3 Aralık 2022 Cumartesi

 HAVALI OKURLAR 2022 YAZ KİTAPLARIMIZDAN 

"ONCA YOKSULLUK VARKEN/ EMİLE AJAR_ ROMAİN GARY"

 

KİTAP HAKKINDA

Onca Yoksulluk Varken (özgün adı La vie devant soi), Fransız yazar Romain Gary'nin Émile Ajar‎ takma adıyla yazdığı ve 1975 yılında Goncourt Ödülü kazandığı romanıdır. "Madame Rosa" adında, Madam Rosa'yı Fransız oyuncu Simone Signoret'in oynadığı bir film uyarlaması çekilmiştir.

Emile Ajar, Fransız edebiyatının önemli isimlerinden Romain Gary’nin “yalnızca kendim olmaktan bıkmıştım” diyerek yarattığı bir müstear. Yazarın bu isimle kaleme aldığı romanlar arasında en unutulmaz olanı ise Onca Yoksulluk Varken elbette. Annesi bir hayat kadını olan Arap çocuğu Momo ile ona kol kanat geren Madam Rosa’nın bazen oldukça eğlenceli, bazen de göz yaşartıcı derecede duygusal ilişkisini anlatan roman, hayata dair söyledikleriyle yayımlanır yayımlanmaz bir külte dönüştü. Vivet Kanetti’nin ustalıklı çevirisinin de etkisiyle Türkiye’de de çok sevilen roman, birçok yazara ilham kaynağı oldu.

İlk olarak 1956 yılında, Cennetin Kökleri (Les racines du ciel) romanıyla Goncourt Ödülü'nü kazanan Gary, daha sonra kimi romanlarını "Émile Ajar‎" takma adıyla yazmaya başlamıştır. Onca Yoksulluk Varken romanını da, kimin olduğu o dönem epeyce tartışılmış olan bu adla yazmıştır. Böylece, Fransa'da bir yazara ancak bir kere verilen Goncourt Ödülü'nü iki kez kazanan tek yazar olmuştur. Ancak bu durum, yazarın bu takma adla yazanın kendisi olduğunu açıkladığı intihar notuna (1980) dek, yakın çevresi dışında kimse tarafından öğrenilememiştir.

 

ROMAİN GARY_ ÉMİLE AJAR KİMDİR?

Romain Gary (asıl adı Roman Kacew, takma adı Émile Ajar) (d. 8 Mayıs 1914, Vilna – ö. 2 Aralık 1980, Paris), Fransız yazar, yönetmen, senarist, II. Dünya Savaşı pilotu ve diplomat.

Dünya çapında tanınan bir yazar olan Gary, Fransa'da her yazara ancak bir kez verilen Goncourt Edebiyat Ödülü'nü, bir kez kendi adıyla bir kez de takma adla yayımladığı iki romanıyla iki kez kazanmış olan tek yazardır.[1] Bunun dışında senaryolar yazdı ve iki film yönetti.

Hukuk mezunu olan Gary, kitap yayımlamaya başlamadan önce, II. Dünya Savaşı sırasında, Özgür Fransız Kuvvetlerine dahil olarak savaş pilotluğu yaptı. Bunların dışında, bir süre Fransız diplomatik servisi için çalıştı. BM Fransız Delegasyonu sekreterliği yaptı, Fransa'nın Los Angeles başkonsolosu oldu.

20. yüzyılda Fransa'nın en üretken ve tanınan yazarlarından olan Gary, eski eşi Jean Seberg'in 1979'daki ölümünün de etkisiyle, 1980'de, Paris'te yaşamına son verdi.

 

Asıl adı Roman Kacew olan yazar, Vilna'da (şimdiki Litvanya'nın başkenti Vilnüs), Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Ailesiyle önce Varşova'ya (Polonya) göç ettiler. Babası Arieh-Leib Kacew, 1925 yılında ailesini terk etti ve yeniden evlendi. Bu tarihten itibaren Gary, annesi Nina Owczinski tarafından yetiştirildi. 1928 yılında, Gary 14 yaşındayken, annesiyle Nice'de bir banliyöye taşındılar. Daha sonra kitaplarında ve söyleşilerinde, babasının kökeni, ailesi ve çocukluğuyla ilgili her seferinde değişkenlik gösteren bilgiler verdi.

 

II. Dünya Savaşında, Birleşik Krallık'ın yanında Almanya'ya karşı savaşmak için Fransa'ya yerleştiğinde, adını Romain Gary olarak değiştirdi. Önce Aix-en-Provence, ardından Paris'te hukuk okudu. Fransız Hava Kuvvetlerinde (Bourges yakınlarındaki Salon-de-Provence ve Avord Air Base'te) uçak kullanmayı öğrendi. II. Dünya Savaşı sırasında Fransa'nın Nazilerce işgali sonrasında, İngiltere'ye uçtu ve Özgür Fransız Kuvvetleri bünyesinde Avrupa ve Kuzey Afrika'da hizmet verdi. Pilot olarak, 65 saatten uzun süre uçarak, 25'in üzerinde başarılı saldırıda yer aldı. Savaşta gösterdiği kahramanlık nedeniyle kendisine çok sayıda onur nişanı ve madalya verildi.

Savaştan sonra, Fransız diplomatik servisi için çalıştı ve 1945'te, ilk romanını yayımladı. İlerleyen yıllarda, kimilerini Émile Ajar takma adıyla yazacağı 30'un üzerinde roman, öykü ve anı kitabıyla, Fransa'nın en üretken ve popüler yazarlarından biri olacaktı. Ayrıca, Fosco Sinibaldi ve Shatan Bogat takma adlarıyla da birer roman yayımladı.

Birleşmiş Milletlerin 1952'de New York'taki, 1955'te ise Londra'daki Fransız Delegasyonu sekreterliğine getirildi. 1956'da Fransa'nın Los Angeles başkonsolosu oldu.

İlk eşi, Büyük Britanyalı yazar, gazeteci ve Vogue dergisi editörü Lesley Blanch'ti. Bu evlilik, 1944'ten 1961'e dek sürdü.

1962-1970 yıları arasında ünlü Amerikalı oyuncu Jean Seberg'le evli kaldı. Çiftin bu evlilikten, Alexandre Diego adında bir oğulları oldu. Seberg'le ayrılığı nedeniyle sarsılan Gary'nin 1980 yılındaki intiharında, Seberg'in 1979 yılındaki şüpheli ölümünden sonra girdiği bunalımın büyük etkisi olduğuna inanılır. Yazar, 2 Aralık 1980'de Paris'te, kendisini tabancayla vurarak intihar etti. Emile Ajar'ın kendisinin takma adı olduğunu da açıkladığı intihar mektubunun son iki cümlesi çok ses getirdi: "Çok eğlendim, teşekkür ederim. Hoşçakalın."

Fransa'da bir kişiye birden fazla verilmeyen Goncourt Ödülü'nü iki kere (bir kez Romain Gary bir kez de Émile Ajar adlarıyla) aldı, bunu da intihar notunda açıkladı. Ödülü ilk olarak kendi adıyla yayımladığı Cennetin Kökleri romanıyla 1956 yılında alan Gary, Émile Ajar adıyla yazdığı Onca Yoksulluk Varken romanıyla, 1975 yılında ödülü tekrar aldı.[2] Yalan Roman, Kadının Işığı, Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı, Yıldızyiyiciler, Kral Solomon'un Bunalımı, yazarın diğer eserlerinden bazılarıdır.

Ayrıca, 1962 yapımı savaş filmi The Longest Day'in senaryo ekibinde yer aldı; 1971 yapımı, başrolünde o dönemki eşi Jean Seberg'in oynadığı Kill! adlı filmi ise yazan ekipte yer aldı ve yönetti.

 

KİTAPTAN ALINTILAR

“İnsanların hüznü her zaman, en çok gözlerinin içindedir.”

“Mutlu olabilmek için yaşamın kıçını yalayacak değilim. Yaşamı süslemek istemiyorum ben, bok yesin o.”

“Ben de gülümsüyordum ama, içimden gebermek geliyordu.”

“Bence, en iyi uyuyanlar dürüst olmayanlardır. Çünkü hiçbir şeyi takmazlar, oysa dürüst insanlar gözlerini kırpamazlar, her şeyi dert edinirler.”

“İnsanların kendi söylediklerine inanmayı başardıklarını sık sık fark ettim, yaşamak için gereksinirler buna.”

''...mutluluk özellikle yokluğuyla tanınan bir merettir.''

“Bana hep garip gelen, gözyaşların doğmadan önce programlanmış olmasıdır. Bu demektir ki ağlayacağımız önceden saptanmış.”

“Hiçbir şeyin ak ya da kara olmadığını anlatmıştı bana . Çoğu kez ak, gizlenmiş bir karaydı, kara da bazen üçkağıda getirilmiş aktı.”

“Anlıyordum, ama anlamak bazen, tam tersine, hiçbir şeyi çözümlemez.”

“Hayırsız analar kadar kötü şey yoktur dünyada.”

"Beni zorla yaşatacaklar, Momo. Hep böyle yaparlar hastanede, bunun için gereken yasaları var. Gerektiğinden fazla yaşamak istemiyorum ve artık gerekmiyor...''

“Ama ben pek öyle mutluluk meraklısı değilimdir, yaşamı yeğlerim yine. mutluluk bir süprüntü, acımasızın tekidir, ona asıl yaşamasını öğretmek gerekir. aynı yolun yolcusu değiliz biz onunla, hiç de yüz vermem kendisine.”

"Bence çok çirkin biriyle yaşadığınızda, sonunda onu çok çirkin olduğu için de seversiniz."

“...ben de gülümsüyordum ama içimden gebermek geliyordu...”

“Bok içindeyken herkes eşitti.”

“Moralim bozuktu moraliniz bozuk oldu mu da güzel şeyler hep daha güzeldir. Bunu sık sık fark ettim... gebermek istediğiniz zamanlar her zamankinden daha güzel olur çikolatanın tadı..”

YORUMLARIMIZ

Büyük bir adam Momo; okumak isteyene o kadar büyük laflar ediyor ki, insan şaşakalıyor. Küçücük çocuk yüreğine sığdırdığı, daha ön yaşında olduğu yalanı ile bir an önce büyümeye çabalayan ve sadece bir gün, o güne kadar hiç bilmediği, tanımadığı babasıyla karşılaştığında 4 yaş birden büyüyüp 14 yaşında olan Momo'nun onu büyüten yaşlı, şişman, sürekli panik halinde olan ve büyümesini hiç istemeyen Madam Rosa'nın: "Bunu sen bilmezsin, çok gençsin." dediğinde

"Hiçbir zaman, hiçbir şey için çok genç olmadım, Madam Rosa." dediği gibi hep olgun ama ilgiye, sevgiye, anneye, aileye hep muhtaç olan Momo'yu ve hikayesini okurken çokça düşünüp, bolca altını çizdik bu kitabın.

Olabilecek en kötü koşullarda yaşayan, fakat bu berbat şartların içinde bile bir güzellik bulmaya çalışan insanların yaşamı ya da dramı diyebiliriz.

Her karakter kendi içinde yalnız, fakat çaresiz değiller. Korkuyla yaşamayı öğrenip hayata meydan okuyorlar.

Hepsinin hayatı acı dolu fakat garip bir şekilde yüzümde gülümsemeyle okuduk. Yüzümü güldüren kitap bir taraftan da içimizi hüzne boğdu.

Momo’ nun ağzından, iç seslerinden yaşadıklarını dinlemek hem hüzünlüydü hem keyifliydi. Asla yaşamak istemeyeceğimiz bir hayatı Romain Gary bize o kadar profesyonel anlatmış ki ağır dram içeren bir konuyu, okurun duygularını yıpratmadan önümüze sermiş. İşte bunu yaptığı için samimiyetinden zerre şüphe duymadın yazarın. Akıcı diliyle, yaşanmışlıklarıyla, samimiyetiyle ve verdiği mesajlarla kopmadan okutuyor kendini kitap.

Yalnızlıktan, şemsiyesini giydirip onu kendine arkadaş yapan, insanlar arkadaşın mı diye soruncada, "nasıl arkadaşım olabilir ki, o bir şemsiye" diyen, insanların kendisini küçümsemesine göz yummamak için, kendi hayatıyla hatta hayatın ta kendisiyle alay eden Momo…

"Gece üşüdüm, kalktım gittim, Madam Rosa' nın üzerine bir battaniye attım."

Keyifli Okumalar.




 HAVALI OKURLAR 2022 KASIM KİTABIMIZ

 "MUHTEŞEM GATSBY/ F. SCOTT FITZGERALD




KİTAP HAKKINDA

Muhteşem Gatsby yalnızca Fitzgerald'ın en parlak yapıtı değil, aynı zamanda 20. Yüzyıl Amerikan edebiyatının en iyi romanlarından biridir. Kahramanı Jay Gatsby'nin Long Island'da bir malikânede sürdürdüğü debdebeli yaşam tarzı, "Caz Çağı" olarak bilinen 1920'li yılları bütün coşkusu, aşırılıkları, şiddeti ve çöküşüyle yansıtır. Eğitimsiz bir aileden gelen yoksul Gatsby, kendini baştan yaratır. Servet ve güç kazanarak yeni umutlar ve başlangıçlar vaat eden bir hayatın eşiğine gelen bu gizemli milyonerin tek dürtüsü saplantı haline getirdiği ilk aşkı Daisy'ye kavuşmaktır. En parlak düşlerinin bir öpücükte cisimleştiği beş yıl önceki bir anı yeniden yakalamaktır aslında. Ama geçmiş geçmiştir ve tekrar edilmesi mümkün değildir. Gatsby'nin uğradığı yıkım, Amerikan Rüyası'nın da çöküşüdür.

F. SCOTT FİTZGERALD KİMDİR?

Francis Scott Key Fitzgerald (24 Eylül 1896 - 21 Aralık 1940) Amerikalı bir romancı, denemeci ve kısa öykü yazarıydı. En çok popülerleştirdiği bir terim olan Caz Çağı'nın ihtişamını ve aşırılığını tasvir eden romanlarıyla tanınır . Yaşamı boyunca dört roman, dört öykü derlemesi ve 164 öykü yayımladı. 1920'lerde geçici bir popüler başarı ve servet elde etmesine rağmen, Fitzgerald ancak ölümünden sonra eleştirel beğeni topladı ve şu anda 20. yüzyılın en büyük Amerikan yazarlarından biri olarak kabul ediliyor.

 Minnesota, Saint Paul'da orta sınıf bir ailede dünyaya gelen Fitzgerald, öncelikle New York eyaletinde büyüdü . Geleceğin edebiyat eleştirmeni Edmund Wilson ile arkadaş olduğu Princeton Üniversitesi'ne gitti . Chicago sosyetesi Ginevra King ile başarısız bir romantik ilişkisi nedeniyle , 1917'de Birinci Dünya Savaşı sırasında Birleşik Devletler Ordusuna katılmak için ayrıldı . Alabama'da görev yaptığı sırada sosyeteye takdim edilen Güneyli Zelda Sayre ile tanıştı .Montgomery'nin seçkin şehir kulübü setine ait olan. Zelda, Fitzgerald'ın evlilik teklifini başlangıçta finansal beklentileri olmadığı için reddetse de, ticari olarak başarılı olan This Side of Paradise'ı (1920) yayınladıktan sonra onunla evlenmeyi kabul etti. Roman, kültürel bir sansasyon haline geldi ve on yılın seçkin yazarlarından biri olarak ününü pekiştirdi.

 İkinci romanı The Beautiful and Damned (1922), onu kültürel seçkinler arasına daha da itti. Zengin yaşam tarzını sürdürmek için The Saturday Evening Post , Collier's Weekly ve Esquire gibi popüler dergiler için çok sayıda hikaye yazdı . Bu dönemde Fitzgerald, Ernest Hemingway de dahil olmak üzere " Kayıp Nesil " gurbetçi topluluğunun modernist yazarları ve sanatçılarıyla arkadaş olduğu Avrupa'yı sık sık ziyaret etti . Üçüncü romanı The Great Gatsby (1925), genel olarak olumlu eleştiriler aldı, ancak ticari bir başarısızlık oldu ve ilk yılında 23.000'den az kopya sattı. Cansız başlangıcına rağmen,Muhteşem Gatsby artık bazı edebiyat eleştirmenleri tarafından " Büyük Amerikan Romanı " olarak selamlanıyor. Karısının akıl sağlığının bozulması ve şizofreni için bir akıl hastanesine yerleştirilmesinin ardından Fitzgerald, son romanı Tender Is the Night'ı (1934) tamamladı.

 Büyük Buhran sırasında eserlerinin azalan popülaritesi nedeniyle mali açıdan mücadele eden Fitzgerald , senaryo yazarı olarak başarısız bir kariyere başladığı Hollywood'a taşındı . Hollywood'da yaşarken, ölümünden önceki son arkadaşı olan köşe yazarı Sheilah Graham ile birlikte yaşadı. Alkolizmle uzun bir mücadeleden sonra, ancak 1940 yılında 44 yaşında kalp krizinden ölmek için ayık oldu. Arkadaşı Edmund Wilson , Fitzgerald'ın ölümünden sonra , tamamlanmamış beşinci romanı The Last Tycoon'u (1941) düzenledi ve yayınladı.

FİLM HAKKINDA

Muhteşem Gatsby, 1925 tarihli F. Scott Fitzgerald romanının sinemaya uyarlanmış olan Mayıs 2013'te vizyona giren film. Yönetmenliğini Baz Luhrmann yaptığı baş rollerinde ise Leonardo DiCaprio, Tobey Maguire, Carey Mulligan, Joel Edgerton, Isla Fisher ve Jason Clarke yer almaktadır. Filmin çalışmaları 5 Eylül 2011'de Sidney, Avustralya'da başlamıştır.

