30 Ekim 2021 Cumartesi

 2021 YAZ KİTAPLARIMIZDAN (EV- NERMİN YILDIRIM)


KİTAP HAKKINDA

Seher, mecburi yol arkadaşı Ogo’yla birlikte, Camino de Santiago yürüyüşünü yapmak üzere yola çıkar. Amacı, yolun sonunda ondan ayrılmak ve eski dostu Kader’le buluşmak için Finisterra’ya geçmektir. Üniversite yıllarından tanıdığı Kader’in sözleri zihninde dönüp durmaktadır: “Dünyanın sonu oradaymış, eskiden öyle inanılırmış. Santiago yolu bittikten, her şey bittikten sonra, okyanus kıyısında, tek başına bir kasaba varmış. Onun da sonunda bir deniz feneri. (…) Yerde yürüyormuşsun ama gökte gibiymişsin. Düşünsene, yıldızların izinden yürüyorsun, yıldızların yerdeki yansıması sensin!” Ancak bu kadim yol çok uzun, Seher’in yükü ise çok ağırdır. Yine de yolun sonuna kadar gitmeye kararlıdır, verilmiş bir sözü vardır çünkü.

Nermin Yıldırım, bu kez sürprizlerle dolu uzun bir yürüyüşe çıkarıyor okurunu. Yol üzerinde türlü çeşit insanla, hayvanla ve fonda durmaksızın uğuldayan okyanusla tanıştırıyor. Kendini evinde hissedemeyenlerin, evlerinden zorla koparılanların, kaçmak zorunda kalanların ve hiçbir yere sığınamayanların dünyasına ortak ediyor. Romanlarında okuru aile, toplum ve bellek ekseninde yolculuklara çıkaran Yıldırım, duyarlı sesi, nüktedan ve kıvrak diliyle hafızanın iplerini kâh salıp kâh sararak sımsıkı bir yumak oluşturup hayatlarımıza farklı gözlerle bakmamızı sağlıyor. /Alıntı

 

NERMİN YILDIRIM KİMDİR?

Nermin Yıldırım 7 Mart 1980 yılında Bursa'da dünyaya geldi. Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi Basın Yayın Bölümünden mezun oldu. Bir çok gazetede ve dergilerde muhabir, editör ve köşe yazarı olarak çalıştı. İlk romanı olan Unutma Beni Apartmanı 2011 senesinden yayınlandı.

Bundan sonra Rüyalar Anlatılmaz, Saklı Bahçeler Haritası, Unutma Dersleri, Dokunmadan, Misafir kitapları izledi.

Nermin Yıldırım kitapları Romanca, Sırpça, Fransızca, Çinçe, Arapça gibi bir çok dile çevrildi. Uluslararası Edebiyat projelerine katıldı ve çeşitli ülkelerin yazarları ile ortak çalışmalar yaptı. 2013 senesinde KÖLN Kültür dairesi daveti ile KÖLN'e 2015 senesinde ise Sanghay Yazarlar Derneğinin daveti ile Çin Sanghay'a gitti.

Nermin Yıldırım'ın romanları toplumsal ve kişisel bellek üzerine kurgulanmıştır. Unutma Beni Apartmanı’nda yıllar sonra annesinin sesini ilk kez telefonda duyan Süreyya’nın kişisel hikâyesi üzerinden, Türkiye’nin son yarım yüzyılının hikâyesi anlatılır. "Rüyalar Anlatılmaz" ın odağında ise bir âilenin tarihi var. "Saklı Bahçeler Haritası" nda okur, 1930’lardan 1960’lara kadar geçen süreçte yazılıp günümüze kadar ulaşan esrarengiz mektuplardan hareketle, mektupların sahiplerini olduğu kadar, 20'inci yüzyılın önemli gelişmelerini de takip eder.

2015 senesinde yayımlanan "Unutma Dersleri" romanında ise aşk, hayaller ve aklın cilvelerine dair psikolojik referanslar içeren sürükleyici bir serüven kurguladı.

2017 senesinde yayımlanan "Dokunmadan" romanı Dünya Kitap "Yılın Telif Kitabı" ödülünü kazandı. 2018'de yayımlanan bir sonraki romanı "Misafir" Berlin Film Festivali'nin edebi eserleri sinemaya taşımak amacıyla oluşturduğu Books at Berlinale kategorisinde seçilen 12 eserden biri oldu[4]. Yıldırım'ın "Ev" başlıklı yedinci romanı ise 2020 senesinde yayımlandı.

Uluslararası PEN yazarlar birliği üyesi Nermin Yıldırım, hem Barselona'da, hem de İstanbul’da yaşıyor.

KİTAPLARI:

Ev (2020, Hep Kitap)

Misafir (2018, Hep Kitap)

Dokunmadan (2017, Hep Kitap)

Unutma Dersleri (2015, Doğan Kitap)

Saklı Bahçeler Haritası (2013, Doğan Kitap)

Rüyalar Anlatılmaz (2012, Doğan Kitap)

Unutma Beni Apartmanı (2011, Doğan Kitap)

Yer aldığı öykü antolojileri

Güçoburlar - "Hoş Geldin" adlı öyküsüyle (Hazırlayan: Aslı Tohumcu, Kutlukhan Kutlu, Doğan Kitap, 2015)

Kadınlar Arasında – “Narin Ben Geldim” adlı öyküsüyle (Hazırlayan: Murathan Mungan, Metis Yayınları, 2014)

Öyküden Çıktım Yola - “Kara Kaya” adlı öyküsüyle (Hazırlayan: Remzi Karabulut, Aylak Adam, 2014)

Kar İzleri Örttü - “Kırmızı Kar” adlı öyküsüyle (Hazırlayan: İlknur Özdemir, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2012)

KİTAPTAN ALINTILAR


"Tek başına bir cümle ta nerelerine dokunuyordu bazen insanın."

“Daha kaç kere görebileceğini bilmediği birinin her fırsatta yüzüne bakmalı insan. Seviyorsa tabi.”

"Burası dünya" diye fısıldadım. "Hem tatlı hem ekşi, kekre bir rüya. Burada herkes kaşif sayar kendini, birbirinin bahçesine girer, iz bırakayım derken talan eder. Onları sev ama tutunmaya çalışma.."

“Bir süredir biz kendimle epey kalabalığız...

Topunu içeri tıkıp kapıyı üstlerine kilitlemeyi yıllar boyu pekâlâ becerdim aslında. Hatta kendime saklayacaklarımı, kendimden bile saklayacak kadar ileri gittim...”

“Hep kuzeyi gösteren pusula, yorulunca yaslanacağım baston ,nereye gideceğimi anlamak için açıp bakacağım haritaydı. Yolu gösteriyor, aydınlatıyor ve yürürken elimden tutuyordu. Dostluk da bu değil miydi zaten ,ışığı açmak ve elinden tutmak...”

“Birinin tutup kaldıracağını bildiğinde, düşmek o kadar da korkunç değil.”

“Sahi, pes etmedikçe daha güçlü hissediyor musun yolda kendini? Hayatta peki?”

“İnsanın kendine söylediği yalanların da bir miadı var. Katı olan her şey buharlaşıyor, hayata tutunmak için inanmaya mecbur kaldığımız bütün yalanlar günü gelince açığa çıkıyor. Ve sonra biz ölmüyoruz. Daha kötü bir şey oluyor. Öğrendiklerimizle yaşamaya devam ediyoruz.”

“Bazılarımız ısıtmayı beceremeyen evlerimizi yakıyor, bazılarımız da ısınmayı çoktan geçmiş, hiç değilse donmamak için başımızı sokacak bir dam arıyorduk...”

“Herkes elinde ne varsa onu veriyordu işte birbirine. Kimi selamını, kimi yemeğini, kimi neşesini.”

“Velhasıl bir ömre birden fazla yaşam, bir yaşama birden fazla kadın, bir kadına birden fazla yalan sığdırdım.”

“Dünya böyle bir yerdi; kendine mahsus bir hayal kuramayanlar, başkasının hayali olma ya da başkasının hayalini gerçek kılma peşindeydi. Bütün hayallerin kırılmak üzere kurulduğunu bilmez gibi.”

“Bir şiir var hani. Özdemir Asıf'ın.

Geleceğim, bekle dedi, gitti,

Ben beklemedim,

o da gelmedi.

Ölüm gibi bir şey oldu

ama kimse ölmedi.''

“Neydi ev sahiden? Yeri geldiğinde tren kompartımanlarını, gemi kamaralarını, sokak banklarını, kaplumbağaların kabuklarını, ihtiyarların hatıralarını, çocukların umutlarını yuva yapan neydi? Sığındığımız yer miydi yuva? Gittiğimiz mi, terk ettiğimiz mi, döndüğümüz mü yoksa?”

“Burası dünya. Hem tatlı hem ekşi, kekre bir rüya. Burada herkes kâşif sayar kendini, birbirinin bahçesine girer, iz bırakayım derken talan eder. Onları sev ama tutunmaya çalışma. Yalnız kalmaktan korkup kendi bahçende kaybolma. Söz veriyorum, ben hep yanında olacağım. Sen bana kök vereceksin, ben sana dal saracağım. Başına gelenlere rağmen ve hatta onlarla, hem de doya doya yaşamayı öğreteceğim sana. Seni bir daha hiç bırakmayacağım. Hiç bırakmayacağım…”

YORUMLARIMIZ

Bu kitap benim için çok çekici, yürüyüş isteği uyandıran, Seherin yerinde olsaydım o yürüyüşün hakkından gelebilir miydi mi düşündüren bir roman. Yolla birlikte aynı zamanda içsel bir yolculuk da var tabi. Yolun sonunda- ki oraya ölmeye gitmişti- içindeki çocukla konuşarak ve yanında olduğunu söyleyerek hayata bir kez daha varım diyecekti. Velhasıl ölmedim. Basit ve görkemli hayatımı yaşamaya devam ettim. Korkularla, tereddütlerle ve hepsine rağmen içimde kıpırdanan utangaç bir hevesle. Heves ne güzel kelime.”

Portekiz” de dünyanın sonu denilen yerin olduğunu, kutsal Yakup peygamberin mezarının bulunduğunun var sayıldığı hac yolunu bu kitapla öğrendim ben. O yol boyu rastlanılan insanların her birinin ayrı ayrı hikayesi oluşu da dünyanın hem çok büyük ve zengin bir yer hem de insanın kendinin ne kadar küçük bir şey olduğunu hissettiriyor. Ogo'yu çok sevdim tabi ki. Bu kadar koşulsuz seven ve yanında olan bir dostun olma ihtimalini bile sevdim. Ve tabi ki Vesna'nın gerçek dramı. Orada Nermin Yıldırım romancılığını konuşturmuş işte. İki kadın iki annesiyle derdi olan kadının birbirinin sırlarına ortak oluşu ve bu sırlarına yaklaşım biçimleri etkileyiciydi.  Ben başka romanını okumadım ama okuyanlardan duyduğum kadarıyla zaten Nermin Yıldırımın bir anne kız metaforu, derdi var

Bir eve ait olmak, sevmek, sevilmek ve değerli hissetmek elbette ki romanın en önemli konusu. Çocukluğu boyunca kendini ait hissettiği bir evi olmamıştı Seher’in. Daha sonra sahip olduğu evler için ise, duvarların içindeki her şeyin benim olması kendimi evde hissetmeme neden olmadı diye anlatıyordu.” Kendimi iyi hissedeceğim, ait hissedeceğim bir ev arıyordum. Ya da birini belki, bilmiyorum. Ev dediğiniz dört duvar değil ki, orada sizi sevecek, saracak biri…”

Dilin akıcılığı, birçok yeni kelimeyi kullanarak anlamı zenginleştirmesine bayıldım. Şikemperver, inkişaf, malumatfuruş, serencam gibi kelimelere ilk kez burada rastladım.

Vesna’nın ders niteliğindeki Japon sözü ile bitirmek istiyorum. “Japonlar, değer verdikleri bir eşya kırıldığında, kendilerine bakmayı sevdikleri bir ayna ya da anneannelerinden miras bir vazo mesela, tamir ederlerken kırılan parçanın yerini altın tozuyla doldururlarmış. Hiç kırılmamış gibi görünmesini değil, aksine kırılıp yapıştığı yerin parlamasını isterlermiş. Bir eşya, bir insan, bir ruh yaralandığında, yüklendiği hatıraların, kıymetini arttırdığına inanırlarmış. Bir defa kırılan artık kırılmıştır, haklısın. Ama kendine ve hayata tutunmak için mücadele ettiği kadar güçlüdür de. Düştüğümüz yerde kırık mı kalacağız, yoksa parçalarımızı birleştirip yeniden tam olmak, başka türlü bir tam olmak için çabalayacak mıyız, mesele o. Anlıyor musun?”

Anlıyor muyuz!!! / Fatma


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder