2021 MAYIS AYI KİTABIMIZ (USTA VE MARGARİTA/ MİHAİL BULGAKOV)
Sovyet edebiyatının önde gelen adlarından olan Mihail
Bulgakov, yapıtlarının çoğunda Sovyet bürokrasisini eleştirdi; bu nedenle
Sovyet otoriteleriyle pek çok kez karşı karşıya geldi, yazdıkları sansürlendi.
Yazarın Usta ile Margarita adlı dev yapıtı ise, kendi sağlığında değil,
ölümünden yirmi altı yıl sonra, 1966'da yayınlandı. Üstelik yaklaşık seksen
sayfası çıkarılmış olarak. Yayınladığımız bu kitap, sansüre uğrayan bu
sayfaları da içeriyor. Usta ile Margarita, son derece kıvrak bir kurguyla
birbirine bağlanan ayrı öykülerden oluşuyor. Otuzlu yıllarda, Moskova'da iki
yazar, bir bankta oturmuş, İsa'nın gerçekten yaşayıp yaşamadığını
tartışmaktadırlar. Birdenbire, yandaki bankta bir adam şekillenir ve sohbete
karışır. Düzgün bir Sovyet vatandaşı gibi görünmektedir, ancak geleceği okuma
yeteneğine sahiptir ilginç yabancı. Örneğin, yazarlardan birine öleceğini
söyler, yazar gerçekten çok kısa bir süre sonra ölür. İkinci yazar ise, gene
yabancının önceden bildiği gibi delirir ve akıl hastanesine kapatılır. Yabancı
dediğimiz kişi ise, sosyalist Sovyet toplumunu ziyarete gelmiş olan şeytanın ta
kendisidir ve bu kez adı Woland'dır. Woland ve yanındaki yardımcıları,
Moskova'da fantastik bir alt üst oluşa neden olurlar; tıkır tıkır işleyen pek
çok mekanizma, Bulgakov'un keskin kara mizahıyla parçalanır, dağılır, bozulur.
Bu sırada, akıl hastanesine yatırılmış olan yazar, orada bir 'Usta'yla
karşılaşır; 'Usta', ona kendi yazdığı, Pontius Pilatus'la ilgili kitabı, ayrıca
Margarita'ya olan aşkını anlatır, ki zaten aklını kaybetmesine neden olan da,
kaleme aldığı romandır. Tabii şeytan da, Bulgakov'un müthiş canlandırma gücüyle
kılıktan kılığa girmekte, romandaki her öyküye nüfuz etmektedir. Usta ile
Margarita, yirminci yüzyıl edebiyatının başyapıtlarından.
MİHAİL BULGAKOV
KİMDİR?
Usta ile Margarita ve Köpek Kalbi kitaplarıyla tanıdığımız
Mihail Afansyeviç Bulgakov, 15 Mayıs 1891’de bugün Ukrayna’nın başkenti olan
Kiev’de doğar. İlahiyat profesörü bir babanın oğludur.
Bulgakov, 1916’da Birinci Dünya Savaşı yıllarında, tıp
fakültesinden mezun olur. O dönem, tıp mezunları, askerlik görevini ülkenin
ücra köşelerindeki küçük ve donanımsız hastanelerde doktor olarak yapıyorlardı.
Bulgakov da, Smolensk yöresinde Nikolskoye Köyü’ne giderek on sekiz ay boyunca
oradaki hastanede, pratisyen doktor olarak çalışır.
Genç Bir Köy Hekimi adlı kitabında o döneme ait anılarını
öyküleştirir. Bunların bir bölümü, 1925-1927 yılları arasında dergilerde
yayımlanır. Bulgakov’un edebiyatına damgasını vuran fantastik unsurlar ve
gerçeküstücü anlatım bu öykülerinde görülmez. Deneyim-gözlem ve birikimlerine
dayanarak kurduğu bu öykü evreni, yaşamın çıplak ve ürkütücü gerçeğini
gözlerimizin önüne serer.
Tıbbı nikahlı karısı, edebiyatı da metresi gibi gören Anton
Çehov’dan farklıdır Bulgakov, doktorluğu sevmez. Çehov mesleğini konu alarak
yazdığı öykülerinde hastalarına sevecenlik ve insancıllıkla yaklaşan, onları
iyileştirmeye çalışan doktor karakterleri çizerken, Bulgakov hastalardan çok
doktorun korkusunu öne çıkarır. Çehov’a kayıtsızdır, ondan etkilenmemiştir,
Gogol’ü sever. Palto değil, onun Burun öyküsünden etkilenen yazarlar arasında
görür kendini. Genç Bir Köy Hekimi’ndeki genç doktor karakterler tıp eğitimi
aldıkları için pişmanlık duyarlar. Bir insanı yaşama döndürmeye çalışırken
ölümüne neden olmaktan korkarlar. Bulgakov, dört yıl doktorluk yapar, 1920’den
sonra mesleğini bırakıp kendini tamamen edebiyata verir.
Mihail Bulgakov’un 1925’te yayımlanan yarı otobiyografik ilk
romanı Beyaz Muhafız, Ukrayna’nın başkenti Kiev’de yaşayan ve kendilerini
kaotik iç savaşın ortasında bulan Turbin ailesinin hikayesini anlatır.
Bulgakov, Turbinlerin yaşadığı kişisel kayıp ve etraflarını çevreleyen sosyal
karmaşa ekseninde, devrimin ve sosyal, ahlaki ve siyasi yaşamda ortaya çıkan
belirsizliklerin meydana getirdiği varoluşsal krizlerin harikulade bir
portresini ortaya koyar. Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı ile benzerlikler taşıyan
bu romanını Turbin Günleri adıyla oyunlaştırır. Komünist bir kahramana yer
vermediği gerekçesiyle Sovyet resmi çevrelerince büyük tepkiyle karşılansa da,
Stalin’in özellikle romanı çok beğendiği, Turbin Günleri‘ni on beş kez
seyrettiği söylenmiştir. Stalin’in
ilginç ilgisine karşın, Bulgakov hayatı boyunca durmadan yönetimin
eleştirilerine uğrar, sürekli sansürlenir, oyunlarını bir türlü sahneletemediği
Moskova Sanat Tiyatrosu’nda süründürülür.
Ölümcül Yumurtalar kitabı Stalin’in iktidara geldiği 1924
yılında yazılmasına karşın, 1928’de geçen bu bilimkurgu, iktidarın ve bilginin
kötüye kullanılmasının sonuçlarına işaret eden parlak bir sistem eleştirisidir.
1917 Rus Devrimi’ni izleyen çalkantılı dönemde yeni bir Rus gerçekliği ortaya
çıkarken, zooloji profesörü Persikov da bilimsel çalışmalarını sürdürmektedir.
Bu çalışmalar sırasında, tesadüfen canlı organizmaların üreme hızlarını artıran
ve onları devleştiren yeni bir kızıl ışın keşfeder. Tam da o sıralarda Sovyet
Cumhuriyetleri’nde bütün tavukları kırıp geçiren bir salgın patlak verince,
Persikov’un henüz test edilmemiş buluşu bu soruna çare olarak görülür. Ne de
olsa, bilimde kaydedilen ilerlemelerle düşmanları ve rakipleri geride bırakma,
Stalin döneminin yol gösterici ilkesidir.
Köpek Kalbi kitabını 1925 yılında kaleme almasına rağmen,
Batı’da 1968’de, SSCB’de ise 1987’de yayımlanabilir. Dünyaca ünlü Moskovalı bir
cerrah bir sokak köpeğini evine alır, ölmüş bir adamın testislerini ve beyninin
bir parçasını organ nakliyle köpeğe takar. Operasyon beklenmedik sonuçlar
doğurur. Tehlikeli bir insan-hayvan yaratılmış ve profesörün saygın yaşamı bir
kabusa dönüşmüştür. Köpek Kalbi’nde, köpekler üzerinde çalışan bir profesörden
hareketle, her şeyi bir sisteme oturtmaya çabalayan yeni rejime alegorik bir
dille karşı çıkmıştır. Kitap, absürd ve komik bir hikaye gibi ya da Rus
Devrimi’ni konu alan bir taşlama olarak okunabilir. Frankenstein’ın öyküsüne ve
Kafka’nın eserlerine benzetilebilen roman, sürrealist bir mizah dehası
sergiliyor.
1925’te Tolstoy adına düzenlenen bir edebiyat gecesinde
Lyubov Belozerskaya ile tanışır ve kısa süre sonra evlenirler. Belozerskaya’nın
donanımlı eğitimi, Fransız diline hakimiyeti, birçok kaynağı okuyup yazara
aktarımı, edebi zevki ve sanat ruhu Mihail Bulgakov’un edebiyatını da etkiler.
Lyubov Belozerskaya, Beyaz Muhafız, Köpek Kalbi, Moliere Efendi eserlerini
ithaf ettiği kişidir.
1929’da yazarın hayatının zor geçecek 3.5 yıllık derin kriz
dönemi başlar. Yayın yasağı bütün yapıtlarını kapsar hale gelir. Bu yıldan
sonra, ne kitap yayımlatabilir, ne de bir oyunu sahnelenir. Bir süre yazmaya
ara verir. Yurt dışına gitmek ister, hatta Stalin’e mektup yazar, ama izin
verilmez. Moskova Sanat Tiyatrosu’nda bir sahne arkası işi verilir. Üstelik
kendisi gibi evli olan Elena Sergeevna’ya umutsuz bir aşkla bağlanmıştır.
Elena’nın kocası Silovski ile karşılıklı silahların çekilmesinin ardından
1931’de Elena ve Bulgakov, bir daha görüşmeme kararı alarak ayrılırlar.
Mihail Bulgakov, 1936’da yazmaya başladığı Teatral Bir Roman
(Siyah Kar)’da bir oyun yazarı olarak tecrübelerinden yola çıkar ve dönemin
tiyatro dünyasının perde arkasını sunar okura. Mihail Bulgakov aslında romancı
olarak tanınsa da, yaşarken çalışmaları tiyatroya yöneliktir. Ancak, 1920’den
itibaren yazdığı oyunlar sansürlenir ve sahnelenmez. Romanına Teatral Roman ve
Bir Merhumun Notları ismini verse de yayımlanırken Teatral Bir Roman (Siyah
Kar) adıyla yayımlanır.
Eserde, Sergey Leontyeviç Maksudov, oyununun efsanevi
Bağımsız Tiyatro’da sahnelenmek üzere neredeyse rastgele bir şekilde
seçilmesiyle, bir anda kendini tiyatroculuğun akıl almaz girdabında bulur.
Bağımsız Tiyatro’nun iki yönetmeni, yapımın kontrolü için birbirleriyle
yarışırken, yıldız aktrisler tantana üstüne tantana koparmaktadır. Oyunun
sahnelenme ihtimali her provayla biraz daha azalmaktadır sanki. Maksudov,
içinden nasıl çıkacağını bilemediği bir kaosun ortasına düşmüştür. Teatral Bir
Roman (Siyah Kar) bilgisizlikler, zevksizlikler, çekememezlikler çevresinde bir
yayın ortamını yerelden evrensele yol alarak anlatıyor.
1930 yılında yazmaya başladığı baş yapıtı olan Usta ile
Margarita, sayısız oyun ve kısa öykü yazdığı on sekiz yılın ardından, 1938’de
tamamlanır. İlk yayınlandığında sansüre uğrayan, nükteli bir alaycılık ve
felsefi bir derinlik taşıyan, evrensel iyilik-kötülük sorunlarını irdeleyen bir
romandır. İlginç bir kurguya sahip olan kitap, iki farklı zamanı anlatır. 30’lu
yılların Moskova’sında İsa’nın gerçekten yaşayıp yaşamadığını tartışan iki
yazarın yanına, geleceği okuma yetisine sahip biri yanaşır, birinin yakında
öleceğini, öbürünün de delireceğini söyler. Woland adındaki bu yabancı, Sovyet
toplumunu ziyarete gelmiş şeytandan başkası değildir. Gerçekten de, yazarlardan
biri kısa bir süre sonra ölür. Delirip akıl hastanesine kapatılan öbür yazar
ise orada Usta ile karşılaşır. Usta’nın, İsa’nın çarmıha gerilmesinde büyük
rolü olan vali Pontius Pilatus’la ilgili romanını ve Margarita’ya olan aşkını
dinler. 20. yüzyılın en iyi romanlarından biri olarak bilinen kitap, fantastik
bir kurguya sahip, keskin yergili bir mizahla dolu, çoğu zaman alaycı sahneler
ile güçlü, duygusal ve acıklı anlar arasında gidip gelir.
1932 yılının Eylül ayına kadar Elena ile görüşmezler. Karşılaştıklarında
Bulgakov’un ilk sözleri “Sensiz yaşayamıyorum” olur. 4 Ekim 1932’de evlenirler.
Bulgakov’un sağlığı giderek bozulmaktadır, bu dönemde Usta
ile Margarita romanını eşinin desteğiyle bitirme mücadelesi içerisinde
geçirecektir. Elena günlüğüne şunları yazar: “İlk bölüme eklemeler yaptı ve
romanı kendisine baştan okumamı istedi. Berlioz’un cenazesi bölümünü okumaya
başlamıştım ki “Tamam… Bu kadarı yeterli… Galiba” dedi ve bir daha da tekrar
okumamı istemedi.”
Usta ile Margarita için Stalin’in Bulgakov’un hayatına
doğrudan müdahalesini merkezine oturtan bir eser olduğu, başka bir okumaya göre
ise üç roman kahramanı Woland, Usta ve Margarita sırasıyla Stalin, Bulgakov ve
Elena’nın kişiliklerinin doğrudan karşılıkları olduğu söylenir.
10 Mart 1940’ta böbrek yetmezliğinden 49 yaşında yaşama veda
eder. Usta ve Margarita ölümünden yıllarca sonra ancak 1966-67 yıllarında,
eşinin gayretleriyle Moskova Dergisi’nde yayınlanabilir. Kitaplaşması ise
1973’ü bulur.
Kaynak: Leblebi Tozu
KİTAPTAN ALINTILAR
“…, en büyük hatanız insan gözündeki manayı küçümsemeniz.
Şunu anlayın, dil gizleyebilir hakikati, ama gözler asla!”
“Karanlık bir sokağın köşesinde bir anda bitiveren bir katil
gibi, aşk önümüze dikildi; ikimizi de bir vuruşta devirdi! Yıldırım da böyle
çarpar adamı, hançer de böyle saplanır!”
"Bizi tarih yargılayacak."
“Ne yapalım, -dedi beriki düşünceli,- altı üstü insan hepsi.
Parayı seviyorlar, ama hep vardı bu... İnsanoğlu parayı sever, neden yapılmış
olursa olsun, -deridenmiş, kağıttanmış, bronzdan ya da altından, fark etmez.
Ama havailer... Ne yapalım... ve bazen merhamet duygusu temas ediyor
kalplerine... bildiğin insan işte... özetle, öncekileri hatırlatıyorlar...”
“Müteahhitin ne olduğunu biliyor musunuz peki?” diye sordu
İvan’a ziyaretçi ve aynı anda açıklamaya başladı: “Müteahhitler nadir
rastlanan bir haydut çeşididir."
“Yazarlığın ispatı kimlik değil, yazdıklarıdır!”
“Kimsem yok. Yeryüzünde tek başımayım.”
“Doğuda tek bir din yoktur ki içinde dünyaya Tanrı getirmiş
günahsız bakire olmasın”
“Başkasının malına dokunursam, patilerim kurusun!”
“- Dostoyevski öldü, dedi kadın.
- Protesto ediyorum! -diye haykırdı hararetle Behemot.
Dostoyevski ölümsüzdür!”
“Her türlü iktidar insanların üzerine kurulmuş bir baskıdır
ve öyle bir zaman gelecek ki, ne Sezar’ın iktidarı olacak ne de başka iktidar.
İnsan hakikat ve adaletin krallığına geçecek ve burada hiçbir iltidara ihtiyaç
duyulmayacak.”
“Özgür insanlarız, köle değil; gerçeği masal kılığına
sokmaya ihtiyacımız yok!”
“Derken Pilatus irkildi. Parşömenin son satırlarında şu
kelimeleri seçti: "...en büyük ayıp... korkaklık."
“Her şey acı bir sonla noktalanır:
Kısa bir süre önce dünyayı yönettiğini sanan kişi, kendini
tahtadan bir kutunun içinde kaskatı kesilmiş bulur. Çevresi de başka bir şey
yapılamayacağını düşünüp onu yakar, kül eder”
“Evet insanoğlu ölümlü. Ama bu kadarla kalsa çok önemli
değil, işin kötüsü insan beklenmedik bir anda ölüyor. İşin püf noktası bu. Ve
insan akşama ne yapacağını bile bilecek durumda değil..”
“Kötülük olmasa senin iyiliğin ne işe yarardı ve gölgeler
kaybolsa dünya nasıl görünürdü?”
“İnsanoğlu parayı sever, neden yapılmış olursa olsun, -
derindenmiş, kâğıttanmış, bronzdan ya da altından, fark etmez. Ama havailer...
Ne yapalım... ve bazen merhamet duygusu temas ediyor kaplerine... bildiğin
insan işte... özetle, öncekilerini hatırlatıyor... sadece konut sorunu bozmuş
bunları…”
“Böylece ne biletçi kadın ne yolcular, asıl önemli olan şeye
şaşırmıyorlardı: Kedinin tramvaya binmesi değil -bu önemsenmeyebilirdi- para
verip bilet almaya kalkışmasıydı dikkati çekmesi gereken!”
“Açıkcası sevgili dostum, büyük planlar yapmak işe
yaramıyor. Örneğin ben, bütün dünyayı dolaşmak istiyordum. Gördüğünüz gibi
kader bambaşka yol çıkardı karşıma. Dünyanın ancak küçücük bir parçasını görebileceğim
bundan böyle; hem en iyi bölümlerinden biri olmaktan çok uzak.”
YORUMLARIMIZ
Bazen bazı kitapları sadece okuruz, bazılarını içselleştirir
hayatımızın bir parçası haline getiririz, bazılarını eleştirir bazılarını
beğeniriz ama bazen de bazı kitapları anlamak için çaba sarf ederiz. Anlamak
için verdiğimiz uğraş bir taraftan bizi kitabın daha çok içine çekerken bir
taraftan zihnimizde yeni yeni kapılar açar. İşte Bulgakov’un klasikler arasına
çoktan girmiş olan ölümsüz eseri Usta ve Margarita, okuru anlamak için
öğrenmeye zorlayan, öğrendikçe de okurda tekrar tekrar hayranlık uyandıran
romanlardan.
Usta ve Margarita’yı anlamak ve sevmek için okurun bazı
önbilgi ve farklı pek çok konuda fikir sahibi olması gerekiyor, Stalin Rejimi,
Hristiyanlık ve edebiyat konularında önbilgi sahibi olmak okurun işini oldukça
kolaylaştırıyor. Aynı zamanda yazarın bu üç olgunun belirgin etkisiyle
şekillenen yaşamını bilmek de romanın sağlam bir zemine oturmasını sağlıyor.
Bulgakov 1891 senesinde Kiev’de dünyaya gelmiş 1940’ta vefat
edene kadar yaşamının uzun bir dönemini Moskova’da geçirmiştir. Dindar bir ailede
doğmuş ve büyümüş olan Bulgakov, ilahiyat eğitimi almak yerine doktor olmayı
tercih etmiş ancak yaşadığı ağır tifüs nedeniyle mesleğe devam edememiştir.
Bunun üzerine gazetecilik yapmaya başlamış ve sonrasında yazarlık yaparak
hayatına devam etmiştir. 1930’lu yılların Sovyet Rusya’sında yazarlık yapmak
Bulgakov gibi sistemi eleştiren, sınırsız hayal gücüne sahip, özgür düşünen
edebiyatçıları oldukça baskı altına almıştır. Bulgakov’un yazdığı tüm eserler
sansürlenmiş ve en sonunda 1930'a doğru yapıtlarının yayınlanması fiilen
yasaklanmıştır. Yaşadığı baskıların ve yapıtlarının uğradığı sansürlerin
yazarın Moskova’daki yaşamını oldukça zorlaştırması Bulgakov’u ülkeden
ayrılmaya teşvik etse de Stalin yazarın ülkeden ayrılmasına izin vermemiştir.
Yazarın yaşamından izler taşıyan Usta ve Margarita yarı
otobiyografik bir roman olarak kabul edilebilir. Kitabın ismine de adını veren
kahramanı Usta, Bulgakov’un kendisinden başkası değildir. Tıpkı Usta gibi
Bulgakov da Usta ve Margarita’nın ilk halini yakmış daha sonra Dünya
edebiyatına miras kalacak olan “El yazmaları yanmaz.” kabulünü gözler önüne
serecesine el yazmalarından başlayarak romanı tekrar yazmıştır. Yaşamının son
yıllarında görme yetisini kaybettiği için Usta ve Margarita’nın büyük kısmını
3. eşi Elenor ile tamamlamıştır.
Çok katmanlı bir roman olan Usta ve Margarita, pek çok
toplumsal meseleyi ele almakla birlikte insan doğasını da büyük bir titizlikle
incelemiştir. Okuyucusuna birbiriyle ilgisizmiş gibi gözüken üç farklı öykü
sunan romanda, Pontius Pilatus, Ivan Biezdomni ve Usta’nın hikayeleri
birbiriyle iç içedir. Okur, hem Pilatus’un hem de Usta ve Margarita’nın
hikayesini okurken ahlaki değerler, inançlar ve bu olguların öğretilerini
sorgularken, Pilatus’un şeytanla (zarar veren, yalan söyleyen, düzenbaz olanla)
karşılaşmasını, bunun gerçekliğini (kötünün varlığını) “diğerlerine”
anlatamadığı için yaşadığı çaresizliği ve en sonunda kabullenişini izleme hatta
hissetme şansı yakalamaktadır.
Yazar, baskıcı Stalin rejimi özelinde tüm totaliter rejimlerin
sanat, edebiyat, eğitim, bürokrasi gibi toplum yaşamının her alanında
gözlenebilen baskıcı, tek tipleştirici
etkisini ustalıkla ve incelikle okuyucuya aktarmıştır. Bununla birlikte
özellikle (bir bakışa göre romanın kalbi sayılabilecek) Woland ve yaverlerinin
tiyatroda sergilediği büyüleyici gösteri ve Margarita’nın (aslında tamamen iyi
niyet ve aşkla) şeytanla iş birliği yapması insanın doğası, açgözlülüğü,
riyakarlığına dair derin bir farkındalık yaratarak okuyucunun kendi içine
bakmasına aracılık etmektedir.
Sonuç olarak Usta ve Margarita bir değil birden fazla derdi olan bir romandır. Yazıldığı dönem düşünüldüğünde ( Karekteri komünist olmayan romanların yasaklandığı bir dönem) Bulgakov’un gösterdiği cesaret ve elde ettiği başarının önemi daha iyi anlaşılabilmektedir.
Yıllarca etkisi altında kalınacak bu romanı mutlaka okuyun./RANA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder