2021 YAZ KİTAPLARIMIZDAN (EV- NERMİN YILDIRIM)
KİTAP HAKKINDA
Seher, mecburi yol arkadaşı Ogo’yla birlikte, Camino de
Santiago yürüyüşünü yapmak üzere yola çıkar. Amacı, yolun sonunda ondan
ayrılmak ve eski dostu Kader’le buluşmak için Finisterra’ya geçmektir.
Üniversite yıllarından tanıdığı Kader’in sözleri zihninde dönüp durmaktadır:
“Dünyanın sonu oradaymış, eskiden öyle inanılırmış. Santiago yolu bittikten,
her şey bittikten sonra, okyanus kıyısında, tek başına bir kasaba varmış. Onun
da sonunda bir deniz feneri. (…) Yerde yürüyormuşsun ama gökte gibiymişsin.
Düşünsene, yıldızların izinden yürüyorsun, yıldızların yerdeki yansıması
sensin!” Ancak bu kadim yol çok uzun, Seher’in yükü ise çok ağırdır. Yine de
yolun sonuna kadar gitmeye kararlıdır, verilmiş bir sözü vardır çünkü.
Nermin Yıldırım, bu kez sürprizlerle dolu uzun bir yürüyüşe
çıkarıyor okurunu. Yol üzerinde türlü çeşit insanla, hayvanla ve fonda
durmaksızın uğuldayan okyanusla tanıştırıyor. Kendini evinde hissedemeyenlerin,
evlerinden zorla koparılanların, kaçmak zorunda kalanların ve hiçbir yere
sığınamayanların dünyasına ortak ediyor. Romanlarında okuru aile, toplum ve
bellek ekseninde yolculuklara çıkaran Yıldırım, duyarlı sesi, nüktedan ve
kıvrak diliyle hafızanın iplerini kâh salıp kâh sararak sımsıkı bir yumak
oluşturup hayatlarımıza farklı gözlerle bakmamızı sağlıyor. /Alıntı
NERMİN YILDIRIM
KİMDİR?
Nermin Yıldırım 7 Mart 1980 yılında Bursa'da dünyaya geldi. Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi Basın Yayın Bölümünden mezun oldu. Bir çok gazetede ve dergilerde muhabir, editör ve köşe yazarı olarak çalıştı. İlk romanı olan Unutma Beni Apartmanı 2011 senesinden yayınlandı.
Bundan sonra Rüyalar Anlatılmaz, Saklı Bahçeler Haritası, Unutma Dersleri, Dokunmadan, Misafir kitapları izledi.
Nermin Yıldırım kitapları Romanca, Sırpça, Fransızca, Çinçe,
Arapça gibi bir çok dile çevrildi. Uluslararası Edebiyat projelerine katıldı ve
çeşitli ülkelerin yazarları ile ortak çalışmalar yaptı. 2013 senesinde KÖLN
Kültür dairesi daveti ile KÖLN'e 2015 senesinde ise Sanghay Yazarlar Derneğinin
daveti ile Çin Sanghay'a gitti.
Nermin Yıldırım'ın romanları toplumsal ve kişisel bellek
üzerine kurgulanmıştır. Unutma Beni Apartmanı’nda yıllar sonra annesinin sesini
ilk kez telefonda duyan Süreyya’nın kişisel hikâyesi üzerinden, Türkiye’nin son
yarım yüzyılının hikâyesi anlatılır. "Rüyalar Anlatılmaz" ın odağında
ise bir âilenin tarihi var. "Saklı Bahçeler Haritası" nda okur,
1930’lardan 1960’lara kadar geçen süreçte yazılıp günümüze kadar ulaşan
esrarengiz mektuplardan hareketle, mektupların sahiplerini olduğu kadar,
20'inci yüzyılın önemli gelişmelerini de takip eder.
2015 senesinde yayımlanan "Unutma Dersleri"
romanında ise aşk, hayaller ve aklın cilvelerine dair psikolojik referanslar
içeren sürükleyici bir serüven kurguladı.
2017 senesinde yayımlanan "Dokunmadan" romanı
Dünya Kitap "Yılın Telif Kitabı" ödülünü kazandı. 2018'de yayımlanan
bir sonraki romanı "Misafir" Berlin Film Festivali'nin edebi eserleri
sinemaya taşımak amacıyla oluşturduğu Books at Berlinale kategorisinde seçilen
12 eserden biri oldu[4]. Yıldırım'ın "Ev" başlıklı yedinci romanı ise
2020 senesinde yayımlandı.
Uluslararası PEN yazarlar birliği üyesi Nermin Yıldırım, hem
Barselona'da, hem de İstanbul’da yaşıyor.
KİTAPLARI:
Ev (2020, Hep Kitap)
Misafir (2018, Hep Kitap)
Dokunmadan (2017, Hep Kitap)
Unutma Dersleri (2015, Doğan Kitap)
Saklı Bahçeler Haritası (2013, Doğan Kitap)
Rüyalar Anlatılmaz (2012, Doğan Kitap)
Unutma Beni Apartmanı (2011, Doğan Kitap)
Yer
aldığı öykü antolojileri
Güçoburlar - "Hoş Geldin" adlı öyküsüyle
(Hazırlayan: Aslı Tohumcu, Kutlukhan Kutlu, Doğan Kitap, 2015)
Kadınlar Arasında – “Narin Ben Geldim” adlı öyküsüyle
(Hazırlayan: Murathan Mungan, Metis Yayınları, 2014)
Öyküden Çıktım Yola - “Kara Kaya” adlı öyküsüyle
(Hazırlayan: Remzi Karabulut, Aylak Adam, 2014)
Kar İzleri Örttü - “Kırmızı Kar” adlı öyküsüyle (Hazırlayan:
İlknur Özdemir, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2012)
KİTAPTAN
ALINTILAR
"Tek başına bir cümle ta nerelerine dokunuyordu bazen
insanın."
“Daha kaç kere görebileceğini bilmediği birinin her fırsatta
yüzüne bakmalı insan. Seviyorsa tabi.”
"Burası dünya" diye fısıldadım. "Hem tatlı
hem ekşi, kekre bir rüya. Burada herkes kaşif sayar kendini, birbirinin
bahçesine girer, iz bırakayım derken talan eder. Onları sev ama tutunmaya
çalışma.."
“Bir süredir biz kendimle epey kalabalığız...
Topunu içeri tıkıp kapıyı üstlerine kilitlemeyi yıllar boyu
pekâlâ becerdim aslında. Hatta kendime saklayacaklarımı, kendimden bile
saklayacak kadar ileri gittim...”
“Hep kuzeyi gösteren pusula, yorulunca yaslanacağım baston
,nereye gideceğimi anlamak için açıp bakacağım haritaydı. Yolu gösteriyor,
aydınlatıyor ve yürürken elimden tutuyordu. Dostluk da bu değil miydi zaten
,ışığı açmak ve elinden tutmak...”
“Birinin tutup kaldıracağını bildiğinde, düşmek o kadar da
korkunç değil.”
“Sahi, pes etmedikçe daha güçlü hissediyor musun yolda kendini?
Hayatta peki?”
“İnsanın kendine söylediği yalanların da bir miadı var. Katı
olan her şey buharlaşıyor, hayata tutunmak için inanmaya mecbur kaldığımız
bütün yalanlar günü gelince açığa çıkıyor. Ve sonra biz ölmüyoruz. Daha kötü
bir şey oluyor. Öğrendiklerimizle yaşamaya devam ediyoruz.”
“Bazılarımız ısıtmayı beceremeyen evlerimizi yakıyor,
bazılarımız da ısınmayı çoktan geçmiş, hiç değilse donmamak için başımızı
sokacak bir dam arıyorduk...”
“Herkes elinde ne varsa onu veriyordu işte birbirine. Kimi
selamını, kimi yemeğini, kimi neşesini.”
“Velhasıl bir ömre birden fazla yaşam, bir yaşama birden
fazla kadın, bir kadına birden fazla yalan sığdırdım.”
“Dünya böyle bir yerdi; kendine mahsus bir hayal
kuramayanlar, başkasının hayali olma ya da başkasının hayalini gerçek kılma
peşindeydi. Bütün hayallerin kırılmak üzere kurulduğunu bilmez gibi.”
“Bir şiir var hani. Özdemir Asıf'ın.
Geleceğim, bekle dedi, gitti,
Ben beklemedim,
o da gelmedi.
Ölüm gibi bir şey oldu
ama kimse ölmedi.''
“Neydi ev sahiden? Yeri geldiğinde tren kompartımanlarını,
gemi kamaralarını, sokak banklarını, kaplumbağaların kabuklarını, ihtiyarların
hatıralarını, çocukların umutlarını yuva yapan neydi? Sığındığımız yer miydi
yuva? Gittiğimiz mi, terk ettiğimiz mi, döndüğümüz mü yoksa?”
“Burası dünya. Hem tatlı hem ekşi, kekre bir rüya. Burada
herkes kâşif sayar kendini, birbirinin bahçesine girer, iz bırakayım derken
talan eder. Onları sev ama tutunmaya çalışma. Yalnız kalmaktan korkup kendi
bahçende kaybolma. Söz veriyorum, ben hep yanında olacağım. Sen bana kök
vereceksin, ben sana dal saracağım. Başına gelenlere rağmen ve hatta onlarla,
hem de doya doya yaşamayı öğreteceğim sana. Seni bir daha hiç bırakmayacağım.
Hiç bırakmayacağım…”
YORUMLARIMIZ
Bu kitap benim için çok çekici, yürüyüş isteği uyandıran,
Seherin yerinde olsaydım o yürüyüşün hakkından gelebilir miydi mi düşündüren
bir roman. Yolla birlikte aynı zamanda içsel bir yolculuk da var tabi. Yolun
sonunda- ki oraya ölmeye gitmişti- içindeki çocukla konuşarak ve yanında
olduğunu söyleyerek hayata bir kez daha varım diyecekti. Velhasıl ölmedim.
Basit ve görkemli hayatımı yaşamaya devam ettim. Korkularla, tereddütlerle ve
hepsine rağmen içimde kıpırdanan utangaç bir hevesle. Heves ne güzel kelime.”
Portekiz” de dünyanın sonu denilen yerin olduğunu, kutsal
Yakup peygamberin mezarının bulunduğunun var sayıldığı hac yolunu bu kitapla
öğrendim ben. O yol boyu rastlanılan insanların her birinin ayrı ayrı hikayesi
oluşu da dünyanın hem çok büyük ve zengin bir yer hem de insanın kendinin ne
kadar küçük bir şey olduğunu hissettiriyor. Ogo'yu çok sevdim tabi ki. Bu kadar
koşulsuz seven ve yanında olan bir dostun olma ihtimalini bile sevdim. Ve tabi
ki Vesna'nın gerçek dramı. Orada Nermin Yıldırım romancılığını konuşturmuş işte.
İki kadın iki annesiyle derdi olan kadının birbirinin sırlarına ortak oluşu ve
bu sırlarına yaklaşım biçimleri etkileyiciydi.
Ben başka romanını okumadım ama okuyanlardan duyduğum kadarıyla zaten
Nermin Yıldırımın bir anne kız metaforu, derdi var
Bir eve ait olmak, sevmek, sevilmek ve değerli hissetmek
elbette ki romanın en önemli konusu. Çocukluğu boyunca kendini ait hissettiği
bir evi olmamıştı Seher’in. Daha sonra sahip olduğu evler için ise, duvarların
içindeki her şeyin benim olması kendimi evde hissetmeme neden olmadı diye
anlatıyordu.” Kendimi iyi hissedeceğim, ait hissedeceğim bir ev arıyordum. Ya
da birini belki, bilmiyorum. Ev dediğiniz dört duvar değil ki, orada sizi
sevecek, saracak biri…”
Dilin akıcılığı, birçok yeni kelimeyi kullanarak anlamı
zenginleştirmesine bayıldım. Şikemperver, inkişaf, malumatfuruş, serencam gibi
kelimelere ilk kez burada rastladım.
Vesna’nın ders niteliğindeki Japon sözü ile bitirmek
istiyorum. “Japonlar, değer verdikleri bir eşya kırıldığında, kendilerine
bakmayı sevdikleri bir ayna ya da anneannelerinden miras bir vazo mesela, tamir
ederlerken kırılan parçanın yerini altın tozuyla doldururlarmış. Hiç kırılmamış
gibi görünmesini değil, aksine kırılıp yapıştığı yerin parlamasını isterlermiş.
Bir eşya, bir insan, bir ruh yaralandığında, yüklendiği hatıraların, kıymetini
arttırdığına inanırlarmış. Bir defa kırılan artık kırılmıştır, haklısın. Ama
kendine ve hayata tutunmak için mücadele ettiği kadar güçlüdür de. Düştüğümüz
yerde kırık mı kalacağız, yoksa parçalarımızı birleştirip yeniden tam olmak,
başka türlü bir tam olmak için çabalayacak mıyız, mesele o. Anlıyor musun?”
Anlıyor muyuz!!! / Fatma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder