KİTAP HAKKINDA
Kuzey Avrupa’nın yaşayan en büyük yazarları arasında gösterilen Dag Solstad ilk kez Türkçede.
Ellili yaşlarındaki edebiyat öğretmeni Elias Rukla için sıradan bir gündür: Yıllardır yaptığı gibi, sevdiği bir eseri (Henrik Ibsen’in Yaban Ördeği’ni) bir sınıf dolusu ilgisiz lise öğrencisine heyecanla yorumlamaya başlar. Ne var ki görünüşte küçük bir olay hiç beklenmedik bir krizi tetikleyecek, Elias’ın hayatında derin izler bırakmış bir dostluğun hatırasına dönmesine, evliliğini, kendisini ve içinde yaşadığı toplumu sorgulamasına yol açacaktır.
Mahcubiyet ve Haysiyet, yükte hafif pahada ağır, dili ve
atmosferiyle akılda yer eden, okuyanların tekrar tekrar dönmek isteyeceği o
özel romanlardan.
“Bütünüyle hipnotize edici, bütünüyle insancıl bir yazar.”
“Solstad’ın dili, eski görünen yeni bir zarafetle parıldar ve
taklit edilemeyen, enerji dolu, kendine özgü bir ışıltı yayar.”
DAG SOLSTAD KİMDİR?
Dag Solstad (d. 16 Temmuz 1941), Norveçli bir yazardır.
Roman, kısa öykü ve oyun alanlarında eserleri bulunmaktadır. Norveç’in en büyük
endüstriyel komplekslerinden birinin resmi tarihi ile Dünya Kupası gibi konular
da dahil olmak üzere 30'a yakın kitap yazmıştır ve çalışmaları Türkçe dahil 20
dile çevrilmiştir. Eserleri Türkiye'de Yapı Kredi Yayınları ve Jaguar Kitap
tarafından basılmaktadır.
Solstad, Norveç Edebiyat Eleştirmenleri Ödülü'nü üç kez
kazanırken Kuzey Avrupa Edebiyat Ödülü’nü de almıştır. Ödülleri arasında ayrıca
Mads Wiel Nygaards Endowment (1969), İskandinav Kurulu Edebiyat Ödülü (1989),
Brage Ödülü (2006) de yer almaktadır.
İlk kitapları, Marksist-Leninist görüşe eğilimli siyasi
vurguları nedeniyle tartışmalı kabul edilse de Solstad, kendi kuşağının
Norveç'teki en iyi yazarlarından biri olarak kabul edilmektedir ve farklı
yazarların övgüsünü toplamaktadır.
Solstad, Knut Hamsun'dan etkilenerek yazar olduğunu
belirtmektedir. Eserlerinde felsefi vurgulara sahip, farklı konulara temas
eden, varoluşçu yazım tarzı ile kendine has bir üsluba sahiptir.
ROMANLARI
Irr! Grönt! (1969)
Arild Asnes, 1970 (1971)
25. septemberplassen (1974)
Svik. Forkrigsår (1977)
Krig. 1940 (1978)
Brød og våpen (1980)
Gymnaslærer Pedersens beretning om den store politiske
vekkelse som har hjemsøkt vårt land (1982) - (Lise Öğretmeni Pedersen’in
Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyasi Uyanışa Dair Anlatısı, Çev. Banu
Gürsaler-Syvertsen, Yapı Kredi Yayınları, ISBN 978-975-08-4682-3).
Forsøk på å beskrive det ugjennomtrengelige (1984)
Roman 1987 (1987)
Medaljens forside (1990)
Ellevte roman, bok atten (1992) - (On Birinci Roman, On
Sekizinci Kitap, Çev. Banu Gürsaler-Syvertsen, Yapı Kredi Yayınları, ISBN
978-975-08-5330-2).
Genanse og verdighet (1994) - (Mahcubiyet ve Haysiyet, Çev.
Banu Gürsaler-Syvertsen, Yapı Kredi Yayınları, ISBN 978-975-08-4287-0).
Professor Andersens natt (1996) - (Profesör Andersen’in
Gecesi, Çev. Banu Gürsaler-Syvertsen, Yapı Kredi Yayınları, ISBN
978-975-08-5075-2).
T. Singer (1999) - (T. Singer, Çev. Deniz Canefe, Jaguar
Kitap, ISBN 9786257027137).
16/07/41 (2002)
Armand V. Fotnote til en uutgravd roman (2006) - (Armand V.,
Çev. Deniz Canefe, Jaguar Kitap, ISBN 9786257027311).
17. roman (2009)
Det uoppløselige episke element i Telemark i perioden
1591-1896 (2013)
Tredje, og siste, roman om Bjørn Hansen (2019)
ALDIĞI ÖDÜLLER
Mads Wiel Nygaard's Endowment, 1969
Norveç Eleştirmenleri Edebiyat Ödülü 1969, Irr için! Grönt!
için
Språklig samlings litteraturpris 1982
İskandinav Kurulu Edebiyat Ödülü 1989, Roman 1987 için
Norveç Eleştirmenleri Edebiyat Ödülü 1992, Onbirinci Roman
Onsekizinci Kitap için
Dobloug Ödülü 1996
Gyldendalprisen 1996
Brage Ödülü Onur Ödülü 1998
Norveç Eleştirmenleri Edebiyat Ödülü 1999, T. Singer için
Vestfolds Litteraturpris 2001
Aschehoug Ödülü 2004
Brage Ödülü 2006, Armand V. Fotnother til en uutgravd roman
için
İsveç Akademisi İskandinav Ödülü 2017.
KİTAPTAN ALINTILAR
“Asla bütünlenemeyecek yarım bir insan olduğunun
bilincindeydi.”
"Bir insanın elinden hayatı boyunca kendisini kandırdığı
şeyi aldığınız anda mutluluğunu da bitirirsiniz."
"... hızlı adımlarla yürümeye devam ederken, belki de
kalabalıkta kaybederim kendimi diye belirsiz bir duygu geçti içinden"
“insan kaybettiği parıltısını özler”
“Gülümsemeye, hayata ve hayatın kendisinde biçtiği role
aldırmıyormuş gibi davranmaya çalıştı ama başarılı olamadı.”
“İnsanlar ölüm karşısında bile durup düşünmüyorlar, diye
geçirdi içinden, akıllarını başlarına almıyor, biraz alçakgönüllülük
göstermiyorlar, hiç kimse kendi kendine sormak zorunda olduğu temel birkaç
soruyu sormuyor, boş verip geçiyor.”
“uyanmak ve yeni güne başlamakta daima isteksizdi, uykusuna
adeta sımsıkı sarılır, bırakmazdı”
“En son ne zaman biriyle sohbet ettin?”
“Hayaller susuzluğu gideriyor.”
“Ancak size söz veremiyorum, hatta tam tersini söylüyorum,
bununla birlikte cesaretinizi kaybetmeyiniz
ve benim romanlarımdan birine karakter olarak giremeseniz de hayatınıza
eskisi gibi devam ediniz.”
“Bir çağ kapanmıştı ve toplumsal konularla ilgili bir birey
olarak Elias Rukla'yı da beraberinde götürmüştü, zira Elias tam da bu çağda
kendini gençleri eğiten bir kamu görevlisi olmaya adamıştı. Yeni bir çağda
gençleri eğitmeye niyeti yoktu, bunu yapabilecek vasıflara da sahip değildi
zaten. İşte bu kadar basit. Durum bu kadar basit, diye bağırdı. Lanet olsun,
durum bu. Dört bir tarafta çöküntü var. Etrafına bir bak, diye haykırdı. Artık
uzun uzun konuşamıyorsun bile, lanet olsun. En son ne zaman biriyle sohbet
ettin? Bir yılı geçmiştir herhalde, diye düşündü. Sana anlamlı gelecek bir şey
bulabilmek için ticari çıkarlardan oluşmuş bir kümenin arasından seçip
ayıklaman gerekiyor, diye ekledi. İnsanı konuşmaktan alıkoyar bu. Bu kümeye de
demokrasi adını veriyorlar. Evet, ben buna küme diyorum, böyle deyince de halkı
aşağıladığımı iddia ediyorlar, diye öfkeyle geçirdi aklından. Belki de
haklılar, belki de artık ben gerçekten demokrasiye inanmıyorum.”
“Yoksul kitlelerin nasıl da başkentte yaşamanın cazibesine
kapılıp oraya akın ettiklerini gözleriyle görmüştü. Yoksul ve renksiz günleri
köylerinde bırakarak metropolün kenarına ilişmiş umarsız bir gecekondu
dünyasına göç ediyor ve ömür boyu da oradan ayrılmıyorlardı. Geldikleri yerde
daha iyi bir hayatları vardı ama yine de metropollere göçüyor ve dişleriyle
tırnaklarıyla orada tutunmaya çalışıyorlardı. Neden? Çünkü insanlar cazibeye
kapılıyorlardı. Büyük arabaların, televizyon programlarının, lüks lokantaların,
trafik keşmekeşinin, sinemaların reklam ışıklarının, piyango çekilişlerinin,
duvarların arkasında kapılarında silahlı güvenlikçilerin beklediği villaların
ve bütün bunlarla aynı çağda yaşamanın dayanılmaz cazibesine. Açlıktan mideleri
kazınsa da televizyonda gösterilenlerle aynı çağda yaşıyor olmak insana bunu
unutturuyor. Hayaller susuzluğu gideriyor. Hayaller tatmin ediyor!”
"Ülkede verilen en yüksek zorunlu eğitimden geçmiş
gençler arasında uygarlıktan hiç nasibini almamış ve bunu gizleyecek kadar
terbiyesi olmayan, hatta bundan dolayı hicap duymayanlar da bulunuyormuş
demek... "
“Kadın olsun, erkek olsun herkesin başına gelen, ancak
kadınlar açısından cazibelerini yitirmek olarak anlaşılan doğal ve biyolojik
bir sürecin sonucunda yüzü sarkmıştı, kadınlar bu gerçeği kabul etmeyip de
hayatı doğal sürecinde yaşamak yerine, genç kızlıklarındaki gibi görünmek üzere
bu sürece direndikleri taktirde ortaya zavallıca sonuçlar çıkabiliyordu.”
“Ölüm acısıyla burun buruna gelen herkes karşısındakileri
etkileyen azametli bir duruş sergileyebilir. Ancak bu ne kadar devam eder
dersiniz?”
“Düşmüştü artık, bundan geri dönüş yoktu, kalkmaya gönlü de
yoktu, hatta gelip kaldırsalar bile kalmayacaktı.”
“Her günkü gibi özenerek tertemiz bir gömlek giymişti
üzerine, bu çağda ve bu koşullar altında yaşamak zorunda kalmanın verdiği ve
bir türlü kurtulamadığı rahatsızlığı bir nebze hafifletiyordu bu gömlek”
“Tedavülden kalkmış bir insan, demode, külüstür, son kullanma
tarihi geçmiş bir öğretmen gibi hissediyordu kendini.”
YORUMLARIMIZ
MAHCUBİYET VE HAYSİYET
Öğretmenlik mesleği hakkında üzerinde sözü olmayacak, yorum
yapmayacak kimse yoktur. Herkesin bir fikri vardır çünkü. Başka hiçbir meslekte
olmayacak kadar. Aşırı yüceltme ile değersizleşme sarmalında salınır gider.
Oysa çok karmaşık çok yönlü ve bulunduğunuz sınıf ortamındaki insan sayısı
kadar da duygu ve düşünce yoğunluğunu içeren bir etkileşimdir öğretmenlik. Bu
yazı öğretmenlik üzerine değil elbette. Yazım tamamen Dog Solstad’ın Mahcubiyet
ve Haysiyet romanı hakkında.
Norveç’in önemli yazarlarından biri olan Dog Soltsad’ın bu
romanına lisede edebiyat öğretmenliği yapan Elias Rukla’nın bir gün sınıfta her
yıl müfredat konusu olan klasik metin olan Henrik İbsen’in Yaban Ördeği oyunu
işlenirken; sisteme, öğrencilere, kendine dair sorgulamaları sonrasında, okul
çıkışı şemsiyesinin açılmayışı üzerine geçirdiği sinir kriziyle başlıyor. Bu
çok basitmiş gibi görünen ve hatta öğretmen olarak neredeyse her gün
yaşadığımız duygusal iniş çıkışlarımız tabi ki Dog Solstad’ın kaleminden çok
ustalıklı gelişiyor. Elias Rukla adındaki öğretmen karakterimiz Yaban Ördeği
oyununu her yıl anlatıyor edebiyat dersinde. Ancak o gün başka bir açıdan
görüyor oyundaki bazı şeyleri. Onun gördüklerini öğrencilerin de görmesini
istiyor tabi. O duygudaşlığı yaşamadığı gibi öğrencilerin konuyla
ilgisizlikleri, sıkılmaları yaşları gereği ciddiye almamaları o gün fazladan
canını sıkıyor öğretmenin. Konunun bu kısmında bize de Yaban Ördeği oyununu
okutma görevi veriyor tabi. Başka türlü bağlamı yakalayamayacağız. Çünkü Yaban
Ördeği oyununda doktor karakterinin söylediği “bir insanın elinden hayatı
boyunca kendisini kandırdığı şeyi aldığınız anda mutluluğunu da bitirirsiniz”
sözü roman karakterimizin hayatı boyunca evliliği, işi, arkadaşıyla ilişkisi,
sistemle ilişkisi aslında hayatı varoluşsal anlamda anlamlı kılmaya çalıştığı
tüm bağların altındaki “inanmak istediği yalanlar” olduğunu görüyoruz.
Görüyoruz diyorum ama bunu sanki karşımızda bir arkadaşımız var da onunla
sohbet ederek düşüncelere dalıyoruz. Zaten tam bir orta sınıf sorunları
bahsettikleri. Öğretmen olmamız, eşimiz dostumuz, iş arkadaşlarımız, tüketmeye
odaklanmış tüketici bireyler olarak özdeşim kurmakta hiç zorlanmıyoruz. Hatta
dünyanın en yüksek refah seviyesine sahip Norveç’te bunlar yaşanıyorsa biz ne
yapalım diyerek rahatlıyoruz bile. Ama işte tek fark bu bizim yaşadığımız
ekonomik ve toplumsal sorunların orada kırk elli yıl önce yaşanmış olması.
Ben Dog Solstadı iki yıl önce keşfettim. Hep de yaz kitapları
olarak okudum onu. Diğer kitaplarını da aynı keyifle okudum. Dog Solstad çünkü
hep modern dünya insanı ve onun içinde bulunduğu koşullardan bahsediyor ama
yarattığı dünyalar ve yazım biçimi, kurgusu hep şaşırtıcı hep heyecan verici.
Bu keyifi yaşamanız dileğiyle…
FATMA DEMİRCİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder