MATMAZEL NORALİYA'NIN KOLTUĞU/ PEYAMİ SAFA
KİTAP HAKKINDA
Karşılaştığı bir takım olağanüstü olayları benimsediği
materyalist ve pozitivist felsefenin ilkeleriyle açıklayamayan, şüphe, tereddüt
ve bunalımlar içinde kıvranan Ferit, tıp fakültesini bırakıp felsefe bölümüne
geçen fakat içinde bulunduğu mütereddit ruh hali sebebiyle buraya da düzenli
olarak gitmeyen bir üniversite öğrencisidir. Ferit, Yüksekkaldırım’da içinde
birbirinden garip insanların yaşadığı bir pansiyonda kalmaktadır. Pansiyonda
kaldığı altı gün boyunca karşılaştığı olağanüstü olaylar ve kız arkadaşı Selma
ile arasında geçen tartışmalar, ciddi bir psikolojik bunalımdan geçen Ferit’in
durumunu daha da kötüleştirir. Pansiyonda tanıştığı Aziz, bu sıkıntılı
günlerinde Ferit’in en büyük destekçisi olur. Teyzesinin gizemli bir şekilde
ölümü ile yüklü bir mirasa kavuşan Ferit, yaşadığı travmayı atlatabilmek için
Aziz’in tavsiyesiyle Ada’da bir ev kiralar. Bu ev bir yıl önce ölmüş, gizemli
bir kadın olan Matmazel Noraliya'ya aittir. Peyami Safa’nın, kaleme aldığı
romanları içinde en fazla beğendiğini ifade ettiği romanı Matmazel Noraliya'nın
Koltuğu, anlatım tekniği ve olay örgüsü bakımından bütün eleştirmenlerce Türk
edebiyatının en ciddi psikolojik romanı olarak kabul edilmektedir.
PEYAMİ SAFA KİMDİR?
Peyami Safa (2 Nisan 1899; Fatih, İstanbul - 15 Haziran 1961, Kadıköy), Türk yazar ve gazeteci. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Matmazel Noraliya'nın Koltuğu ve Yalnızız gibi psikolojik türdeki eserleriyle Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında ön plana çıktı. Yaşamı ve fikrî hayatındaki değişimlerini eserlerine de yansıttı. Server Bedi takma adıyla birçok roman kaleme aldı. Cingöz Recai tiplemesini Fransız yazar Maurice Leblanc'ın Arsen Lüpen karakterinden esinlenerek yarattı. Aynı zamanda çeşitli kurumlarda gazetecilik mesleğini sürdürdü ve ağabeyi İlhami Safa ile birlikte Kültür Haftası gibi çeşitli dergiler çıkardı.
Peyami Safa'nın ismini şair Tevfik Fikret koydu. Küçük yaşlarda babasını kaybedince annesi ve ağabeyi ile zor şartlar altında yaşadı. Sağ kolunda kemik veremi hastalığı baş gösterdi. O yıllardaki psikolojisini otobiyografik romanı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nda işledi. İlk edebi ürünlerini Vefa İdadisi'ndeki öğrenimi sırasında verdi. Kısa bir süre öğretmenlik yaptı. "Asrın Hikâyeleri" başlığı altında yayımladığı hikâyeleri ilgi gördü ve teşvik edici tepkiler aldı. Dönemin önemli edebiyatçılarıyla kalem kavgalarına girdi. Yaşamında pozitivist, materyalist, mistik, milliyetçi, muhafazakâr, antikomünist ve korporatist tutumlar sergileyerek çeşitli değişimler yaşadı. Fransızca bilmesiyle Batı kültür ve yeniliklerini yakından takip etti. İlk dönemlerinde Maupassant ve Rousseau gibi isimlerden tercümeler yaptı. Sonraki eserlerinde mekân olarak hep İstanbul'u seçti. Doğu ile Batı'nın sentez ve tahlilinden hiçbir zaman vazgeçmedi. Cumhuriyet ve Milliyet gibi gazetelerde eleştirel üslupla yazılar yayımladı. Nâzım Hikmet ve Necip Fazıl Kısakürek ile olan iyi ilişkileri zamanla kalem kavgalarına dönüştü. İlk başta Cumhuriyet Halk Partisi'ne, sonrasında Demokrat Parti'ye yakınlaştı.
Küçük yaşta başladığı yazın hayatını ölümüne kadar sürdürdü. Ağırlıklı olarak milliyetçi ve muhafazakâr bir tutum içinde oldu. Fatih-Harbiye ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı eserleri Türkiye'de Millî Eğitim Bakanlığı tarafından ortaöğretim öğrencilerine tavsiye edilen 100 temel eser listesinde yer aldı. Eserleri çeşitli dönemlerde sinemaya ve dizilere uyarlandı.
Peyami Safa 2 Nisan 1899 tarihinde Gedikpaşa'da doğdu ve ismini Servet-i Fünûn şairlerinden Tevfik Fikret koydu. Babası, Muallim Naci tarafından "anadan doğma şair" olarak anılan ve Trabzon kökenli bir aileye mensup olan İsmail Safa'dır. Annesi ise Server Bedia Hanım'dır. Peyami Safa'nın babası II. Abdülhamid'e muhalif olan isimlerdendir ve Sivas'ta sürgünde iken ailesine maddi anlamda hiçbir şey bırakamadan ölmüştür. Bir buçuk yaşındayken babasını kaybeden Peyami Safa, ağabeyi İlhami Safa ile birlikte annesi tarafından zor şartlarda yetiştirildi. İlköğrenimine devam ettiği yıllarda sağ kolunda kemik veremi ortaya çıktı. Hastalığı yüzünden okula devam edemeyerek kendisini küçük yaşta doktorların, hastaların ve hasta bakıcıların arasında buldu. Bu hastalığın yarattığı tesiri Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı eserinde işledi.
Peyami Safa 1914-1961 yılları arasındaki yazın hayatında kendi imzası dışında Server Bedi, Çömez, Serâzâd, Safiye Peyman ve Bedia Servet gibi takma adlarla süreli yazılar yazmıştır. Peyami Safa'nın toplamda 500'e yakın yazısı bulunmaktadır. Fakat 2017 yılı itibarıyla eksiksiz bir bibliyografyası henüz hazırlanmamıştır. Kendisi edebiyatın hemen hemen her türünde eser vermesine rağmen romanlarıyla ön plana çıkmıştır. Sürdürdüğü yaşamın izleri romanlarına da yansımıştır. Çok küçük yaşlarda babasını ve kardeşini Sivas'ta kaybetmiştir. Sonraki süreçte ise annesi ve ağabeyi İsmail Safa ile birlikte ekonomik zorluklar altında yaşamıştır. Yine çocukluğunda yakalandığı kemik veremi hastalığı onda derin etkiler bırakmıştır. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanında hastane atmosferinin etkisi görülmektedir. Hastalığı yüzünden eğitimine devam edememiş, kendi kendisini yetiştirmek zorunda kalmıştır. Yusuf Ziya Ortaç ve Hilmi Ziya Ülken de onun bu yönüne dikkat çekmiştir. Peyami Safa'nın kültürel gelişiminde ve dolayısıyla romancılığında küçük yaşlarda öğrendiği Fransızcanın da etkisi vardır. Yalnızız romanında Meral ve Feriha karakterleri arasındaki ilişki buna örnek verilebilir. Yine yabancı dil bilmesiyle Batı kültürünü de yakından tanıma fırsatı bulmuş; ilk yazılarının bir kısmı Maupassant, François de La Rochefoucauld ve Jean-Jacques Rousseau'dan yaptığı tercümeler olmuştur.
Peyami Safa'nın 1918'den beri kaleme aldığı yazılarındaki konular günümüzde hâlen daha tartışılmaktadır. Çeşitli gazete ve dergilerde tartışma, savunma ve izahat gibi başlıklarla eğitim-öğretim, Cumhuriyet devrimleri, doğuluk, batıcılık, kültür, medeniyet, kozmopolitlik-milliyetçilik karşıtlığı, modernizm, sanat, felsefe, tenkit ve edebi akımlar gibi konularda düşünceleri açıklamıştır. Düşünceleri sebebiyle genel olarak Cumhuriyet devrimlerinin, millî hassasiyetlerin ve geleceğin savunucusu olarak görülmüştür. Arkadaşı Mustafa Şekip Tunç'a göre Peyami Safa'nın karşılaştığı zorluklar onu bir yandan terbiye etmiş, bir yandan da yazmaya teşvik etmiştir. Şükran Kurdakul ise Peyami Safa'nın düşünce yapısındaki değişimlere dikkat çekerek onun zamanında Nâzım Hikmet'le beraber eski ve gelenekçi edebiyat kuşağını tasfiye etmeye çalıştığını ifade etmiştir. Aynı zamanda Kurdakul, Peyami Safa'nın sosyolojik düşüncelerinde Durkheim'e yakın olduğunu ve faşist düşüncelerin II. Dünya Savaşı sonrasında yıkılmasından sonra da mistisizme yöneldiğini kaydetmiştir.
KİTAPTAN ALINTILAR
“Deli ol, âşık olma…”
“Deliliğin hiç olmazsa mazisi şanlı. Aptallığın şerefli bir tarihi bile yok…”
“İrade istemektir…”
"Adaletin ölçüsü, ehliyet ve liyakattir."
"On cahili dokuz alime tercih eden bir sistemde, bilginin demagojiye mağlup olmasına şaşar mısınız?.. "
"Kendi merkezi etrafında hergün biraz daha süratle dönmekten başka bir şey yapmayan insan, atlı karıncada gözlerini kapayan çocuğun kilometrelerce uzaklara gitmesi hayaline benzer bir ilerleme vehmi içindedir..."
"Şimdi dünyadaki bütün kitapları beyninizde sıkınız ve bana, bir damla bir damla aydınlık sürünüz."
"Bir kahkahanın halletmediği hiç bir mesele yoktur. Gözünü oyarlarken bile bir kahkaha at, acı duymazsın, Gül ve geç."
"İnsan hür doğmaz. Eğer kendi ben'i ile mücadeleye başlayan bir irade destanının kahramanı değilse, eğer kendi nefsine galebeden ve kendi ihtiraslarına hakimiyetten başlayan bir hürleşmeye doğru merhale merhale yol almıyorsa, eğer hürriyeti şahsiyetiyle beraber gelişmiyorsa, insan, en hür nizam içinde hür değildir. Doğarken hürriyetimize de, şahsiyetimize de sahip olamayız. İkisini de, yaşadıkça ve liyakatimiz nispetinde kazanırız.. "
"Artık yalnızım, yalnız, yalnız... Ucu bucağı görünmeyen okyanusların karanlık dalgaları üzerinde avare yüzen bir çöp gibi yalnız..."
"Nasıl biz hislerimizin uşakları, nasıl onların kölesi oluyoruz?"
"Biz kovalayanı beğeniyor, fakat kovalananı seviyoruz."
"Benim bu kadar ağır kederleri taşıyabileceğim çok şüphelidir."
"Kaçtım insanlardan. Her şeyi sildim. Ruhumun dibine indim."
"Yüzümüze gülüyor, fakat kuyumuzu kazıyorlar."
"Bu dünyada kendisini iyiliğe ve güzelliğe veren bir tek kişi de kalsa, evler, memleketler ve insanlar yine bahtiyar olur."
"..unutma, dedi, ne zaman ki sıkıntıdasın, ..
derin bir nefes al, içinden tut nefesini, yüreğinden bir kere, ama yüreğinden, sözüme dikkat et, yüreğinden, yüreğinden anladın mı, yüreğinden bir kere“Allahım” deyiver, sonra nefesini birden koyuver. Anladın mı?"Birinci grup: Ferit’in yüksek kaldırımlarında kalmış olduğu pansiyon sakinleri;
İkinci grup: onun arkadaş ve dost kitlesi;
Üçüncü grup: Matmazel Noraliya’nın evindekiler.
Romanda ele alınan zaman itibaridir.
Psiko-sosyolojik eserlerde görülen en büyük özelliklerden biri de belli bir zaman ve mekân kuralına bağlı kalmayışlarıdır. Peyami Safa, eserinde böyle bir yol takip etmemiştir. Ancak, ara düğümlerle ilgili çözümlemeler yapılırken tarihî zamana yer verilmiştir. Verilen bu zaman anlayışı çok kısa ve gerekli görüldüğü hallerde baş vurulan yol olmuştur. Zaman olarak, gece ve gündüz çok kullanılan kavramlardandır. Romanda geçen vaka, belli bir tarihle sınırlanmamasına rağmen, tahminî olarak, iki veya üç aylık bir süreyi ihtiva etmektedir. Mücerret zaman anlayışını eserlerinde kullanmayı seven Peyami Safa, burada anlayışını sürdürmüştür. Eserde geçen vaka, zaman ve mekân sınırlarının ötesinde olağanüstülüklerle doludur.
Sirkeci, Beyazıt, Galata, Tarlabaşı, Beyoğlu, Eminefendi, Çağaloğlu, Nuruosmaniye, Beşiktaş, Osmanbey, Kınalı, Bakırköy, Bentler, Maslak, Fulorya, Büyükdere, Şişli ve Büyükada gibi semt isimleri geçmektedir.
Eserde genel olarak, Osmanlı’nın son dönemi ile 1949 yılları arasında aydının içine düştüğü bunalımlar dile getirilmiştir. Dar mekân olarak, Pansiyon çevresi görülmekle beraber geniş bir İstanbul çevresiyle de tanırmış oluruz. Genel olarak üç mekândan söz etmek yerinde olur: Kuledibi’ndeki pansiyonun bulunduğu mekân, Ferit’in dışarı çıktığı zaman dolaştığı İstanbul’un çeşitli semt ve sokakları, Büyükada çevresi ve burada ikâmet edilen Matmazel Noraliya’nın evinin bulunduğu mekândır.
Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nun başlangıcı bir ruh tasviriyle başlar. Bu, Ferit’in içinde bulunduğu psikolojik ruh dünyasının tanıtılması şeklindedir. İnsan, kendisinin dışındakilerle kendisi arasındaki tesir alışverişlerinin şekillendiği sosyal bir varlıktır. Bu yüzden, romanın daha ilk sayfasında, ruh dünyasının bir kısmıyla yüz yüze geldiğimiz Ferit, sosyal çevresi ve bu çevre içinde almış olduğu yer itibariyle sosyal bir tiptir. Konuşur gibi yazmaya karşı olan Peyami Safa, geniş ruh tahlillerinde bulunarak, kahramanla çevresi arasındaki ilişkileri ılımlı bir çizgide götürür.
Eserde romantik aşk arayanlar bunu da bulabilirler. Romanda her şeyden önce aranan, kompozisyon mükemmeliyetidir. Romanda aşk vardır. Fakat bu aşk romantik eserlerde olduğu gibi, insan üstü, hayal edilen bir aşk değildir. Bunun yanında inkâr edilen, kayıtsız görülen bunun için kararsızlıklar ve tereddütler içinde bulunulan, gittikçe genişleyen ve kuvvetlenen, fakat hiçbir zaman vakayı bastırmayan ve hayatı aramayan bir aşktır. Ferit’in elinden kaçırdığı sermaye aramak için düştüğü ruh hali vakanın asıl problemi gibi sergilenmektedir. Burada görüleceği gibi aşk ile vaka birbiriyle iç içedir.
Klasik roman tekniğine alışmış olanlar, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu isimli eserde aynı tekniği bulamazlar. Eserin belli bir giriş, gelişme ve sonuç diye isimlendireceğimiz kısımlar kesin çizgilerle bir birinden ayırmak zordur. Yazar, vakasını belli bir noktadan, okuyucu için orijinallik arz eden biçimde başlar. Romana, başlangıcı kuvvetli bir düğümle yapan yazar, ara düğümlerle ana düğümü ustaca desteklemiştir.
Vaka diyalogca zengin bir şekilde sunulmamıştır. Bol bol tahliller ve tespitlerle yüklüdür. Sadece gerekli olduğu zaman diyaloglara yer verilmiştir. Bu da tahlillere imkân hazırlayacak bir şekilde olmuştur.
Eserde mistik bir takım yaklaşımlar olmakla birlikte, psiko-sosyolojik bir eserdir. Yalnız, yazarın İslâm tasavvufu ile, para-psikoloji arasında münasebet kurma gayreti varsa da, bu tam olarak başarılmış sayılamaz.
Peyami Safa, eserinde sosyal tenkit konusuna temas etmeyi ihmal etmemiştir.
Peyami Safa, edebiyat dünyasına girişini şöyle ifade eder: “Benim şuurum bir facia atmosferi içinde doğdu. Ben iki yaşımda iken, babam ve kardeşim Sivas’ta on ay içinde öldü. Böyle kısa bir fasılay1a hem kocasını, hem çocuğunu kaybeden bir kadının hıçkırıkları arasında kendimi bulmaya başladım. Belki bütün kitaplarımı dolduran “bir facia beklemek vehmi” ve yaklaşan her ayak sesinde bir tehlike sezmek korkusu böyle bir başlangıcın neticesidir…..İste Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, yukarıdaki izah doğrultusunda ele alınan bir vakadır. Her sayfası bir felsefe kitabının etüt dersi gibi olan bu eser, edebiyattan ziyade felsefe i1e daha çok meşgu1 olmuştur.
Keyifli okumalar/ Demet