 66'ncı 2013 Cannes Film Festivali'nin açılışının bu filmle yapılacağı ilan edilmiştir.[1][2] 86. Akademi Ödülleri'nde En İyi Yapım Tasarımı ve En İyi Kostüm Tasarımı Akademi ödüllerini kazanmıştır. 

Oyuncu kadrosu

Leonardo DiCaprio - Jay Gatsby

Tobey Maguire - Nick Carraway

Carey Mulligan - Daisy Buchanan

Joel Edgerton - Tom Buchanan

Isla Fisher - Myrtle Wilson

Jason Clarke - George B. Wilson

Adelaide Clemens - Catherine

Elizabeth Debicki - Jordan Baker

Amitabh Bachchan - Meyer Wolfsheim

Brendan Maclean - Klipspringer

Callan McAuliffe - Young Jay Gatsby

Sam Davis - Barmen

Gus Murray - Teddy

Stephen James King – Nelson








KİTAPTAN ALINTILAR

''Birini eleştirmeye kalktığında, herkesin seninle aynı imkanlarla dünyaya gelmemiş olduğunu aklına getir.''

"Tek bir şey var insanlığın emin olduğu Zenginin parası çok olur fakirin çocuğu."

''Yalnızca kovalanan, kovalayan, meşgul olan ve yorgun olan vardır.''

“Hem içinde hem dışındaydım, yaşamın durmak bilmez çeşitliliği karşısında hem büyüleniyordum hem de tiksiniyordum.”

"Bir kimseye dostluğumuzu sağken göstermeyi öğrenelim, ölünce değil."

"Karmaşık — Tanrım, karmaşığım ben!"

Ağızdan bir söz çıkmasa ve herhangi bir harekette bulunmasa da ;

“…her tarafından yeni edinilmiş bir mutluluk fışkırıyordu, ufacık odayı dolduruyordu.”

"Bazı temel incelikler dünyaya adaletsiz dağıtılmıştır."

“Yargını kendine saklamak, çok büyük bir umut meselesidir.”

“Herkes temel erdemlerden en az birinin kendisinde bulunduğundan kuşkulanır ya, benimkisi de bu: Ben, ömrümde tanıdığım en dürüst birkaç kişiden birisiyim.”

“Sefahatten ahlak hocalığına dönüşümün bu kadarına da pes diyordum.”

"Otuz yaşına geldim artık," dedim. "Kendime yalan söyleyip adına onur demek için beş yıl fazla yaşlıyım."

"Tanrı yaptıklarını görüyor, yaptığın her şeyi biliyor. Beni kandırabilirsin, ama Tanrı'yı asla kandıramazsın!"

“Onlar umursamaz insanlardı,Tom’la Daisy-eşyaları ve yaratıkları ezip geçiyorlar,sonra paralarına, sonsuz  umursamazlıklarına ya da onları her ne bir arada tutuyorsa ona sığınıp kendi pisliklerini başka insanlara temizletiyorlardı…”

“Yaşamı o zamandan beri karmaşa ve düzensizlik içinde geçmişti, ama bir kez belirli bir başlangıç noktasına dönebilse ve hepsinin üstünden bir kez daha geçebilseydi bu şeyin ne olduğunu bulabilecekti…”

"Sünger gibi içen kişilerin arasında içki içmemek büyük bir avantaj. Dilini tutabilirsin ve dahası, kendinle ilgili en ufak bir düzensizliği bile zamanlayabilirsin; senden başka herkes öyle kördür ki ne görürler ne umursarlar."

“…kız olduğuna sevindim.Ve umarım aptalın teki olur; bu dünyada bir kızın olabileceği en iyi şey bu, güzel küçük bir aptal.”

YORUMLARIMIZ

Eserin yardımcı temaları: Umut etme, idealistlik ve azim, aşk, umursamazlık, mutsuzluk.

Eserin anlattığı dönemin özellikleri:

• 1920’lerde geçen eserin dönemi “Caz Çağı” veya “Çılgın Yirmiler” olarak isimlendirilmiştir.

• Dönemde hızlı bir toplumsal değişim gözlemlenir.

• 1. Dünya Savaşından çıkmış olan toplumda, eskiye göre daha farklı ve kural dışı hareketlilikler görülür.

• Zenci beyaz eşitliği benimsenmemiştir ve sosyal sınıf farklılıkları vardır.

• Moda değişmiş ve küt saçlı, sigara içen kadınlar dönemin giyim kuşam stili halini almıştır.

• Bu dönemde eğlence sektörü büyük ilgi görmüş ve caz müzik akımı ortaya çıkmıştır.

Zaman: Olaylar 1922 yılının baharında başlayıp sıcak bir yaz gününde sona erer. 1. Dünya Savaşı sonrası Caz Devri adı verilen bir zaman diliminde geçer. Romanda geriye dönüşler vardır ve buralarda Gatsby’nin geçmişteki hayatı anlatılır. Bu zamanlar onun ergenlik zamanlarından başlar ve Jordan’ın söylediğine göre Daisy ile beraber oldukları 1917’de bir ekim gününden Daisy’nin evlenmesine ve Gatsby’nin bulunduğu malikaneyi tutmasına kadar devam eder.

Semboller:

WestEgg- Yeni aristokrasi

East Egg- Eski aristokrasi

Vallley of ashes- Amerikan rüyasının çöküşü

Dr. T. J. Eckleburg’in Gözleri- Tanrının gözleri gerçekleri havuzun içinde de görür.

Yeşil Işık- Gatsby’nin gelecek için hayalleri ve umutlar, genel olarak Amerikan Rüyası.


Birinci Dünya Savaşı sonrasında hızla zenginleşen ABD toplumunda yaşanan dönüşümü ele alan Muhteşem Gatsby, zenginlik, aşırılık, gösteriş ve beraberinde gelen değerlerin çöküşünü yansıtmıştır. Bunu "Amerikan rüyası" olarak ele alabiliriz. O dönemde insanların ilgilendiği tek şey para ve eğlence iken ana karakter Gatsby için durum öyle değildir ve bu karakter yozlaşmış toplum içerisinde yaşayan, gerçekleri yansıtan, para dışında başka değerlerin de olduğunu gösteren bir karakterdir. Gecmisini geri almak istemiştir fakat görüyoruz ki zaman geçiyor ve hiçbirsey aynı kalmıyor, eskiden duygusal bağların daha önemli olduğunu ve zaman geçtikçe bunun değiştiğini yerini paraya bıraktığını belirtmiştir yazar çünkü Gatsby geçmişini tekrar elde edemez. Aşkı için herşeyi göze alan Gatsby karşılığını Daisy den bulamamıştır, çünkü Daisy o dönemin kadınlarının bir portresidir, içi boş konuşur ve ilgilendiği tek şey paradır, eğlencedir. Bu da dönemin yozlaşmış olduğunu daha önemli olan şeylerin arka plana atıldığının bir göstergesidir. Dönemde bilinçli olanların harcandığını, Gatsby karakterinden görebiliriz. Çünkü o yaşadığı döneme ayak uyduramamıştı bu da toplumda yaşayan, zenginlik içinde kaybolan yalnız kesimi gösteriyordu.

Nick, Gatsby için; "Gülüşünde anlayış vardı; anlayıştan çok fazlası. İnsanın hayatta dört beş kez karşılaşacağı, görene sonsuz güven telkin eden, eşine zor rastlanır bir tebessümdü" demiştir. Her toplumda zenginliğin altında ölen duygular vardır. Ve bunu en çok bu dönemde görebiliriz

Muhteşem Gatsby üzücü bir yaşam sürdü. Çevresindeki insanların bu kadar sahte olduklarını keşke görebilseydi, keşke onlara daha akıllıca yaklaşabilseydi. Ölüm her şeyi siliyor ,yok ediyor ,geriye bir yalan kalıyor...

    Her gün evinize gelen, yiyip içen partiler düzenleyen ya da partiler düzenlediğiniz ve yakınlarınız zannettiğimiz onca kalabalık sizin cenazenize gelmemek için bir sürü bahane uyduruyorlar...

Geçmişinde yaşayamadığı güzel anları gelecekte geçmişte elinde olmayan para , başarı ve şöhret ile yaşayabileceğini beş yıl boyunca inanmış ve bu amaç için küllerinden doğan adam : Jay Gatsby diğer adıyla Muhteşem Gatsby 

Keyifli okumalar: GÜLAY






6 Kasım 2022 Pazar

HAVALI OKURLAR  2022 EKİM KİTABIMIZ "İSTANBUL TRENİ/ GRAHAM GREENE"




KİTAP HAKKINDA

İstanbul Treni 20. yüzyılın en çok okunan İngiliz yazarlarından Graham Greene’in romancı kimliğini bulmaya başladığı yapıtıdır. Aynı zamanda akıcı olay örgüsüyle bir gerilim romanı tadında olup, aslında daha derin ahlaki temeliyle dikkat çeken romanlarından ilkidir. Sadakat, insanın kendisine ve başkalarına karşı görevleri, ülkesine bağlılığı, Greene’in ırkçılık ve komünizm üzerine kafa yorduğu romanının başlıca temaları arasındadır. Roman, Ostende’den İstanbul’a uzanan bir tren yolculuğuna çıkan bir grup insanın başından geçenleri anlatır. Bu yolcuların her biri 30’lu yılların dünyasında kabul görmüş toplumsal değerlere aykırı düşmektedir: Antisemit Avrupa’da seyahat eden bir Yahudi, komünist bir devrimci, o güne dek yakayı ele vermemesiyle övünen bir hırsız ve katil, cinsel yöneliminin onaylanması o dönemde mümkün olmayan alkolik bir kadın gazeteci ve kadınların değerini güzelliğin belirlediği bir çağda güzellikten pek nasibini almamış bir revü kızı. Trene farklı amaçlarla binen bu insanların yazgıları yolculuk boyunca iç içe geçecektir.

GRAHAM GREENE KİMDİR?

GRAHAM GREENE (1904-1991): Hertfordshire, Berkhamsted’de dünyaya gelen İngiliz yazar ve gazeteci, romanlarında modern dünyadaki siyasal olaylar çerçevesinde ahlaki belirsizlikler üzerinde durdu. Oxford, Balliol College’da öğrenim gördükten sonra 1926 yılında Anglikan Kilisesi’nden ayrılarak Katolikliği benimsedi. Yayımlanan ilk yapıtı Babbling April (1925; Mırıldanan Nisan) adlı şiir kitabıydı. 1927 yılında The Times gazetesinde çalışmaya başladı. Daha sonra The Spectator dergisinde sinema eleştirmenliği yaptı ve edebiyat sayfasını yönetti. En başarılı yapıtlarından biri olarak kabul edilen ve 1948’de sinemaya uyarlanan Brighton Rock (1938; Brighton ayası),

önceki gerilim romanlarıyla benzerlikler taşımakla birlikte, romanın başkişilerinin ahlaki davranışları daha derin bir bakışla ele alınmıştı.

1938’de dinsel baskı ve zulmün yaşandığı Meksika’yı ziyaret etti. Bu yolculuğun ardından en iyi romanı sayılan The Power and Glory’yi (1940; Güç ve Şan) yazdı. Birçok romanının yanı sıra hikâyelerini derlediği birkaç kitap, dört gezi kitabı, altı oyun, üç otobiyografi, iki biyografi ve dört çocuk kitabı bulunmaktadır.

Önemli Kitapları

The Man Within (1929)

The Name of Action (1930)

Rumour at Nightfall (1932)

Stamboul Train (1932)

It's a Battlefield (1934)

England Made Me (1935)

A Gun for Sale (1936)

Brighton Rock (1938)

The Confidential Agent (1939)

The Power and the Glory (1940)

The Ministry of Fear (1943)

The Heart of the Matter (1948)

The Third Man (1949)

The End of the Affair (1951)

The Quiet American (1955)

Loser Takes All (1955)

Our Man in Havana (1958)

A Burnt-Out Case (1960)

The Comedians (1966)

Travels with My Aunt (1969)

The Honorary Consul (1973)

The Human Factor (1978)

Doctor Fischer of Geneva or The Bomb Party (1980)

Monsignor Quixote (1982)

The Tenth Man (1985)

The Captain and the Enemy (1988)

The Last Word (1990)

No Man's Land (2005)

KİTAPTAN ALINTILAR

"Sadakat, hatırlamakla aynı değildi; insan unuttuğu halde sadık kalabilir ve hatırladığı halde ihanet edebilirdi."

“Dünya dönüşüp değişti ve yanlarından geçip gitti.”

"Doğadaki yer şey özünde lirik; kaderinde trajik ve varoluşunda komiktir. "

"Küçük hırsızı hapse atıyorsunuz fakat büyük hırsız sarayda yaşıyor."

“Ona göre dünya düşünenler ve hissedenler olarak ikiye bölünmüştü.”

“...paranın neyi satın alabileceğini şükranla fark etti; her zaman nezaket satın alamazdı, ama zaman satın almıştı.”

"Ben her zaman insanlar hakkında en iyiyi düşünmenin antrenmanını yapıyorum."

“Benim uğruna savaştığım şey yeni topraklar değil, ama yeni bir dünya.”

“Bir kadının aşkı ile bir erkeğin nefreti arasında tercih söz konusu olduğunda, aklı sadece bir tek duyguya önem verirdi, çünkü aşkı gülme konusu olabilirdi, fakat hiç kimse nefretiyle alay etmemişti.”

“İnsanlar, camdan bir su tenekesi içinde, altın rengi suda yerçekimi baskısından muaf, balık gibi yüzüyor, kanatları olmadan uçuyor, yer değiştiriyordu.”

“ben o seven ve her zaman hatırlayanlardanım, siyah elbiseler ve siyah şeritlerle geçmişe sadakatini koruyanlardanım, ben unutmam..”

“Onlar hep aynıdır,burjuvalar.”dedi.,”Proletaryanın erdemleri vardır,beyefendilerse genellikle iyi,adil ve cesurdur.idare etmek,öğretmek ya da tedavi etmek gibi yararlı işler için onlara para ödenir ya da parası babasındandır.Belki bunu haketmiyordur ama kazanmak için kimseye bir zarar vermemiştir.Ama burjuva…ucuza alır,pahalıya satar.İşçiden satın alır ve işçiye geri satar.Yararsızdır.”

“Beni yargılamadan önce idama mahkûm ettiler.

Unutmayın size yolu göstermek için ölüyorum. Ölmek umrumda değil. Hayat hiç bu kadar güzel olmamıştı.

Sanırım ölümüm daha faydalı olacak,"dedi.”

“Ben şair değilim . Şair bireycidir. Canının istediğini giyebilir ; sadece kendine bağlıdır . Bir romancı başkalarına bağlıdır ; ifade gücüne sahip herkes gibi bir insandır .”

YORUMLARIMIZ

Kitabı Havalı Okurlar grubu olarak yaptığımız İstanbul gezimizden sonra seçişimizin büyük bir etkisi oldu bence. Adı bize o sıralar yoğun duygularla döndüğümüz için çok etkileyici geldi. Hikayenin son durağı olmasından başka İstanbul ile ilgili hiçbir şey yoktu maalesef. Ama bir kez daha 1930’lu yılların İstanbuluna dair ufak da olsa verdiği bilgilerle merak ve görme isteği uyandırdı. Öyle ki bahar ayları için tekrar bir İstanbul gezisi düzenleme planları bile yaptırdı.

Kitabın konusu 1930’lu yıllarda Ostende’den kalkıp İstanbula gidecek olan trende bir grup birbirinden farklı kimliklere sahip insanın aralarında oluşan ilişkileri ve yol boyunca enteresan bağlarla oluşan durumlar. Yahudi tüccar Myatt ile İstanbul’a dans etmeye giden revü kızı arasında oluşan ilişki kitapta en çarpıcı belki de anlatım olarak bile daha etkili verilen kısımdı. Lezbiyen gazeteci kadın Mabel Warren aslında o sıralar popüler bir yazar olan adamla röportaj yapmak için trene binmiş olmasına rağmen tesadüfi olarak gördüğü; beş yıl önce kominist bir hareket sonucu yargılanan Dr. Czinner’in  kimliğini açığa çıkarması ve yakalanmasına neden olmasıyla olaylar çok değişik bir hal aldı. Bir dansçı kız, bir katil ve bir komünist tamamen tesadüf eseri polislere yakalanıp o ana dek hayal ettiklerinin tam tersi bir süreçle yolculukları başka yöne evrildi. Benim için komünist dr. İle yazar ve rahip arasında geçen diyaloglar çok etkileyiciydi ama yazardan mı çevirmenden mi kaynaklandığını bilmediğim bir şekilde çok da doyurucu bir anlatım yapılamamıştı.  O dönemin toplumsal yapısından kaynaklı Yahudilik, sosyalizm, psikanaliz gibi konulardan da yüzeysel de olsa bir dokunma yapmaya çalışmış yazar. Sonunu da biraz alelacele bitirmiş gibi hiç beklemediğim bir çabuklukla noktalamış.

Ben bana düşündürdükleri, hayatın bir yolculuk olması fikriyle hepimizi nereden nerelere getirdiğiyle ilgili duygulanımları yaşatması bakımından ele aldığımda çok değerli bir kitap olduğunu düşünüyorum. Bir kitabı okumak bile bir yolculuk kendi içinde. Şimdi yeni kitabımla yeni bir yolculuğa başlamanın sevincindeyim.

Keyifli okumalar/ Fatma


 

2022 YAZ KİTAPLARIMIZDAN/ OSCAR WAO’NUNTUHAF KISA YAŞAMI/ JUNOT DİAZ





KİTAP HAKKINDA

2008’de Oscar Wao’nun Tuhaf Kısa Yaşamı’yla Pulitzer Ödülü’nü kazanan Junot Diaz, 2012’de MacArthur Dahi Bursu’na layık görüldü. The New York Times edebiyat eleştirmeni Michiko Kakutani’nin “günümüz edebiyatının en ayrıksı ve karşı konulamaz yeni seslerinden” diye tanımladığı Junot Díaz yazarlık kariyerinin başlarında, öykülerinin yayımlandığı The New Yorker tarafından neslinin en önemli yirmi yazarı arasında gösterildi.

O Watchmen, Dune, Yüzüklerin Efendisi ve Akira delisi bir varoş nerd’ü, aynı zamanda fazla kilolu bir iyimser ve Dominikli bir J. R. R. Tolkien olmayı düşleyen iflah olmaz bir hayalperest… Oscar Wao, bakir ölmekten korkan ama çapkınlığı beceremeyen nadir Dominiklilerden. Aşkın peşinde bir kahraman. Yazık, belki de bu arzusuna asla ulaşamayacak. Fukú denen şu lanet yüzünden hep. Fukú kimi zaman Diktatör Rafael Trujillo’nun ta kendisi, bazen de senden başkası değil. Oscar Wao’nun Tuhaf Kısa Yaşamı, bir diktatörün gölgesi altında yaşayan bir ulusu, yanlış kadınlara aşık olup hayatı yoldan çıkan adamları ve yanlış adamlara âşık olsalar da kendi hayatlarını kurmayı beceren kadınları öyle anlatıyor ki hayatınızı aşk için riske atmak bir an için de olsa mantıklı geliyor.

 

JUNOT DİAZ KİMDİR?

Dominik Asıllı Amerikalı Yazar ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü Profesörü Junot Diaz edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor.

Doğum Tarihi: 31 Aralık 1968

Doğum Yeri: Santo Domingo, Dominik Cumhuriyeti

Ulusal Kitap Eleştirmenleri Ödülü ve Pulitzer Ödülü'ne layık görülen Oscar Wao'nun Tuhaf Kısa Yaşamı ile Drown adlı romanların yazarıdır. Diaz ayın zamanda Pen/ Malamud Ödülü ve Dayton Edebiyat Barış Ödülü'nün sahibidir. Santo Domingo doğumlu Diaz, halen MIT'de profesördür.

Junot Diaz Kitapları - Eserleri

Oscar Wao'nun Tuhaf Kısa Yaşamı

ve İşte Onu Böyle Kaybedersin

Boğul

Adalı

KİTAPTAN ALINTILAR

"Ait olduğum kültür bu: İnsanlar çocuklarının kara tenini uğursuzluk sayarlar."

“Daha iyi bir dünyada, uzanır, buz kaplarının üstünden onu öperdim ve tüm dertlerimiz sona ererdi. Ama nasıl bir dünyada yaşadığımızı siz de gayet iyi biliyorsunuz. Burası hiç de Tolkien'in içine ettiğim Orta Dünya'sı değil.”

“Hayallerinin muhteşem seyirlikte, teker teker yıkılışına çoktan alışmış bir adamın hüznü vardı onda…”

“Bu aşk bir cüce yıldızın kahrolası yoğunluğuna sahipti ve bazen, bu aşkın onu resmen delirteceğinden en küçük bir kuşkusu kalmıyordu. Bu duyguya yaklaşabilen tek şey, kitaplarına hissettikleriydi; okuduğu her şeye, yazmayı umduğu her şeye duyduğu aşkın toplamı, buna ancak yaklaşabiliyordu.”

“Ergenliği ıskalamak berbattır; biraz, güneş yüz yıldan sonra ilk kez yüzünü gösterdiğinde, Venüs'te bir dolapta kilitli kalmaya benzer.”

“Benim gibi büyümediysen bilmiyorsun, bilmiyorsan da yargılamaman daha iyi.”

“Daha iyi bir dünyada, onu buz kalıplarının üzerinde öperdim ve bu tüm dertlerimizin sonu olurdu.

 

Ama tam olarak nasıl bir dünyada yaşadığımızı biliyorsun. Kahrolası bir Orta Dünya değil. Sadece başımı salladım, "Görüşürüz Lola ve eve sürdüm" dedim.”

“Beli'nin kuşağı, Devrim'i başlatacak olan, ama şu an havasızlıktan morarmış olan kuşaktı. Bilinç denen şeyden habersiz bir toplumda, bilinçlenmekte olan bir nesil. Değişim vaat eden bir ittifak tarafından değişmesi engellenen, önüne set çekilen kuşak.”

“Yepyeni biri olacaktı, ant içiyordu. Bir katır ne kadar uzağa giderse gitsin, geriye asla bir at olarak dönemez diyenlere gösterecekti!”

“ Buyrun size hayat. Kendi adınıza derlediğiniz bütün mutluluğu, değersiz bir şeymişçesine, bir kalemde silip atıyorlar. Bana sorarsanız lanet, uğursuzluk filan gibi şeyler yok. Bana kalırsa sadece hayat var. O da yetiyor zaten.”

YORUMLARIMIZ

Yaz kitabı olarak seçtiğimiz bu kitabın kapağını ilk gördüğümde yıllar önce okuduğum Alıklar Birliğini anımsadım. Çok da haksız çıkmamışım zaten. Her iki kitabın kahramanı da topluma uyum sağlayamamış, şişman ve itici tipler. Doğrusu aslında bana çok şirin gelen ama yaşam içerisinde hem kendi cinsleriyle hem de karşı cinsle çok normal ilişki kuramayacak tipler. Romanın tabi ki tek konusu bu uyumsuz kişilik olan Oscar Wao değil. Oscar Wao ve garip kişiliklere sahip olan ailesinin yaşadığı yer olan Dominik Cumhuriyetindeki siyasal iklim, toplumsal yaşam, insanın doğduğu toprakların kaderini nasıl etkilediği, kadın erkek ilişkilerindeki evrensel yaşantıların onların yaşantılarına olan etkileri çok güzel bir kurguyla anlatılmış. Anlatıcı yazarın romanlarında sürekli kullandığı bir kişilikmiş. Dili ve anlatım tarzı sıradanın çok dışında ve eğlenceli. Gülmek,ağlamak, öfkelenmek gibi keskin duygularla gidip geliyor insan. İyi ki okumuşum dediğim kitaplardan biri. Tıpkı Alıklar Birliği gibi.

Keyifli okumalar/ Fatma


5 Temmuz 2022 Salı



 

YORGUN SEVDA/ İRFAN YALÇIN/ NİSAN 2022 HAVALI OKURLAR

 

KİTAP HAKKINDA

Kendimi ne kadar alıştırmaya çalışsam da ona, bana bakışı ya da bakışsızlığı buzlardan. Getirdiğim peynirli börekleri, susamlı çörekleri yemiyor. Ye, dedikçe ben, içine kıvrılmış gibi duruyor, üşüyor sanki benden. Erken geliyorum bazı sabahlar; Cüce Hamdi?nin yakın bir lokantadan getirdiği renksiz çorbayı içerken yakalıyorum onu! Bırakıyor hemen, içmiyor; bana arkasını dönüp oturuyor. Sırtına dokunuyorum parmağımla; değişmiyor.

 

İrfan Yalçın?dan, yıllar sonra bir yeni roman. Romanımızın usta kalemi, uzun bir aradan sonra, hem kendi edebiyatında yepyeni bir sayfa açıyor, hem de edebiyatımıza taptaze bir soluk getiriyor. Yorgun Sevda, gençlik bunalımlarıyla sıkışmış, insanlardan, arkadaşlarından, hayattan umudunu kesmiş bir genç kadının bir lunaparkta çalışmaya başlamasıyla değişen, yenilenen ruhunu anlatıyor. Lunaparkta ?sergilenen? Hüseyin?den Baba Cemal?e, bu romanın kahramanları akıllarda yer edecek. Yorgun Sevda, çağdaş romanımıza değeri azımsanmayacak bir katkı.

(tanıtım bülteninden)

 

İRFAN YALÇIN KİMDİR?

İrfan Yalçın (doğum 1934; Zonguldak), Türk yazar. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Anadolu'nun çeşitli yerlerinde bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra 1972'de Beyoğlu'nda bir kitabevi açtı. 1985'te Köyceğiz'e yerleşti.

 

Şiir, hikâye, eleştiri alanlarında ürün verse de romanda yoğunlaştı. Milliyet Yayınları 1974 Roman Yarışması’nda Pansiyon Huzur’la ikincilik ödülüne değer görüldü. 1978’de Genelevde Yas, 1979’da Ölümün Ağzı, 1980’de Fareyi Öldürmek, 1983’te Büyük Soytarı, 1991’de Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi, 1995’te Annem, Babam ve Ben adlı romanları yayınlandı. Ölümün Ağzı’yla 1980 TDK Roman Ödülü’nü, Yorgun Sevda ile 2009 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nü kazandı. 2008’de yayımlanan “İçimdeki Zonguldak”, yazarın yaşam penceresinden bu kentin öyküsüdür. 1985 yılında yönetmenliğini Sinan Çetin'in yaptığı bol ödüllü film 14 Numara İrfan Yalçın'ın Genelevde Yas kitabından uyarlandı.

 

Vizyon tarihi 2015 yılı olan Aydın Sayman'ın yönetmenliğini yaptığı Vedat Erincin'in rol aldığı İçimdeki İnsan, İrfan Yalçın'ın Fareyi Öldürmek romanından yola çıkılarak senaryolaştırıldı.

Kitapları

Genelevde yas - 1978

Ölümün ağzı - 1979

Fareyi öldürmek - 1980

Büyük soytarı - 1983

Uzun bir yalnızlığın tarihçesi - 1991

Annem, babam ve ben - 1995

Yorgun Sevda - 2009

Cellat Ağlıyor - 2010

Engerek – 2014

 

KİTAPTAN ALINTILAR

“Oynasın diye bazı çocuklar kesilir mi kanadı kuşların…”

“Yitirmekten çok acı duyduklarımızı, sanki onlar hiç yitmemiş gibi yaşatamaz mıyız içimizde? Onlarla olan eski ilişkilerimizi, duygusal birlikteliğimizi sanal da olsa kurup yokluklarından gelen acıları söndüremez miyiz?”

“Evin küçük balkonunda, bir kuşun sevinçli türküsünü dinlerken, dudaklarıma sürünen yumuşak geceyi alıp ağzıma, emiyorum; damağıma yayıyorum dilimle gezdirip; yavaşça eriyip gizemli bir tada dönüşüyor. Bu mu içi boş, sıradan mutluluk?”

“Kendini sulayan bir çöl bitkisi gibiyim artık; yalnızım çok, biriktirdiğim yanlışlarlayım. Bazı yaşadıklarımı süpürmek gelse de içimden, olmuyor; gelip gelip buluyorlar...”

“Burada bambaşka insan yüzleri, insan gülüşleri, belki de insan ölümleri. Öyle ki, gölgenin gölgesi her şey; her şey iç çeker gibi.”

“Kafam altüst, onu düşünüyorum. "Bir gelse," diyorum, "çıkıverse bir yerden. Sorsam 'Noldu? Nerdeydin?'" Konuşmasın, yüzüme bakmasın isterse. Her zamanki gibi başını eğip dursun öyle, yeter!”

“Yaşlı adam bir bana, bir çocuğa, bir camdan dışarı bakıp, "Aptal mısın ki, ağlıyorsun?" diyor. Yineliyor durmadan; bir-iki değil, on kez belki. Sıkılıyorum, bitiyor içim. "Aptal olduğundan değil, insan olduğundan ağlıyor," diyorum sinirli sinirli, "Neyiz ki biz? Eşya mıyız ki, ağlamayalım? Eşya mı olduk? Anestezili mi yüreklerimiz?" Sanki korkuyor; gözleri öyle. Demiyor bir şey...”

“Uykuma konan küçük kuşların söyledikleri doğru mu? Bilmiyorum.

Ama uyandığımda her sabah, bakıyorum ki düşlerle dolu yatağımın içi..”

“Yaralarını öpebileceğim insanlar var; benim acım onlardan. Bir bir geçerek yaşamın kıvrımlarından, sona yaklaştığımda bir gün, benim de yaralarımı öpebilecek birileri olur mu?”

“Düşüncelerimin komünist ,davranışlarımın küçük burjuva nitelikli olduğunu söylerken ben, tedirgin ve gülünç bakıyor doktor.

"Anlamadım," diyor, "hiçbir şey anlamadım. "

"Bir şeyleri söylemek kadar, bir şeyleri susmak da var!"

 

YORUMLARIMIZ

Okulunun Ankara’sına taşınan, herkesin “Canım” demeye mahkûm olduğu bir genç kız. Ağaçlarla konuşuyor, rüyalarında kuşlarla; kadınlığa uzanan yolun başında, sevdası eksik bir mecnun. Komşusu Dede’nin davetiyle girdiği bir işyeri: Ancak aysarların düşleyebileceği; herkesin, cümbüşün ortasında kendi yalnızlığını yaşadığı bir park, aydan park, Lunapark.

İş arkadaşları Baba Cemal, Çingene Nuri, Cüce Hamdi, Kapıcı Şehmuz ve kafesin içinde bir dev; uzun, upuzun bir adam: “Afrika Canavarı,” Canım’ın hayvanı.

Zihnini delip geçen bir merminin bulanıklaştırıp etrafa saçtığı anılarla yaşatılan, gözleri menekşeli bir annenin katılaşan hüznü; bu uzun adamın, kapatıldığı kafesten hiç gitmeyen hüznüyle buluşuyor.

Sahaftan aldığı bir insan kafatasıyla huzur bulabilen, savaş yıllarından kalan bir Alman ile kavga eden, Cennet’in dertlerine ortak olan ruhunda çiçekler açıveriyor. Hangisi olduğunu bilmediği bir bahara duruyor ya, yağmurlar da yağıyor.

Hüzünlerin Ankara’sından; gölgelerin ardından, arabaların içinden insanlara ateş edildiği ölümlerin İstanbul’una uzanan çeyrek yüzyıl dinmeyen sevdası Canım’ın.

İrfan Yalçın’dan, önceki romanlarına gizliden gizliye dokunuşlarıyla bezeli, bambaşka biçem ve nitelikte, çağdaş edebiyatımızı zenginleştiren bir yapıt: Bir şiir roman.

2009 Cevdet Kudret Roman Ödülü./ Alıntı

Yorgun Sevda, gençlik bunalımlarıyla sıkışmış, insanlardan, arkadaşlarından, hayattan umudunu kesmiş bir genç kadının bir lunaparkta çalışmaya başlamasıyla değişen, yenilenen ruhunu anlatıyor.

Roman türünde 1970 sonrasında eser veren İrfan Yalçın, roman temalarını Marksist ideoloji ekseninde yorumlayan, üretken bir yazardır. Son derece başarılı olarak oluşturduğu şiirsel üslubu, okurda fazlalık hissi uyandırmayan yoğun anlatımı, onun insan ve gerçeğine temas etmesini mümkün kılmıştır. Başarısını teşkil eden bu tavrı, belirgin ideolojik söylemine rağmen hemen bütün romanlarında büyük ölçüde bu tarzdadır.

“Oynasın diye bazı çocuklar kesilir mi kanadı kuşların…”/ Behna





 HAVALI OKURLAR/ NİSAN 2022 KİTAP LİSTEMİZ










EN MAVİ GÖZ/ TONİ MORRİSON/ 2022 MART HAVALI OKURLAR



KİTAP HAKKINDA

Siyahi bir kız çocuğu, derisinin renginden nasıl kurtulabilir?

 

Dokunaklı diliyle ırk ayrımcılığını edebiyat alanında su yüzüne çıkaran, Nobel ve Pulitzer ödüllü yazar Toni Morrison, tüm dünyada en çok okunan romanı En Mavi Göz'de bir kız çocuğunun gözünden horgörülmenin, ayrımcılığın, ırka dayalı güzellik anlayışının ve kişinin kendisine duyduğu nefretin yarattığı bireysel ve toplumsal travmaya odaklanıyor.

 

İkinci Dünya Savaşı arifesinde ABD'nin Ohio eyaletinde bir gettoda yaşayan Pecola, "çirkin" ve siyah bir kız çocuğudur. Herkes tarafından aşağılanan, alaya alınan Pecola, diğer beyazlar gibi gözleri mavi olursa her şeyin yoluna gireceğine, insanların onu beğeneceğine ve seveceğine inanır. Oysa mahallenin dillendirmeksizin kabullendiği acılar konusunda yürüttüğü suç ortaklığı, herkesin kalbinde taşıdığı nefrete ayna tutan Pecola'nın trajedisine dönüşür.

 

Olay örgüsü, zamansal sıralanışı, alışılmadık üslubuyla En Mavi Göz, yayınlandığından bu yana ırkçılık ve aile içi şiddet alanında referans kitaplardan biri olmuş, yirminci yüzyıl boyunca kimi zaman acımasızlaşan insani ayrıntıları dünya edebiyatına taşıyan kitaplar arasında sembolikleşmiştir.

(Tanıtım Bülteninden)

TONİ MORRİSON KİMDİR?

Toni Morrison (18 Şubat 1931 - 5 Ağustos 2019), Amerikalı Nobel ödüllü yazar.

 

Morrison "Afro-Amerikan" edebiyatının tanınması ve gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Sevgili (Beloved) adlı romanıyla 1988 yılında Pulitzer Ödülü'nü kazanan Morrison, 1993 yılında ise Nobel Edebiyat Ödülü'nü almaya hak kazanmıştır. Yazar, eserlerinde çoğunlukla Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ırkçılık ve bu ırkçılığın yıkıcı sonuçlarını konu edinmiştir.

Morrison, siyah edebiyatının ana akım medyada görünür hale gelmesinde önemli rol oynadı. Üzerinde çalıştığı ilk kitaplardan biri de Nijeryalı yazarlar Wole Soyinka ve Chinua Achebe ile Güney Afrikalı oyun yazarı Athol Fugard'ın çalışmalarını içeren bir koleksiyon niteliğinde olan ve çığır açan Modern Afrika Edebiyatı (Contemporary African Literature) adlı çalışmasıdır.

Eserleri arasında kölelikten 1970'lere dek Amerikalı siyahların hayatından fotoğraflar, araştırma yazıları, ilustrasyonlar ve diğer bilgilerin bir antolojisi niteliğinde olan The Black Book (1974) da yer almaktadır.

Morrison yazım hayatına Howard University'de şairler ve yazarların oluşturduğu gayrıresmî bir grubun parçası olarak başladı. İlk romanı olan En Mavi Göz'de mavi gözlere sahip olmak isteyen küçük bir siyahi kızın hikâyesini anlatıyordu. "En Mavi Göz" adlı kısa romanı ilk yayımlandığında Morrison otuz dokuz yaşındaydı. Kitap ilk yayımlandığında pek ilgi görmese de daha sonra yazarın tanınmış romanları arasında yerini aldı.

1975'te, Morrison'ın ikinci romanı olan ve iki siyah kadının arkadaşlığın anlatan "Sula", National Book Award adaylığına seçildi. Üçüncü romanı olan "Solomon'un Şarkısı" ile yazar, ulusal anlamda ün ve beğeni kazandı ve pek çok ödül aldı.

Sonraki romanı "Tar Baby"de dış görünüşü konusunda takıntılı olan fashion model Jadine ve Jadine'in âşık olduğu meteliksiz bir serseri ve siyahiliğiyle barışık olan Son'un hikâyesini anlatır.

İlk oyunu Dreaming Emmett, beyaz erkekler tarafından öldürülen Emmett Till adlı siyahi genç hakkındadır.

Sevgili (Beloved) Üçlemesi ve Nobel Edebiyat Ödülü

Morrison 1987'de en çok ödül alan romanı Sevgili (Beloved)'i yayımladı. Roman, köleleştirilen Afro-Amerikalı bir kadın olan Margaret Garner'ın gerçek hikâyesinden esinlenilerek yazıldı.[17] Kölelikten kaçan Garner, köle avcıları tarafından takip edilmektedir ve köleliğe geri döneceğini anladığında yakalanmadan önce iki yaşındaki kızını öldürür, fakat kendi yaşamına da son vermeden önce köle avcıları tarafından yakalanır.[18] Morrison'ın romanı Sevgili'de, ölen bebek hayalet olarak annesi ve ailesini ziyaret etmektedir.

Haftalarca best-seller olarak kalan roman, Morrison'a 1988 yılında Pulitzer ve 1993'te de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandırdı. 5 Ağustos 2019'da New York'ta 88 yaşında öldü.

 

KİTAPTAN ALINTILAR

“İnsan hayallerin nasıl suya düştüğüne ilişkin hakikati öğrenmenin peşindeyse eğer, asla bir hayalperestin sözüne inanmamalıdır.”

“Sevginin asla sevenden daha iyi bir yanı yoktur. Kötü insanlar kötü bir biçimde, sert insanlar sert bir biçimde, güçsüzler güçsüz, aptallar aptalca severler, ama başıboş bir adamın sevgisi asla güvenli değildir. Sevilenin bir kazancı yoktur. Yalnızca seven alır sevgiden payını.”

“...-hayatın yükünü taşımıyordu- neden mutlu değildi? Kızının bedbahtlığının böyle aşikâr olması bir suçlaymadı. Boynunu kırmak istedi onun -ama şefkat-le. Suçluluk ve iktidarsızlık, mide bulandırıcı bir ikili halinde yükseldi içinde.”

“İnsan onlara bakınca, neden bu ka­dar çirkin olduklarını merak ederdi; daha yakından bakınca da sorunun kaynağını bulamazdı. Ardından çirkinliğin tam da çirkin olduklarına inanmalarından kaynaklandığını an­lardı.”

“Bir tek isteğim vardı: Onu parçalara ayırmak. Neden yapıldığını görmek, sevimliliğinin nereden geldiğini bulgulamak, gü­zelliğini, farkına varmamış olduğum, ama görünüşe bakı­lırsa yalnızca benim farkına varmadığım çekiciliğini anlamak için yapacaktım bunu.”

“Yaşamımın en yalnız geçen zamanıydı o günler.  Konuşacak bir kedim bile yoktu.”

“Burada görmüş olduğun şu taş kafalılar var ya? İşte onların ellisini bir araya toplasan Onun bir tırnağı olamazlar. Ah Tanrım. Nasıl da severdi beni!”

“Gözyaşları gelmeden önce ne yapmalı?”

“Öfke daha iyi. Öfkeli olmak bir anlam taşıyor. Bir gerçeklik ya da bir varoluş. Değerin bilincine varmak. Tatlı bir kabarma o.”

“Kendinden şiddetli bir biçimde nefret eden bazı mağdurlar, kendilerini tekrar tekrar aşağılayan düşmanlarının birer kopyası haline gelerek tehlikeli, şiddet eğilimli kişilere dönüşürler.”

“Mutluluk, bir şeyi daha önceden kesin olarak bilmekse, biz de mutluyduk o zaman.”

“hiçbir engelle karşılaşmadan sürdürdükleri cehaletlerini, bütün incelikleriyle öğrendikleri kendinden nefret duygusunu, en ufak ayrıntısına kadar tasarlanmış çaresizliklerini alıp, hepsini, asırlardır zihinlerinin derinliklerinde yanmakta olan ateşten bir aşağılama külahının içine sıkıştırmış -soğutmuş- ve onu, önüne çıkan her şeyi yok edecek kadar öfkeyle dolu dudaklara boca etmişlerdi adeta.”

“Kara renkli kabuğundan çıkıp dünyaya mavi gözlerle bakmak isteyen küçük Zenci bir kızdı o.”

 

YORUMLARIMIZ

Toni Morrison insanın ufkunu açan özel bir kalem ve önemli bir insan.

Afra Amerikan edebiyatı Öksüz kaldı diyebiliriz Tony Morrison değindiği toplumsal konularda Amerikan halkının Kalbine dokunabilmiş ve tüm dünya halkının gönlünde taht kurmuş bir yazar.

 En mavi gözde ırkçılık ile ilgili bir metni ele alarak 1970 yılında kaleme almıştır. Irkçılığı küçük bir kız çocuğu gözünden bize vererek o konuda en az söz sahibi olan bununla ilgili en az şey söyleyebilecek olan ,en az dinlenebilecek olan, en zayıf halkayı seçerek anlatımını daha da çarpıcı hale getirmiştir...

Romanımız 1940 41 yılları arasında yazarımızın Memleketi olan Lorian Ohio'da geçer. Konusuna gelince istismarcı bir evde yaşayan AfrikalıPecola Breedlove'un trajik hikayesini okuduk. Bekolo 11 yaşında güzellik kavramını ve sosyal kabulü ve beyazlıkla eşitliyor bu nedenle en Mavi göze Sahip olmayı özlüyor..

İSTİYOR.....

Kitabımız her biri farklı bir mevsime göre adlandırılan 4 bölüme ayrılmıştır Roman sonbahar ile başlar ve yaz ile biter

 Bu 4 bölüm içerisinde anlatıcıları ve  odak noktalarını değiştirerek kitabı daha anlamlı hale getirmiştir

Romandaki olaylar Morrison'un yazdığı gibi çocukluk döneminde mevsimler tarafından bir arada tutulsa da çoğunlukla kronolojik olmayan bir şekilde anlatılır romanın kendisi  aslında oldukça kısadır sadece 164 sayfa. Ancak okuyucuya verdiği anlamlı ve hüzünlü duygular dolu dolu bir 500 sayfalık kitabın içinde anlatılacak kadar yoğundur.

"Beyaz çocuklar gibi iyi davranılmak için mavi gözlere sahip olmak isteyen siyahı kız  Pecola'nın yürek burkan hikayesini okuduk" /Safiye




 



2 Nisan 2022 Cumartesi

2022 MART KİTAP LİSTEMİZ 




 TANİOS KAYASI/ AMİN MAALOUF/ ŞUBAT 2022


KİTAP HAKKINDA

Amin Maalouf'tan (1993'te yayınladığımız ilk iki romanı) Afrikalı "Leo ve Semerkant"tan sonra, yine bir Doğu öyküsü.

Mehmet Ali Paşa'lı yılların Mısır'ı. Güzelliğini çarmıh gibi taşıyan bir kadın: Lamia. Lamia'nın gölgesine sığındığı bir şeyh: Francis. Yasak aşk meyvesi bir oğul: Tanios. Başka bir kadın: Esma.

Bir serüven ve sadakat romanı...

 

Yazara ünlü "Goncourt" ödülünü getiren kitap ilk kez dilimizde.


AMİN MAALOUF KİMDİR?

Amin Maalouf ya da Emin Maluf, 25 Şubat 1949 Beyrut doğumlu, kitaplarını Fransızca yazan Lübnanlı yazar. 1976'dan beri Fransa'da yaşamaktadır. Yazar 1993 yılında Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülüne layık görülmüştür. Kitapları 40'tan fazla dile çevrilmiş, eserleri Fransa'da ve çevrildiği birçok dilde geniş okur kitlesine ulaşmıştır.

1949'da Beyrut, Lübnan'da doğdu. Annesi Türk kökenli Mısırlı, babası Melkite Katolik cemaatindendi. Ekonomi ve toplumbilim okuduktan sonra gazeteciliğe başladı. Lübnan'da iç savaşın çıktığı 1975'e kadar Lübnan'da gazetecilik yaptı. Bu tarihte Paris'e göç etti. Yazar halen Paris'te yaşamaktadır. Çeşitli yayın organlarında yöneticilik ve köşe yazarlığı yapmış olan Maalouf, bugün vaktinin çoğunu kitaplarını yazmaya ayırmaktadır.

 

Yapıtlarında çok iyi bildiği Asya ve Akdeniz çevresi kültürlerinin söylencelerini başarıyla işleyen Maalouf, 1983 yılında yayımlanan ilk kitabı Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri (Les Croisades vues par les Arabes) ile tanındı. Bu kitap, çevrildiği dillerde de büyük bir başarı kazandı. 1986'da yayımlanan ve aynı yıl Fransız - Arap Dostluk Ödülü'nü kazanan ikinci kitabı ve ilk romanı Afrikalı Leo (Léon l'Africain) bugün bir "klasik" olarak kabul edilmektedir.

 

Maalouf'un 1988'de yayımlanan ikinci romanı Semerkant (Samarcande) da coşkuyla karşılandı ve pek çok dile çevrildi. Maalouf'un sonraki kitapları da yine roman tarzındaydı: 1991'de yayımlanan Işık Bahçeleri (Les Jardins de Lumiére) ve 1992'de yayımlanan Beatrice'den Sonra Birinci Yüzyıl (Le premier siècle après Béatrice).

 

Maalouf, 1993'te yayımlanan romanı Tanios Kayası (Le Rocher de Tanios) ile Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü'nü kazandı. 1996'da Doğunun Limanları (Les Echelles du Levant) adlı romanı ve 1998'de ise Ölümcül Kimlikler (Les Identités Meurtrières) adlı deneme kitabı piyasaya çıktı. 2000'de Yüzüncü Ad - "Baldassare'nin Yolculuğu" (Le Périple de Baldassare) adlı romanı yayımlandı.

 

Ayrıca 2002'de opera için yazdığı ve Finlandiyalı müzisyen Kaija Saariaho'nun bestelediği Uzaktan Aşk (L'Amour de loin) Maalouf'un ilk librettosudur. 2004'te yayımlanan Yolların Başlangıcı (Origines) adlı ailesini anlatan bir çeşit hatırat kitabından sonra, 2006 yılında Adriana Mater adlı ikinci librettosunu yayınladı.

 

Kitaplarında genellikle doğuya ait öğeleri çok iyi işlemektedir. Doğuya ait gelenek ve görenekleri kitaplarında mutlaka tanıtır. Birçok kitabında Osmanlı-Türkiye üzerine yorumlara da rastlanmaktadır. Afrikalı Leo kitabında Osmanlı ve Yavuz Sultan Selim'in Kahire seferinde 8000 kişiyi öldürdüğünü iddia etmiştir. Kitaplarında doğu halklarının neden geri kalmış olduğu konusunda analizler ve tespitler yapmaktadır. Kitapları roman tarzında yazılmış da olsa sosyolojik temalar kitaplarında sürekli olarak işlenir. 

Kitaplarının Türkçe çevirileri Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanmaktadır.


KİTAPTAN ALINTILAR

“Yaradan bile keyfimiz için kuzuları boğazlamamızı söylüyor, ama asla kurtları değil...

-Eğer önündeki kapılar bir daha yüzüne kapanacak olursa, hayatının sona ermediğini düşün. sona eren şey yalnızca hayatlarının birincisidir ve diğeri başlamak üzere sabırsızlanmaktadır.O zaman bir gemiye bin, seni bekleyen bir kent vardır.”

“İdarecilerin en kötüsü seni sopalayan değil seni kendi kendini sopalamaya zorlayandır.”

“Yürekten istediğin bir dileğin varsa,  Tanrı'dan onu yerine getirmesi için yalvarırsın. Ama bu işi nasıl yapacağını emredemezsin.”

“Ne rezil bir hayat bu! Ekmek paranı yitirmemek için el etek öpmeye mecbursun!”

“Kimse dinlemek istemezken öğüt vermek neye yarar?”

"Eskiden, Araplar, her bilge söz için bir deve hediye ederlermiş."

“Karanlık dönemlerden geçmenin yolunun sahte aydınlıkların peşinden koşmak olduğu söylenmez mi?”

“Kendin için yaşamak istiyorsan, okumalı ve zenginleşmelisin. Önce tahsil, sonra para. Tersi değil! Çünkü paran olduğunda tahsil görmeye ne sabrın olur ne de yaşın müsaade eder.”

“Bilge adamın sözü, aydınlıkta akan su gibidir. Ama insanoğlu her çağda, en karanlık mağaralardan fışkıran suyu içmeyi yeğlemiştir.”

“Bir insanın yakınları arasında kendini aniden yabancı hissetmesine hangi bakışın, hangi sözün, hangi alayın yol açtığını kim bilebilir ki?”

“O gün hepsinin alınyazısı yazıldı ve mühürlendi; tıpkı bir parşömen gibi, geriye bu dürülü yazgının açılması kalmıştı.”

“Ne cennet; ne cehennem! Araf!”

"Kaderin tekrar tekrar korkunç geçişidir varoluşumuzu belirleyip şekillendiren..."

"Tanrı biliyor ya, nasıl da yabancı hissediyorum kendimi bu kutlamanın ortasında!"


İNCELEME/ ALINTI

Amin Malouf; tarihin önemli bir kesitini fon olarak kullanıp yazdığı kurgusal romanı "Tanios Kayası" ile 1993 yılında Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüştür.

Merkezimizde Lübnan dağlarındaki küçük bir köy, 1830'lı yıllar Ortadoğu'suna bakıyoruz.

Bu küçük Hristiyan köyü; güzel Lamia'sı, kocası Gerios'u, şeyhi Francis'i, yasak aşk meyvesi Tanios'u ile birlikte bu tablonun tam ortasında yer alır. Emperyalizmin paylaşım savaşının en hararetli yıllarında bu küçük insanlar tarihin gidişatını etkileyemezler pek tabii ki, kendi köylerinin kaderi bile onların ellerinden uzaktadır; ama tarihe, herkes gibi izlerini ve söylencelerini bırakılar.

Mısır'da Mehmet Ali Paşa Osmanlı'ya karşı bağımsızlığı ilan etmiş, hatta Fransız'ların desteği ile İstanbul'a yürüyüp payitaht'ı alma hayallerindeyken; bunu engellemek isteyen Osmanlı, İngilizlerle kolkola verip köyümüzdeki dağı kontrol altında tutmaya çalışır. Zira Paşa'nın yukarıya yürüyebilmesi için o dar geçidi kontrol etmeye ihtiyacı vardır.

Daha sonra ismi bir kayaya verilecek olan Tanios'un gururu, eğitimi, aşkı ve geleceği için sınanmasını ve mücadelesini anlatan oldukça akıcı bir roman.

Büyümek bizim çocukken en çok istediğimiz duygu iken hayattaki sorumluluklarımız arttıkça en çok korktuğumuz duygu haline geliyor.

Küçücük bir çocuğun omzuna yüklenmiş bir kader. Doğumu ile başlayan kaderi, savaşa giden toprak parçası, kaderine yenik düşmeyen baba, düşman ve kızı, çatı katı, limandaki gemiler, gözü yaşlı ana, Nadir, devletler ve kaya.

Tanios, kaderinin yaşamı üzerinde korkunç geçişleriyle daha 16 yaşındayken saçları beyazlayan, süt, bal ve kan diyarı olan savaş içerisindeki topraklarında bir gün oranın kaderini belirleyeceğini bilmeden aşık olan, okuyan, öğrenen, büyüyen  bir asi ruh ve delinin dudaklarından dökülen yazgısı.. Baştan çıkaran güzellikler, çekirgeye dönüşen insanlar, yöneticilerine kayıtsız şartsız boyun eğen bir halk, bir sözle yabancılaşan anne ve baba, hayatta dayanak noktası ve kader belirleyicisi olan bir okul, patrik cinayeti ve sonrasında merdivendeki portakallarla başlayan sergüzeşt, sıla hasreti, ihanet sonrası gelen ölüm, suçluyu cezalandırmaya sıra geldiğinde gösterilen merhamet.. Ve sığınılan çatı katı, turuncu saçlı bekleyiş limanı, en sonunda da arafta bir kaya..

Bir mekan bir yaşam ancak bu kadar güzel tasvir edilir . Bir yandan gerçeğe çok yakın gibi dururken ,bir yandan sizi masallar diyarına götürüyor . Yazar doğuyu ,aşkı ve hüznü çok iyi kurguluyor.
 
KEYİFLİ OKUMALAR