2 Ekim 2021 Cumartesi

 2021 MAYIS AYI KİTABIMIZ (USTA VE MARGARİTA/ MİHAİL BULGAKOV)

KİTAP HAKKINDA

Sovyet edebiyatının önde gelen adlarından olan Mihail Bulgakov, yapıtlarının çoğunda Sovyet bürokrasisini eleştirdi; bu nedenle Sovyet otoriteleriyle pek çok kez karşı karşıya geldi, yazdıkları sansürlendi. Yazarın Usta ile Margarita adlı dev yapıtı ise, kendi sağlığında değil, ölümünden yirmi altı yıl sonra, 1966'da yayınlandı. Üstelik yaklaşık seksen sayfası çıkarılmış olarak. Yayınladığımız bu kitap, sansüre uğrayan bu sayfaları da içeriyor. Usta ile Margarita, son derece kıvrak bir kurguyla birbirine bağlanan ayrı öykülerden oluşuyor. Otuzlu yıllarda, Moskova'da iki yazar, bir bankta oturmuş, İsa'nın gerçekten yaşayıp yaşamadığını tartışmaktadırlar. Birdenbire, yandaki bankta bir adam şekillenir ve sohbete karışır. Düzgün bir Sovyet vatandaşı gibi görünmektedir, ancak geleceği okuma yeteneğine sahiptir ilginç yabancı. Örneğin, yazarlardan birine öleceğini söyler, yazar gerçekten çok kısa bir süre sonra ölür. İkinci yazar ise, gene yabancının önceden bildiği gibi delirir ve akıl hastanesine kapatılır. Yabancı dediğimiz kişi ise, sosyalist Sovyet toplumunu ziyarete gelmiş olan şeytanın ta kendisidir ve bu kez adı Woland'dır. Woland ve yanındaki yardımcıları, Moskova'da fantastik bir alt üst oluşa neden olurlar; tıkır tıkır işleyen pek çok mekanizma, Bulgakov'un keskin kara mizahıyla parçalanır, dağılır, bozulur. Bu sırada, akıl hastanesine yatırılmış olan yazar, orada bir 'Usta'yla karşılaşır; 'Usta', ona kendi yazdığı, Pontius Pilatus'la ilgili kitabı, ayrıca Margarita'ya olan aşkını anlatır, ki zaten aklını kaybetmesine neden olan da, kaleme aldığı romandır. Tabii şeytan da, Bulgakov'un müthiş canlandırma gücüyle kılıktan kılığa girmekte, romandaki her öyküye nüfuz etmektedir. Usta ile Margarita, yirminci yüzyıl edebiyatının başyapıtlarından.

MİHAİL BULGAKOV KİMDİR?

 

Usta ile Margarita ve Köpek Kalbi kitaplarıyla tanıdığımız Mihail Afansyeviç Bulgakov, 15 Mayıs 1891’de bugün Ukrayna’nın başkenti olan Kiev’de doğar. İlahiyat profesörü bir babanın oğludur.

Bulgakov, 1916’da Birinci Dünya Savaşı yıllarında, tıp fakültesinden mezun olur. O dönem, tıp mezunları, askerlik görevini ülkenin ücra köşelerindeki küçük ve donanımsız hastanelerde doktor olarak yapıyorlardı. Bulgakov da, Smolensk yöresinde Nikolskoye Köyü’ne giderek on sekiz ay boyunca oradaki hastanede, pratisyen doktor olarak çalışır.

Genç Bir Köy Hekimi adlı kitabında o döneme ait anılarını öyküleştirir. Bunların bir bölümü, 1925-1927 yılları arasında dergilerde yayımlanır. Bulgakov’un edebiyatına damgasını vuran fantastik unsurlar ve gerçeküstücü anlatım bu öykülerinde görülmez. Deneyim-gözlem ve birikimlerine dayanarak kurduğu bu öykü evreni, yaşamın çıplak ve ürkütücü gerçeğini gözlerimizin önüne serer.

Tıbbı nikahlı karısı, edebiyatı da metresi gibi gören Anton Çehov’dan farklıdır Bulgakov, doktorluğu sevmez. Çehov mesleğini konu alarak yazdığı öykülerinde hastalarına sevecenlik ve insancıllıkla yaklaşan, onları iyileştirmeye çalışan doktor karakterleri çizerken, Bulgakov hastalardan çok doktorun korkusunu öne çıkarır. Çehov’a kayıtsızdır, ondan etkilenmemiştir, Gogol’ü sever. Palto değil, onun Burun öyküsünden etkilenen yazarlar arasında görür kendini. Genç Bir Köy Hekimi’ndeki genç doktor karakterler tıp eğitimi aldıkları için pişmanlık duyarlar. Bir insanı yaşama döndürmeye çalışırken ölümüne neden olmaktan korkarlar. Bulgakov, dört yıl doktorluk yapar, 1920’den sonra mesleğini bırakıp kendini tamamen edebiyata verir.

Mihail Bulgakov’un 1925’te yayımlanan yarı otobiyografik ilk romanı Beyaz Muhafız, Ukrayna’nın başkenti Kiev’de yaşayan ve kendilerini kaotik iç savaşın ortasında bulan Turbin ailesinin hikayesini anlatır. Bulgakov, Turbinlerin yaşadığı kişisel kayıp ve etraflarını çevreleyen sosyal karmaşa ekseninde, devrimin ve sosyal, ahlaki ve siyasi yaşamda ortaya çıkan belirsizliklerin meydana getirdiği varoluşsal krizlerin harikulade bir portresini ortaya koyar. Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı ile benzerlikler taşıyan bu romanını Turbin Günleri adıyla oyunlaştırır. Komünist bir kahramana yer vermediği gerekçesiyle Sovyet resmi çevrelerince büyük tepkiyle karşılansa da, Stalin’in özellikle romanı çok beğendiği, Turbin Günleri‘ni on beş kez seyrettiği söylenmiştir. Stalin’in  ilginç ilgisine karşın, Bulgakov hayatı boyunca durmadan yönetimin eleştirilerine uğrar, sürekli sansürlenir, oyunlarını bir türlü sahneletemediği Moskova Sanat Tiyatrosu’nda süründürülür.

Ölümcül Yumurtalar kitabı Stalin’in iktidara geldiği 1924 yılında yazılmasına karşın, 1928’de geçen bu bilimkurgu, iktidarın ve bilginin kötüye kullanılmasının sonuçlarına işaret eden parlak bir sistem eleştirisidir. 1917 Rus Devrimi’ni izleyen çalkantılı dönemde yeni bir Rus gerçekliği ortaya çıkarken, zooloji profesörü Persikov da bilimsel çalışmalarını sürdürmektedir. Bu çalışmalar sırasında, tesadüfen canlı organizmaların üreme hızlarını artıran ve onları devleştiren yeni bir kızıl ışın keşfeder. Tam da o sıralarda Sovyet Cumhuriyetleri’nde bütün tavukları kırıp geçiren bir salgın patlak verince, Persikov’un henüz test edilmemiş buluşu bu soruna çare olarak görülür. Ne de olsa, bilimde kaydedilen ilerlemelerle düşmanları ve rakipleri geride bırakma, Stalin döneminin yol gösterici ilkesidir.

Köpek Kalbi kitabını 1925 yılında kaleme almasına rağmen, Batı’da 1968’de, SSCB’de ise 1987’de yayımlanabilir. Dünyaca ünlü Moskovalı bir cerrah bir sokak köpeğini evine alır, ölmüş bir adamın testislerini ve beyninin bir parçasını organ nakliyle köpeğe takar. Operasyon beklenmedik sonuçlar doğurur. Tehlikeli bir insan-hayvan yaratılmış ve profesörün saygın yaşamı bir kabusa dönüşmüştür. Köpek Kalbi’nde, köpekler üzerinde çalışan bir profesörden hareketle, her şeyi bir sisteme oturtmaya çabalayan yeni rejime alegorik bir dille karşı çıkmıştır. Kitap, absürd ve komik bir hikaye gibi ya da Rus Devrimi’ni konu alan bir taşlama olarak okunabilir. Frankenstein’ın öyküsüne ve Kafka’nın eserlerine benzetilebilen roman, sürrealist bir mizah dehası sergiliyor.

1925’te Tolstoy adına düzenlenen bir edebiyat gecesinde Lyubov Belozerskaya ile tanışır ve kısa süre sonra evlenirler. Belozerskaya’nın donanımlı eğitimi, Fransız diline hakimiyeti, birçok kaynağı okuyup yazara aktarımı, edebi zevki ve sanat ruhu Mihail Bulgakov’un edebiyatını da etkiler. Lyubov Belozerskaya, Beyaz Muhafız, Köpek Kalbi, Moliere Efendi eserlerini ithaf ettiği kişidir.

 

1929’da yazarın hayatının zor geçecek 3.5 yıllık derin kriz dönemi başlar. Yayın yasağı bütün yapıtlarını kapsar hale gelir. Bu yıldan sonra, ne kitap yayımlatabilir, ne de bir oyunu sahnelenir. Bir süre yazmaya ara verir. Yurt dışına gitmek ister, hatta Stalin’e mektup yazar, ama izin verilmez. Moskova Sanat Tiyatrosu’nda bir sahne arkası işi verilir. Üstelik kendisi gibi evli olan Elena Sergeevna’ya umutsuz bir aşkla bağlanmıştır. Elena’nın kocası Silovski ile karşılıklı silahların çekilmesinin ardından 1931’de Elena ve Bulgakov, bir daha görüşmeme kararı alarak ayrılırlar.

Mihail Bulgakov, 1936’da yazmaya başladığı Teatral Bir Roman (Siyah Kar)’da bir oyun yazarı olarak tecrübelerinden yola çıkar ve dönemin tiyatro dünyasının perde arkasını sunar okura. Mihail Bulgakov aslında romancı olarak tanınsa da, yaşarken çalışmaları tiyatroya yöneliktir. Ancak, 1920’den itibaren yazdığı oyunlar sansürlenir ve sahnelenmez. Romanına Teatral Roman ve Bir Merhumun Notları ismini verse de yayımlanırken Teatral Bir Roman (Siyah Kar) adıyla yayımlanır.

 

Eserde, Sergey Leontyeviç Maksudov, oyununun efsanevi Bağımsız Tiyatro’da sahnelenmek üzere neredeyse rastgele bir şekilde seçilmesiyle, bir anda kendini tiyatroculuğun akıl almaz girdabında bulur. Bağımsız Tiyatro’nun iki yönetmeni, yapımın kontrolü için birbirleriyle yarışırken, yıldız aktrisler tantana üstüne tantana koparmaktadır. Oyunun sahnelenme ihtimali her provayla biraz daha azalmaktadır sanki. Maksudov, içinden nasıl çıkacağını bilemediği bir kaosun ortasına düşmüştür. Teatral Bir Roman (Siyah Kar) bilgisizlikler, zevksizlikler, çekememezlikler çevresinde bir yayın ortamını yerelden evrensele yol alarak anlatıyor.

1930 yılında yazmaya başladığı baş yapıtı olan Usta ile Margarita, sayısız oyun ve kısa öykü yazdığı on sekiz yılın ardından, 1938’de tamamlanır. İlk yayınlandığında sansüre uğrayan, nükteli bir alaycılık ve felsefi bir derinlik taşıyan, evrensel iyilik-kötülük sorunlarını irdeleyen bir romandır. İlginç bir kurguya sahip olan kitap, iki farklı zamanı anlatır. 30’lu yılların Moskova’sında İsa’nın gerçekten yaşayıp yaşamadığını tartışan iki yazarın yanına, geleceği okuma yetisine sahip biri yanaşır, birinin yakında öleceğini, öbürünün de delireceğini söyler. Woland adındaki bu yabancı, Sovyet toplumunu ziyarete gelmiş şeytandan başkası değildir. Gerçekten de, yazarlardan biri kısa bir süre sonra ölür. Delirip akıl hastanesine kapatılan öbür yazar ise orada Usta ile karşılaşır. Usta’nın, İsa’nın çarmıha gerilmesinde büyük rolü olan vali Pontius Pilatus’la ilgili romanını ve Margarita’ya olan aşkını dinler. 20. yüzyılın en iyi romanlarından biri olarak bilinen kitap, fantastik bir kurguya sahip, keskin yergili bir mizahla dolu, çoğu zaman alaycı sahneler ile güçlü, duygusal ve acıklı anlar arasında gidip gelir.

1932 yılının Eylül ayına kadar Elena ile görüşmezler. Karşılaştıklarında Bulgakov’un ilk sözleri “Sensiz yaşayamıyorum” olur. 4 Ekim 1932’de evlenirler.

 

Bulgakov’un sağlığı giderek bozulmaktadır, bu dönemde Usta ile Margarita romanını eşinin desteğiyle bitirme mücadelesi içerisinde geçirecektir. Elena günlüğüne şunları yazar: “İlk bölüme eklemeler yaptı ve romanı kendisine baştan okumamı istedi. Berlioz’un cenazesi bölümünü okumaya başlamıştım ki “Tamam… Bu kadarı yeterli… Galiba” dedi ve bir daha da tekrar okumamı istemedi.”

 

Usta ile Margarita için Stalin’in Bulgakov’un hayatına doğrudan müdahalesini merkezine oturtan bir eser olduğu, başka bir okumaya göre ise üç roman kahramanı Woland, Usta ve Margarita sırasıyla Stalin, Bulgakov ve Elena’nın kişiliklerinin doğrudan karşılıkları olduğu söylenir.

10 Mart 1940’ta böbrek yetmezliğinden 49 yaşında yaşama veda eder. Usta ve Margarita ölümünden yıllarca sonra ancak 1966-67 yıllarında, eşinin gayretleriyle Moskova Dergisi’nde yayınlanabilir. Kitaplaşması ise 1973’ü bulur.

Kaynak: Leblebi Tozu

KİTAPTAN ALINTILAR

“…, en büyük hatanız insan gözündeki manayı küçümsemeniz. Şunu anlayın, dil gizleyebilir hakikati, ama gözler asla!”

“Karanlık bir sokağın köşesinde bir anda bitiveren bir katil gibi, aşk önümüze dikildi; ikimizi de bir vuruşta devirdi! Yıldırım da böyle çarpar adamı, hançer de böyle saplanır!”

"Bizi tarih yargılayacak."

“Ne yapalım, -dedi beriki düşünceli,- altı üstü insan hepsi. Parayı seviyorlar, ama hep vardı bu... İnsanoğlu parayı sever, neden yapılmış olursa olsun, -deridenmiş, kağıttanmış, bronzdan ya da altından, fark etmez. Ama havailer... Ne yapalım... ve bazen merhamet duygusu temas ediyor kalplerine... bildiğin insan işte... özetle, öncekileri hatırlatıyorlar...”

“Müteahhitin ne olduğunu biliyor musunuz peki?” diye sordu İvan’a ziyaretçi ve aynı anda açıklamaya baş­ladı: “Müteahhitler nadir rastlanan bir haydut çeşididir."

“Yazarlığın ispatı kimlik değil, yazdıklarıdır!”

“Kimsem yok. Yeryüzünde tek başımayım.”

“Doğuda tek bir din yoktur ki içinde dünyaya Tanrı getirmiş günahsız bakire olmasın”

“Başkasının malına dokunursam, patilerim kurusun!”

“- Dostoyevski öldü, dedi kadın.

- Protesto ediyorum! -diye haykırdı hararetle Behemot. Dostoyevski ölümsüzdür!”

“Her türlü iktidar insanların üzerine kurulmuş bir baskıdır ve öyle bir zaman gelecek ki, ne Sezar’ın iktidarı olacak ne de başka iktidar. İnsan hakikat ve adaletin krallığına geçecek ve burada hiçbir iltidara ihtiyaç duyulmayacak.”

“Özgür insanlarız, köle değil; gerçeği masal kılığına sokmaya ihtiyacımız yok!”

“Derken Pilatus irkildi. Parşömenin son satırlarında şu kelimeleri seçti: "...en büyük ayıp... korkaklık."

“Her şey acı bir sonla noktalanır:

Kısa bir süre önce dünyayı yönettiğini sanan kişi, kendini tahtadan bir kutunun içinde kaskatı kesilmiş bulur. Çevresi de başka bir şey yapılamayacağını düşünüp onu yakar, kül eder”

“Evet insanoğlu ölümlü. Ama bu kadarla kalsa çok önemli değil, işin kötüsü insan beklenmedik bir anda ölüyor. İşin püf noktası bu. Ve insan akşama ne yapacağını bile bilecek durumda değil..”

“Kötülük olmasa senin iyiliğin ne işe yarardı ve gölgeler kaybolsa dünya nasıl görünürdü?”

“İnsanoğlu parayı sever, neden yapılmış olursa olsun, - derindenmiş, kâğıttanmış, bronzdan ya da altından, fark etmez. Ama havailer... Ne yapalım... ve bazen merhamet duygusu temas ediyor kaplerine... bildiğin insan işte... özetle, öncekilerini hatırlatıyor... sadece konut sorunu bozmuş bunları…”

“Böylece ne biletçi kadın ne yolcular, asıl önemli olan şeye şaşırmıyorlardı: Kedinin tramvaya binmesi değil -bu önemsenmeyebilirdi- para verip bilet almaya kalkışmasıydı dikkati çekmesi gereken!”

“Açıkcası sevgili dostum, büyük planlar yapmak işe yaramıyor. Örneğin ben, bütün dünyayı dolaşmak istiyordum. Gördüğünüz gibi kader bambaşka yol çıkardı karşıma. Dünyanın ancak küçücük bir parçasını görebileceğim bundan böyle; hem en iyi bölümlerinden biri olmaktan çok uzak.”

YORUMLARIMIZ

Bazen bazı kitapları sadece okuruz, bazılarını içselleştirir hayatımızın bir parçası haline getiririz, bazılarını eleştirir bazılarını beğeniriz ama bazen de bazı kitapları anlamak için çaba sarf ederiz. Anlamak için verdiğimiz uğraş bir taraftan bizi kitabın daha çok içine çekerken bir taraftan zihnimizde yeni yeni kapılar açar. İşte Bulgakov’un klasikler arasına çoktan girmiş olan ölümsüz eseri Usta ve Margarita, okuru anlamak için öğrenmeye zorlayan, öğrendikçe de okurda tekrar tekrar hayranlık uyandıran romanlardan.

Usta ve Margarita’yı anlamak ve sevmek için okurun bazı önbilgi ve farklı pek çok konuda fikir sahibi olması gerekiyor, Stalin Rejimi, Hristiyanlık ve edebiyat konularında önbilgi sahibi olmak okurun işini oldukça kolaylaştırıyor. Aynı zamanda yazarın bu üç olgunun belirgin etkisiyle şekillenen yaşamını bilmek de romanın sağlam bir zemine oturmasını sağlıyor.

Bulgakov 1891 senesinde Kiev’de dünyaya gelmiş 1940’ta vefat edene kadar yaşamının uzun bir dönemini Moskova’da geçirmiştir. Dindar bir ailede doğmuş ve büyümüş olan Bulgakov, ilahiyat eğitimi almak yerine doktor olmayı tercih etmiş ancak yaşadığı ağır tifüs nedeniyle mesleğe devam edememiştir. Bunun üzerine gazetecilik yapmaya başlamış ve sonrasında yazarlık yaparak hayatına devam etmiştir. 1930’lu yılların Sovyet Rusya’sında yazarlık yapmak Bulgakov gibi sistemi eleştiren, sınırsız hayal gücüne sahip, özgür düşünen edebiyatçıları oldukça baskı altına almıştır. Bulgakov’un yazdığı tüm eserler sansürlenmiş ve en sonunda 1930'a doğru yapıtlarının yayınlanması fiilen yasaklanmıştır. Yaşadığı baskıların ve yapıtlarının uğradığı sansürlerin yazarın Moskova’daki yaşamını oldukça zorlaştırması Bulgakov’u ülkeden ayrılmaya teşvik etse de Stalin yazarın ülkeden ayrılmasına izin vermemiştir.

Yazarın yaşamından izler taşıyan Usta ve Margarita yarı otobiyografik bir roman olarak kabul edilebilir. Kitabın ismine de adını veren kahramanı Usta, Bulgakov’un kendisinden başkası değildir. Tıpkı Usta gibi Bulgakov da Usta ve Margarita’nın ilk halini yakmış daha sonra Dünya edebiyatına miras kalacak olan “El yazmaları yanmaz.” kabulünü gözler önüne serecesine el yazmalarından başlayarak romanı tekrar yazmıştır. Yaşamının son yıllarında görme yetisini kaybettiği için Usta ve Margarita’nın büyük kısmını 3. eşi Elenor ile tamamlamıştır.

Çok katmanlı bir roman olan Usta ve Margarita, pek çok toplumsal meseleyi ele almakla birlikte insan doğasını da büyük bir titizlikle incelemiştir. Okuyucusuna birbiriyle ilgisizmiş gibi gözüken üç farklı öykü sunan romanda, Pontius Pilatus, Ivan Biezdomni ve Usta’nın hikayeleri birbiriyle iç içedir. Okur, hem Pilatus’un hem de Usta ve Margarita’nın hikayesini okurken ahlaki değerler, inançlar ve bu olguların öğretilerini sorgularken, Pilatus’un şeytanla (zarar veren, yalan söyleyen, düzenbaz olanla) karşılaşmasını, bunun gerçekliğini (kötünün varlığını) “diğerlerine” anlatamadığı için yaşadığı çaresizliği ve en sonunda kabullenişini izleme hatta hissetme şansı yakalamaktadır.

Yazar, baskıcı Stalin rejimi özelinde tüm totaliter rejimlerin sanat, edebiyat, eğitim, bürokrasi gibi toplum yaşamının her alanında gözlenebilen  baskıcı, tek tipleştirici etkisini ustalıkla ve incelikle okuyucuya aktarmıştır. Bununla birlikte özellikle (bir bakışa göre romanın kalbi sayılabilecek) Woland ve yaverlerinin tiyatroda sergilediği büyüleyici gösteri ve Margarita’nın (aslında tamamen iyi niyet ve aşkla) şeytanla iş birliği yapması insanın doğası, açgözlülüğü, riyakarlığına dair derin bir farkındalık yaratarak okuyucunun kendi içine bakmasına aracılık etmektedir.

Sonuç olarak Usta ve Margarita bir değil birden fazla derdi olan bir romandır. Yazıldığı dönem düşünüldüğünde ( Karekteri komünist olmayan romanların yasaklandığı bir dönem) Bulgakov’un gösterdiği cesaret ve elde ettiği başarının önemi daha iyi anlaşılabilmektedir. 

Yıllarca etkisi altında kalınacak bu romanı mutlaka okuyun./RANA

 








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder