliller ve tespitlerle yüklüdür. Sadece gerekli olduğu zaman diyaloglara yer verilmiştir. Bu da tahlillere imkân hazırlayacak bir şekilde olmuştur.

Eserde mistik bir takım yaklaşımlar olmakla birlikte, psiko-sosyolojik bir eserdir. Yalnız, yazarın İslâm tasavvufu ile, para-psikoloji arasında münasebet kurma gayreti varsa da, bu tam olarak başarılmış sayılamaz. 

Peyami Safa, eserinde sosyal tenkit konusuna temas etmeyi ihmal etmemiştir. 

Peyami Safa, edebiyat dünyasına girişini şöyle ifade eder: “Benim şuurum bir facia atmosferi içinde doğdu. Ben iki yaşımda iken, babam ve kardeşim Sivas’ta on ay içinde öldü. Böyle kısa bir fasılay1a hem kocasını, hem çocuğunu kaybeden bir kadının hıçkırıkları arasında kendimi bulmaya başladım. Belki bütün kitaplarımı dolduran “bir facia beklemek vehmi” ve yaklaşan her ayak sesinde bir tehlike sezmek korkusu böyle bir başlangıcın neticesidir…..İste Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, yukarıdaki izah doğrultusunda ele alınan bir vakadır. Her sayfası bir felsefe kitabının etüt dersi gibi olan bu eser, edebiyattan ziyade felsefe i1e daha çok meşgu1 olmuştur.

Keyifli okumalar/ Demet





















30 Ocak 2025 Perşembe

DOĞAL ROMAN/ GEORGİ GOSPODİNOV/ ARALIK 2024


KİTAP HAKKINDA

Bir romanda nelerden bahsedilmesini beklemeyiz? Tuvaletlerden mesela. Sineklerden. Bitkilerin üreme biçimlerinden. Gündelik hayatın sıradan detaylarından. Bunlar her ne kadar "doğal" şeyler olsalar da romanlara giremeyecek kadar yersiz ya da önemsiz görülürler genelde. Bulgar yazar Georgi Gospodinov ise bütün bu dışlanmış konulara kucak açarak "muzip" bir roman çıkarmış ortaya: "Sineğin bakışını anımsatan çokyönlü bir roman. Ve onun gibi, ayrıntılarla, sıradan gözün görmediği küçücük şeylerle dolu bir roman."

 

Bir boşanmayla başlıyor hikâye: Bir yazar olan anlatıcı, karısından ayrılıyor ve eski hayatıyla birlikte görünüşe göre akılcı benliğini de geride bırakıyor. Kahramanımız dış dünyadan giderek koparken, biz de onun iç dünyasının dolambaçlı dehlizlerine çekiliyoruz. "Doğal" bir romandan bekleneceği üzere, anlatı çizgisel bir doğrultuda değil zikzaklarla ve fragmanlarla ilerliyor; iç içe geçen kurmaca katmanları kimi zaman gerçekliğe göz kırpıyor.

 

"Kendi hayatımızı anlatmanın imkânsızlığı hakkında bir kitap," diyor Gospodinov, Doğal Roman için – ama yaratıcı bir yazarın yapacağı gibi, bu imkânsızlığın içindeki imkânları keşfedip kullanmayı iyi başarıyor.

GEORGİ GOSPODİNOV KİMDİR?

Georgi Gospodinov Georgiev d. 7 Ocak 1968) Bulgar yazar, şair ve oyun yazarıdır. Time Shelter adlı romanı, çevirmen Angela Rodel ile paylaştığı 2023 Uluslararası Booker Ödülü'nün yanı sıra Strega Avrupa Ödülü'nü de aldı. The Physics of Sorrow adlı romanı, Jan Michalski Ödülü ve Angelus Ödülü'nü aldı. Eserleri 25 dile çevrildi.

Gospodinov, Doğu Avrupa'nın yakın geçmişine ve Avrupa ve dünya çapındaki mevcut kaygılara dayanan karmaşık anlatılar yazıyor.  Eserleri genellikle şiiri kurgu ve ironiyle harmanlıyor. The New Yorker'a göre , "Georgi'nin The Physics of Sorrow'daki gerçek arayışı , üzüntüyle yaşamanın bir yolunu bulmak, bunun bir empati ve sağlıklı tereddüt kaynağı olmasına izin vermektir…"

Kişisel yaşam ve eğitim

Gospodinov, 7 Ocak 1968'de Bulgaristan'ın Yambol kentinde doğdu. Sofya Üniversitesi'nde Bulgarca çalışmaları alanında uzmanlaştı. Bulgaristan Bilimler Akademisi'nden Yeni Bulgar Edebiyatı alanında doktora derecesi aldı . [ 6 ] Babası 20 Aralık 2023'te kanserden öldü; Gospodinov'un 2024 tarihli kitabı Bahçıvan ve Ölüm bu deneyime dayanarak yazıldı.

Kariyer

Romanlar

Gospodinov 1990'ların başında şiir yazmaya başladı ve Lapidarium (1992) ve The cherry of a people (1996) adlı iki kitap yayınladı; bu kitaplar memleketi Bulgaristan'da ulusal edebiyat ödülleri aldı. 21 dilde yayınlanan Natural Novel adlı eseriyle uluslararası alanda tanındı. The New Yorker tarafından "anarşik, deneysel bir ilk eser" ve The Guardian tarafından "hem dünyevi hem de entelektüel" olarak tanımlanan roman, komünizm sonrası Bulgaristan'da genç bir yazarın hayatını araştırıyor.

Gospodinov'un 2001 tarihli kısa öykü koleksiyonu And Other Stories, Frank O'Connor Ödülü için uzun listeye alındı ​​ve birçok dile çevrildi. Aynı adlı kısa bir animasyon filmine dönüştürülen "Blind Vaysha" öyküsünü içerir.

2010 yılında yayınlanan Sonsuz Sinek adlı çizgi romanın ortak yazarlığını sanatçı Nikola Toromanov ile birlikte yapmıştır.

İkinci romanı The Physics of Sorrow (2012), 2013 Yılının En İyi Romanı Bulgaristan Ulusal Ödülü'nü kazandı ve birçok dile çevrildi. Frankfurter Allgemeine Zeitung romanı "kesinlikle okunması gereken muhteşem bir eser" olarak övdü. Neue Zurcher Zeitung'a göre "Gospodinov, Physics of Sorrow ile sadece Bulgar edebiyatını değil, kendisini de Avrupa yazarlarının birinci ligine taşıyor." 2014'te romanın İtalyanca baskısı Strega Avrupa Ödülü için kısa listeye alındı; Almanca baskısı Internationaler Literaturpreis – Haus der Kulturen der Welt ve Brücke Berlin Literatur- und Übersetzerpreis için finalist oldu.

İlk kez 2020'de yayınlanan romanı Time Shelter da birçok dile çevrildi. Yazar Olga Tokarczuk tarafından "zaman algımız ve onun geçişi üzerine, ustaca ve tamamen öngörülemez bir üslupla yazılmış en seçkin edebiyat türü" olarak tanımlandı. La Repubblica gazetesi Gospodinov'u "Doğu'dan gelen bir Proust" olarak tanımlarken yazar Sandro Veronesi Time Shelter'ı "güçlü ve parlak bir roman: açık görüşlü, korkutucu, gizemli. Geleceğin çürümüş bir kiriş gibi yol verdiği ve geçmişin bir sel gibi akıp geldiği bir roman" olarak tanımladı . Time Shelter için Gospodinov 2021'de Strega Avrupa Ödülü'ne layık görüldü ve Angela Rodel'in İngilizce çevirisi 2023'te Uluslararası Booker Ödülü'nü aldı.

Filmler

Gospodinov iki kısa metrajlı film için iki senaryo yazdı.  Omelette için yazdığı senaryo 2009 Sundance Film Festivali'nde Onur Ödülü aldı.

Bulgar-Kanadalı film yapımcısı Theodore Ushev'in 2016 yapımı animasyon kısa filmi Blind Vaysha, Gospodinov'un bir kısa hikayesinden uyarlanmıştır. 89. Akademi Ödülleri'nde En İyi Animasyon Kısa Film ödülüne aday gösterilmiştir.  Ushev, 2019 yılında Gospodinov'un eserinin bir başka animasyon kısa film uyarlaması olan The Physics of Sorrow'u yayınlamıştır.

Ödüller ve adaylıklar

Ordre des Arts ve des Lettres , 2024, Chevalier

Uluslararası Booker Ödülü, 2023, kazanan;

Premio Gregor von Rezzori , 2022, finalist;

Strega Avrupa Ödülü, Roma, 2021, kazanan;

Avrupa Edebiyatı Usedom Ödülü, 2021, kazanan;

En İyi Kısa Hikâye Zinklar Ödülü, Danimarka, 2021, kazanan;

Angelus Ödülü, Polonya, 2019, kazanan;

Jan Michalski Edebiyat Ödülü, İsviçre, 2016, kazanan;

Balkanlar'daki edebiyatın gelişimine katkılarından dolayı Prozart Ödülü, Üsküp, 2016, kazanan;

Amerikan PEN Çeviri Ödülü, 2016, finalist;

En İyi Çeviri Kitap Ödülü (BTBA), 2016, finalist;

Strega Avrupa Ödülü, Roma, 2014, finalist;

Premio Gregor von Rezzori , Floransa, 2014, finalist;

Bruecke Berlin Preis, 2014, finalist;

Haus der Kulturen der Welt Literaturpreis, Berlin, 2014, finalist;

Ulusal Edebiyat Ödülü Yılın Bulgar Romanı, 2013, kazanan;

En İyi Kurgu Ödülü Hristo G. Danov, 2012, kazanan;

Sofya Şehri Edebiyat Ödülü, 2012, kazanan;

Helicon Çiçeği Okuyucu Ödülü, 2012, En Çok Satan Kitap.

Onurlar

Kraliyet Edebiyat Derneği Uluslararası Yazar, 2024.

Bibliyografya

Doğal Roman . Çeviren: Hristova, Zornitsa. Londra: Dalkey Arşiv Basını. 2005.ISBN'si 978-1-56478-376-9– İnternet Arşivi aracılığıyla .( Bulgarca : Естествен роман , İngilizce çevirisi: Zornitza Hristova, 2005)

Ve Diğer Hikayeler , 2001 (Bulgarca: И други истории, Alexis Levitin'in İngilizce çevirisi, 2007)

Hikaye Kaçakçısı . Kovacheva, Kristina; Gunn, Dan tarafından çevrilmiştir. Paris ve Londra: Paris Amerikan Üniversitesi Yazarlar ve Çevirmenler Merkezi ve Sylph Editions. 2016.ISBN 978-1-909631-20-5– İnternet Arşivi aracılığıyla .

Kederin Fiziği . Angela Rodel tarafından çevrildi. Rochester, NY: Açık Mektup. 2015.ISBN 978-1-940953-09-0– İnternet Arşivi aracılığıyla . (Bulgarca: Физика на тъгата, İngilizce çevirisi Angela Rodel, 2015)

Zaman Barınağı . 2020.(Bulgarca: Времеубежище; İngilizce çevirisi Angela Rodel tarafından; Fransızca çevirisi Marie Vrinat-Nikolov tarafından yapılmıştır)

Bahçıvan ve Ölüm. 2024. ( Bulgarca : Градинарят и смъртта , romanlaştırılmış :  Gradinaryat i smărtta )

KİTAPTAN ALINTILAR

"Çocukların vatanı yoktur. Onların vatanı çocukluktur."

"İçimde, derinlerde bir şeyler kırıldı. Daha sonra hiçbir şey bana o kadar trajik ve önemli gelmeyecekti."

"Rüyanın çıkışında görünmez bir gümrük vardır, orada her şeye el konur."

"Fazlalık aşk sonra nereye gider, onu silip süpüren kimdir, çöpü kim atar, çöp kutusu nerededir..."

"Karşında sıçan manitanın kokusuna dayanabiliyorsan, eğer tiksinmiyorsan, onun kokusunu kendi kokun gibi kabul ediyorsan, çünkü insan kendi kokusundan tiksinmez, öyle değil mi, demek sen bu kadınla kalabilirsin. Anlıyor musunuz? Buna büyük aşkınız, yegane diğer yarınız, en az birkaç yıl katlanabileceğiniz tek kadın vs. diyebilirsiniz."

"Çocukluğumuzda sevildiğimiz kadar asla sevilmeyeceğiz."

"Kelimeler, anlamı yakalamak için kullanılır, anlam yakalandıktan sonra kelimeler unutulabilir. Keşke kelimeleri unutan birini bulabilsem de onunla muhabbet etsem."

"Her duyduğumuzu tiksinmeden denediğimiz çocukluk yılları… Daha sonraları hayatı bu denli yakından hiç tecrübe etmedik."

"Her ay kanamasına rağmen ölmeyen bir şeye güvenemem.
Erkekler tuvaleti duvar yazısı"


"Bu yıl hayatımda tüm olup bitenlerden sonra, dünyanın ikiye ayrılması, gökyüzünün yerle bir olması veya en azından ozon deliğinin genişlemesi gerekiyordu. Hiç böyle bir şey olmadı."

"Bir gün başka bir romanda bir araya gelme umudumu koruyorum."

"Ama tuvalet duvarı özel bir medyadır. Oradaki yayın farklı bir mutluluk getiriyor. Yoksa insan kendisiyle baş başa kaldığında bazı gizli mekanizmalar mı çalışmaya başlıyor–yazmaya, işaret bırakmaya yönelik temel bir içgüdü gibi. İlkel insanlar tüm mağara resimlerini çömelmiş vaziyette çiziktirmişse hiç şaşırmam.”

"Babalar basit şeylerle ilgilenir, yürümeye ne zaman başladığın gibi şeylerle. Hiç kimse ne zaman düşünmeye başladığını sormuyor."

"Hayatın her saniyesinde upuzun bir ağlayan insan kervanı, bir de daha küçük bir gülen insan kervanı var. Ama üçüncü bir kervan daha var -artık ağlayamayanların ve gülmeyenlerin- ki. Üçü arasında en hüzünlü olan da o."

"Tüm mutlu aileler birbirine benzer, tüm mutsuz aileler ise kendince mutsuzdur."

"Kelime, onu telaffuz eden sesin ağırlığını mı, yoksa onu yazan mürekkebin ağırlığını mı alır?"

"Bir zamanlar Kinks şöyle diyordu: İnsanlar var olduklarını ispatlamak için Birbirlerinin resmini çekiyorlar."

YORUMLARIMIZ

Georgi Gospodinov'un yazdığı "Doğal Roman" hem modern hem de deneysel bir roman olarak edebiyat dünyasında dikkat çeken bir eser. Kitap, postmodern yapısıyla sıradan bir hikâye anlatımından farklılaşıyor ve parçalı bir yapıyla ilerliyor.

Romanın başkahramanı bir yazar ve hikâye, onun boşanma sürecindeki içsel karmaşası ve hayatını yeniden düzenleme çabalarını ele alıyor. Ancak olay örgüsü geleneksel bir düz çizgide ilerlemiyor. Gospodinov, hikâyeyi parçalara ayırarak okuyucuyu hem zihinsel hem de duygusal bir yolculuğa çıkarıyor.

Basit şeylere odaklanarak büyük resimdeki anlamı sorguluyor. Parçalı yapısı, insan hafızasının ve zaman algısının karmaşıklığını yansıtıyor. Yazma eylemi, hikâye anlatımı ve gerçeklik arasında bağlar kuruyor.

"Doğal Roman"ın hem adı hem de içeriği, insanın doğallıktan uzaklaşma sürecine bir eleştiri gibi. Tuvaletler, sinekler gibi genelde göz ardı edilen, hatta konuşulmayan şeyler, insan hayatının çok temel ve doğal parçaları. Ancak modern hayatın steril ve düzenli yapısında bu unsurların rahatsız edici veya kaba bulunması, doğallığımızla olan bağımızın koptuğunu hissettiriyor.

Gospodinov, bu detaylarla aslında insanın kendisiyle yüzleşmesini sağlıyor. Tuvalet gibi özel bir alan, hem biyolojik hem de düşünsel bir mahremiyet alanı. Sinekler ise her yerde olan ama varlığını fark etmediğimiz ya da yok saymaya çalıştığımız bir doğa unsuru. Yazar, bu tür küçük şeyleri merkeze alarak, insan doğasının temel unsurlarını ne kadar unuttuğumuzu ya da bastırdığımızı düşündürüyor.

İnsan doğası gereği çevresine uyum sağlama ve kendi varlığını anlamlandırma çabasında, doğadan bir ölçüde uzaklaşmaya yatkın. Ancak kapitalizm ve modernleşme bu yabancılaşmayı daha yoğun ve karmaşık bir hale getiriyor.

Kapitalizmin dayattığı tüketim kültürü, doğayı bir kaynak olarak görmekle kalmayıp, aynı zamanda bizi ona karşı bir tüketici konumuna sokuyor. Modernleşme ise doğayı kontrol altına almak, düzenlemek ve sterilize etmek üzerine kurulu. Bu da doğanın rahatsız edici unsurlarını, örneğin sinekleri, çamuru, tuvalet gibi biyolojik süreçleri, daha fazla görmezden gelmemize ya da uzaklaştırmamıza neden oluyor.

Bunun sonucunda insanın kendisiyle olan bağı da zayıflıyor çünkü doğadan uzaklaşmak, insan doğasının kendisinden uzaklaşmayı da beraberinde getiriyor. Gospodinov’un kitabında, bu kadar basit ve sıradan şeylere odaklanması, tam da bu yabancılaşmanın bir eleştirisi gibi.

Boşanma konusundaki duygusal derinlik gerçekten etkileyici. Gospodinov, bu süreci sadece bir ayrılık hikâyesi olarak değil, kimlik, yalnızlık ve yeniden inşa süreci olarak ele alıyor. O bölümlerde empati kurmuş olmam da onun anlatımındaki samimiyetin ve gerçekçiliğin bir yansıması. Boşanma sürecindeki o içsel karmaşa ve kişinin kendini yeniden tanımlama çabası, hem bireysel hem de evrensel bir tema.Sonuç olarak Gospodinov, karmaşık duyguları ve hayatın küçük ayrıntılarını öyle ustalıkla işliyor ki, kitabın atmosferi uzun süre akılda kalıyor.

Keyifli okumalar/ Fatma




2 Nisan 2024 Salı

 BİR DÜĞÜN GECESİ/ ADALET AĞAOĞLU/ ŞUBAT 2024

 

KİTAP HAKKINDA

Bir Düğün Gecesi, Adalet Ağaoğlu'nun Dar Zamanlar adlı üç kitaplık roman dizisinin ikinci kitabıdır. 1973 tarihli Ölmeye Yatmak romanının bir devamı olarak kurgulanmıştır; iki romanda aynı kişilerin hayatlarından kesitler sıralanır. Bu ikiliyi, 1987'de yayımlanan Hayır adlı romanı takip eder.

 

1970'li yılların Türkiye'sinde ordu, siyaset, iş dünyası arasındaki ittifakı bir gece içinde gerçekleşen birkaç ana olay etrafında ve bir düğüne katılan davetliler üzerinden anlatan roman, yayımlandığı dönemde büyük ilgi görmüş ve çok sayıda ödül almıştır.

 

Toplumun siyaset, iş dünyası ve ordu içerisinde bulunan birçok farklı tipini, bir düğün gecesinde buluşturan romanda, teknik olarak Adalet Ağaoğlu, o zamana kadar romanlarda kullanılan anlatım tekniklerinden farklı olarak her karakterin iç konuşmalarını diğerlerine yansıtmadan aktarmıştır. Bu teknik, Türk romanındaki ilk kez kullanılan bağımsız iç konuşma tekniğidir.

 

Romanda izlek olarak, iletişimsizlik ve karakterlerin karşıtlığı kullanılmıştır. Karakterler huzursuzluk ve şüphe içindedirler ama birbirlerine karşı sahte dostluk göstererek bu durumu yansıtmazlar. Bu huzursuzluk ve şüphe, iletişimsizlikten doğmaktadır ve karşıt tiplerin çatışmalarına sebep olmaktadır.

 

Romandaki karakterler iki zıt siyasi görüşe sahip olarak, yani sağ ve sol görüşlü karakterler olarak iki gruba ayrılır. Sol görüşlü karakterler üzerinde daha detaylı durulmuştur ve yazarın anlatım gayesi bu karakterleri aktarabilmektir. Sağ görüşlü kişiler, yaşam ve düşünce yapılarının derinliklerine inilmeden yüzeysel olarak ele alınmışlardır.

 

Ödüller

1979 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü

1980 Orhan Kemal Roman Armağanı

1980 Madaralı Roman Ödülü


ADALET AĞAOĞLU KİMDİR?

Adalet Ağaoğlu (d. 23 Ekim 1929, Ankara - ö. 14 Temmuz 2020, İstanbul), Türk yazar.

 

20. yüzyıl Türk edebiyatının en önemli romancılarından biri kabul edilir. Eserlerinde Türkiye'nin değişik dönemlerini ve bu dönemlerin insan hayatlarına etkisini inceledi. İlk romanı Ölmeye Yatmak'tan başlayarak yazdığı tüm romanlar Türkiye'de önemli edebiyat ve edebiyat dışı tartışmalara yol açtı. Romanları dışında hikâye, oyun, deneme ve anı türünde eserler verdi.

 

Hayatı

 

Adalet Ağaoğlu'nun Cebeci Asri Mezarlığı'ndaki mezarı

23 Ekim 1929'da Nallıhan'da dünyaya geldi. Babası, kumaş tüccarı Hafız Mustafa Sümer'dir. Dört çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu ve tek kızıdır. Kardeşleri Dr. Cazip Sümer (1925-1975), oyun yazarı, oyuncu Güner Sümer (1936-1977) ve iş insanı Ayhan Sümer (1930-2020)'dir.

 

İlköğrenimini Nallıhan'da tamamladıktan sonra 1938'de ailesi ile birlikte Ankara'ya yerleşti. Ortaöğrenimini Ankara Kız Lisesi'nde tamamladıktan sonra 1950 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu.

 

Edebiyata ilgisi lise yaşamında şiirlerle başladı, kısa bir süre sonra oyun yazarlığına yöneldi. İlk defa 1946'da Ulus gazetesinde tiyatro eleştirileri yayımlayarak yazarlığa başladı. 1948-50 arasında Kaynak Dergisi'nde şiirleri yayımlandı.

 

1951-1970 yılları arasında TRT’de çeşitli görevlerde bulundu. Ankara Radyosu'nda göreve başladığı yıl ilk radyo oyunu olan "Aşk Şarkısı"nı yazdı. Radyo'da görev yaparken tiyatro oyuncusu ve yönetmen dört arkadaşı (Kartal Tibet, Üner İlsever, Çetin Köroğlu, Nur Sabuncu) ile birlikte Ankara'nın ilk özel tiyatrosu olan "Ankara Meydan Sahnesi"ni kurdu.Meydan Sahne Dergisi'ni çıkardı. 1953 yılında tiyatro konusunda görgü ve bilgisini artırmak üzere Paris'e gitti. 1953'te Sevim Uzungören'le birlikte yazdığı "Bir Piyes Yazalım" tiyatro oyunu aynı yıl Ankara'da sahnelendi. 1954 yılında mühendis Halim Ağaoğlu ile evlenen sanatçı, ilk romanını yazana kadar oyun yazarlığını sürdürdü. Üst üste yazdığı oyunlarla altmışlı ve yetmişli yılların önde gelen oyun yazarlarından oldu. Çatıdaki Çatlak oyunu 1965 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenirken yasaklandı; bu olay onu roman yazmaya yöneltti. TRT'nin özerkliğine el konulması gerekçesiyle TRT Radyo Dairesi Başkanlığı'ndan 1970'te istifa eden sanatçı o tarihten sonra yazarlıktan başka bir işle uğraşmadı. Edebiyat yaşamının bazı dönemlerinde "Remüs Tealada" ve "Parker Quinck" gibi takma adlar kullanmıştır.

 

İlk romanı Ölmeye Yatmak, 1973’te yayımlandı. Türkiye toplumunun yakın tarihindeki çalkantı ve değişikliklerini irdeleyen bu ilk romanından itibaren tüm eserleri yoğun tartışmalara konu oldu. Ölmeye Yatmak, daha sonra yazdığı Bir Düğün Gecesi (1979) ve Hayır (1989) adlı romanlarla bir üçleme oluşturdu ve birçok ödül kazandı (Bu üçleme, Yapı Kredi tarafından yapılan yeni basımlarda yazarın isteği doğrultusunda "Dar Zamanlar" üst başlığı ile sunulmuştur). Bir Düğün Gecesi ve Hayır romanları yayınlanır yayınlanmaz, ikinci romanı olan Fikrimin İnce Gülü, dördüncü basımında toplatıldı. Fikrimin İnce Gülü romanı hakkında, "Askeri kuvvetleri tahkir ve tezyif (küçük düşürmek)" suçlamasıyla hakkında 1981 yılında dava açılan Ağaoğlu, iki yıl süren davanın ardından aklandı. Düğün Gecesi ise soruşturma aşamasında kaldı. Dönemin üç önemli roman ödülüne layık görülmüş olan Bir Düğün Gecesi adlı roman için ayrıca Aldous Huxley'den aşırma olduğu suçlaması ortaya atıldı ve uzun tartışmalara sebep oldu.

 

1983 yılından sonra İstanbul'da yaşamaya başladı. 1985'te anı-roman niteliğindeki Göç Temizliği'ni yayımladı. 1991 yılında Çok Uzak Fazla Yakın'la oyun yazarlığına döndü. Bu eser, ertesi yıl Edebiyat alanı Tiyatro dalında Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü'ne layık görüldü.

 

1996'da ciddi bir trafik kazası geçiren ve iki yıl hastanede yatan Adalet Ağaoğlu için Can Yücel'in söylediği "Sen Türkiye'nin en güzel kazasısın" sözü, Feridun Andaç'ın Adalet Ağaoğlu ile yaptığı nehir söyleşi tarzında bir kitabın adı oldu. Kitap, 2006'da basıldı. Adalet Ağaoğlu ile ilgili yazıları bir araya getiren arşiv eşi Halim Ağaoğlu tarafından hazırlandı ve 2003'te Adalet Ağaoğlu'nun yazarlığının 55. yılı anısına Herkes Kendi Kitabının İçini Tanır adı ile basıldı.

 

Ağaoğlu, 1986'da kurulan İnsan Hakları Derneği'nin kurucuları arasında yer aldı ancak Temmuz 2005'te İHD'nin tek yanlı ırkçı-milliyetçi bir tutum takındığını belirterek ve "PKK yanlısı politika izliyorlar" diyerek istifa etti. 2008'de Özür Diliyorum kampanyasını desteklemiştir.

 

2010 Anayasa Referandumu sırasında Yetmez Ama Evet Platformu tarafından düzenlenen bir panelde Öğrenci Kolektifleri adlı bir grubun yumurtalı saldırısına maruz kalmıştır.

 

Eşi Halim Ağaoğlu'nun 2018 yılında ölümünün ardından yazmayı bıraktığını açıkladı. Türkçe roman alanındaki özgün ve öncü eserleri ile Türkiye'nin kültürel ve düşünsel dünyasına yaptığı katkılarından dolayı 2018'de Boğaziçi Üniversitesi tarafından kendisine fahri doktora unvanı verildi.

 

Ölümü

Yoğun bakım tedavisi gören Ağaoğlu, çoklu organ yetmezliği sebebiyle 14 Temmuz 2020'de öldü. Cenazesi 15 Temmuz günü Cebeci Asri Mezarlığı'nda toprağa verildi.

 

Eserleri:

Tiyatro ve radyo oyunları

1953: Bir Piyes Yazalım - oynanmış, basılmamış

1955: Yaşamak - radyo oyunu, yayınlanmış, basılmamış

1964: Evcilik Oyunu

1967: Tombala

1969: Çatıdaki Çatlak

1969: Sınırlarda

1973: Üç Oyun: Bir Kahramanın Ölümü, Çıkış, Kozalar

1976: Kendini Yazan Şarkı

1991: Çok Uzak - Fazla Yakın

1992: Duvar Öyküsü - Çocuklar ve Büyükler için Müzikli Danslı Oyun

1996: Fikrimin İnce Gülü

2011: Çağımızın Tellalı

Roman

1973: Ölmeye Yatmak

1976: Fikrimin İnce Gülü

1979: Bir Düğün Gecesi

1980: Yazsonu

1984: Üç Beş Kişi

1987: Hayır...

1991: Ruh Üşümesi

1993: Romantik Bir Viyana Yazı

2014: Dert Dinleme Uzmanı

Öykü

1974: Yüksek Gerilim

1978: Sessizliğin İlk Sesi

1982: Hadi Gidelim

1997: Hayatı Savunma Biçimleri

Deneme

1986: Geçerken

1993: Karşılaşmalar

1996: Başka Karşılaşmalar

2002: Öyle Kargaşada Böyle Karşılaşmalar

2011: Yeni Karşılaşmalar

Mektup

2005: Mektuplaşmalar (Memet Baydur ile birlikte)

Anı

1985: Göç Temizliği

1981: Gece Hayatım

Günce

2004: Damla Damla Günler

2007: Damla Damla Günler I-II-III

Seçkiler

10/1993: Seçmeler (Kendi Seçtikleri)

Ödülleri

1970: Sanat Sevenler Derneği, Tombala ile

1974: TDK Tiyatro Ödülü

1975: Sait Faik Hikâye Armağanı, Yüksek Gerilim ile

1979: Sedat Simavi Edebiyat Ödülü, Bir Düğün Gecesi ile

1980: Orhan Kemal Roman Armağanı, Bir Düğün Gecesi ile

1980: Madaralı Roman Ödülü, Bir Düğün Gecesi ile

1991: Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü, Çok Uzak Fazla Yakın ile

1992: Lebon Kültür Merkezi (Lebon Cinema Clup) Edebiyat Ödülü, Ruh Üşümesi ile[16]

1995: Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü

1997: Aydın Doğan Roman Ödülü, Romantik Bir Viyana Yazı ile

2018: Erdal Öz Edebiyat Ödülü


KİTAPTAN ALINTILAR

"Zaman, sen ne büyük öğretmensin, ah saygıdeğer zaman, sen ne büyük bir bilgesin! Gaddar bir bilgesin ama. Acımasız."

"İntihar etmeyeceksek içelim bari!"

"İnsan kendinden hiç umudu kesmemeli, hiç."

"Hayatta piştiği gibi kitapta da pişmeli insan,"

''...ne içindeyim, ne dışındayım buranın. Burada değilim."

"Unuttum" dediklerimiz değil mi, en unutulmaz olanı?

"Şimdi durduğum yer, şimdiye dek koşturduğum yerlerden daha gerçek."

"Bizim içimiz müze be! Her gün biraz daha karanlıklaşan, kuytulaşan birer müze!.."

"Acı senin yanına hiç uğramayacak sanki. Sanki hep öyle dimdik ayakta durabileceksin!.. En güçlü görünen en kötü dayanır."

"Düğüne gelince anacığım, unut düğünü. Düğün içimizde olsun, dışımızda değil."

"Bu duyguyu hiç yaşadınız mı hocam? Bir kişiyle binlerce olunabildiğini?"

"Defolsunlar başımdan! İnsan yüceymiş, insan direnirmiş, insan yönetirmiş... Gördük. Para yönetir, silah yönetir..."

"İnsanlar değişir. Her bir biçimde. Her bir yöne doğru."

"Görülen görüldü. Yaşanan da, görülen de üstümüzde ne yaptıysa yaptı. Biz ne olduysak olduk."

"Dünyanın nerdeyse bizim dünyamız kadarcık olduğuna inanıyoruz. Oysa dünya ne geniş!"

"Sevda bu oğlum, sevda! Yaşındır, yaşa,"

"İnsanın, kandıramayacağını bile bile kendisine yalan söylemesinden daha kolay ne var acaba?"

"Bir insan narkoz almadan, kesilip biçilecek yerini uyuşturmadan kendini kendi eliyle ameliyat eder, bunu da ölmeden başarırsa, insanoğlu için yaşamın en güç yanını, adı yapayalnız olmak denen şeyi de başarır."

"Garip bir tutsaklığın ilk kez yüz yüze gelinen türden bir yalnızlığın resmini boyuyorum."

"Benim asıl ümidim ümitsizliğimdir! Mutluluksa mutsuzluğun bilincinde olmaktır!"


YORUMLARIMIZ

    Türk edebiyatında önemli bir yeri olduğu söylenen Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar Üçlemesinin en çok okunan cildi olan Bir Düğün Gecesi romanı,  Ayşen adında bir kızın düğününde Ömer ve Tezel adlı baş kişilerle birlikte onların çevresindeki insanlar üzerinden Türkiyenin o dönemki sosyolojik bir resmi çıkarılıyor. Biz bu üçlemenin diğer ciltlerini okumadan ikinci cildini okumuş olduk. Ama araştırdığım kadarıyla bu genel bir durum.

         70ler türkiye siyasetinde önemli bir dönem. Özellikle aydın ve öğrenci topluluklarında yükselen sol hareketin aile yaşamı içindeki kopuşlara neden oluşu, aynı aile içinde farklı politik çevrelere mensup olmuş kardeş kavgalarına etkilerini kişilerin bireysel yaşamlarına etkisini görüyoruz.  Yazarın politik taraflardan bağımsız olarak somut olarak ortaya koyduğu kişisel yabancılaşmanın eğitimli eğitimsiz, aydın cahil ayrımı olmaksızın tüm çevrelerde yaşandığını anlıyoruz. Bilinçakışı tekniğini ilk kez Wirginia Woolf okurken tanımıştık. Ağaoğlu da bu romanında bilinçakışı denilen yani kişilerin kendi iç konuşmaları üzerinden anlatım yapıyor.  Bu iç konuşmalardan hem içinde bulundukları toplumsal hareketten hem de aile ve akrabalık ilişkilerinden kimsenin mutlu olmadığı anlaşılıyor. Sol hareketin içinde bir şekilde varolmaya çalışmış olan Ömer, Tezel ve Ayşen’in mutsuzlukları Türkiye’nin o dönem içinde bulunduğu özgürlük ve eşitlik arayışının düşkırıklığıyla simgelenmiş zaten. İlhan Bey ve onun gibi düzenin bir şekilde içinde olan kazananlar kulübündekiler de belli ki o iç huzuru bulamamışlar. Kazanan olmak yetmiyor anlaşılan.

        Bu kitaptan önce Ölmeye Yatmak cildinde daha fazla bahsedildiği söylenen Aysel, Ömer’in karısı olarak burada geçiyor. Kitabı okurken en çok o dönem yaşasaymışım Aysel’e benzermişim diye düşündüm.  Çocukluğum değil de gençliğim geçseydi 70’lerde Aysel gibi düzenin içinde olmayacağım diye debelenir hiçbir yere de ait olamazdım galiba. Gerçi bu aidiyet sorunu benzer kişilik özelliklere sahip olduğun sürece hayatın her döneminda yaşanıyor  bir biçimde.

Bu kitapla birlikte 47’ler ile Füruzan’ı, Yenişehirde Bir Öğle Vaktiyle de Sevgi Soysal’ı hatırladım. Tarihimizin en karanlık dönemlerinde yaşananların edebiyatını sihirli parmaklarıyla bize miras bırakan kadın yazarlarımıza bir kez daha selam olsun. 

FATMA DEMİRCİ