13 Eylül 2018 Perşembe

EYLÜL 2018 KİTAP LİSTEMİZ


Yerdeniz Büyücüsü - Yerdeniz Üçlemesi 1

"Sanırım Yerdeniz Büyücüsü'nün en çocuksu yanı konusu: Büyümek. Büyümek, benim yıllarımı alan bir süreç oldu; bu süreci otuzbir yışımda tamamladım -ne kadar tamamlanabilirse; o yüzden de çok önemsiyorum. Çoğu genç de önemser. Ne de olsa esas işleri budur: Büyümek."
- Ursula K. Le Guin -

Fantastik edebiyata duyduğu ilgiyle Tzvetan Todorov’un “Fantastik” kitabını eline alanlar, kısa süre içinde ciddi bir hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Çünkü Todorov, yapısalcı bir yaklaşımla bu edebi türü incelerken, her şeyden öte onun alegorik ve şiirsel okumaya kapalı olduğunu belirler.  Ve türü ortaya koyan ilk eserleri ele alır: Maupassant’ın, Henry James’in, Hoffmann’ın öyküleri, Balzac, Nerval gibi yazarların bu türe giren romanlarıdır bunlar ve günümüzün fantastik anlatılarıyla hiç ilgileri yoktur.  Çalışmanın nihayetinde ise fantastik edebiyatın Kafka’yla birlikte bittiğini belirtir Todorov. Çünkü, fantastik anlatılar doğal bir olaydan yola çıkarak doğaüstüne varırken, Kafka (Dönüşüm’ü masaya yatırarak)doğaüstü bir olaydan yola çıkarak anlatı boyunca bu doğaüstü hali doğallaştırmış.

Karanlığın Sol Eli

Arka Kapak Yazısı (Tanıtım Bülteninden)

“Bilimkurgu”nun en önemli iki ödülü olan Hugo ve Nebula’yı kazanarak kısa zamanda türünün klasikleri arasına giren Karanlığın Sol Eli, dünyamıza çok benzeyen Kış adlı bir gezegende geçmektedir. Bu gezegende, yılın en sıcak zamanlarında bile yarı-kutup iklimi yaşanmaktadır ve tüm sakinleri çift cinsiyetlidir (androjen). Cinsel kimliğin bir statü ya da güç aracı olarak kullanılmadığı bu gezegende, kişiler yılın belli bir döneminde o anki hormonal durumlarına göre erkek ya da kadın olmaktadırlar.
Öyle ki, birkaç çocuk doğurmuş bir anne daha sonra başka çocukların babası olabilmektedir. “Arkadaşlık” ve “sevgililik” arasındaki “boşluk” anlamsızlaşmış; insan düşüncesini belirleyen düalizm eğilimi azalmış; insanlığın güçlü/zayıf, koruyucu/korunan, hükmeden/hükmedilen, sahip olan/sahip olunan gibi ikiliklerini oluşturan temeller zayıflamıştır. Cehaletin, şimdinin, mevcudiyetin ilerlemeden daha gözde olduğu bir gezegendir Kış. Bir gün Kış’a uzaydan bir erkek elçi gelir ve onların da katılmasını istediği bir gezegenler birliğinden söz eder... Elçinin gelişiyle birlikte yerli ile yabancı, erkek ile dişi, benzerlik ve benzemezlik, parça ile bütün arasındaki ilişki ve çelişkiler insanlardaki karşılıklarını bulup yaşamaya başlar...

Biz – Yevgeni Zamyatin

“26. yüzyılda geçen romanda insan doğadan ve kendi benliğinden koparılmış, “Biz” haline getirilerek toplumun sıradan bir parçası halini almıştır. Öyleki artık isimler kullanılmamakta, her insan bir sayı ile anılmaktadır. Saydam cam duvarlar arasında yaşayan insanların her anı sistem tarafından denetlenmekte, erkek ve dişi sayılar sadece sistemin izin verdiği çiftleşme anlarında bir perdeyle dış dünyadan ayrılabilmektedirler. Toplum gelişmiş, bilim ilerlemiş, dünya dışına yolculuk yapmak bile mümkün olmuştur. Ancak tanımlanan dünya bir ütopya değil, karanlık bir ütopyadır.
“Şimdiye kadar yazılmış en iyi bilim-kurgu roman, klasik bir karşı ütopya”
Ursula K. Le Guin

Şamanlar Diyarı - Barış Müstecaplıoğlu


Bohçanızı hazırlayın. Kalyon limandan ayrılmak üzere...

Dans ederek tanrıların katına çıkan şamanlar, yılanbaşlı kuyruklarıyla hayatı paylaşayan harnanlar, ışıl ışıl parlayan nar kuşları... Şamanlar Diyarı'nda görebileceğiniz şeylerden sadece birkaçı. Bu olağanüstü diyarda yaşananlar ise farklı coğrafyalarda, tarihin her döneminde, insanın insana ettiklerine dair evrensel bir sorgulama. Bizi biz yapan nedir? Ya da ötekini farklı kılan? Güç sahipleri çatıştığında, arada kalan halklara ne olur? 
Eserleri dört kıtada, sekiz ülkede okunan Barış Müstecaplıoğlu, merak uyandıran anlatımıyla gözalıcı bir diyarın kapılarını açıyor. Renkli bir yolculuk için bohçanızı hazırlayın. Kalyon limandan ayrılmak üzere...


PUSLU KITALAR ATLASI

Bir "ilk kitap", Türkçe edebiyatta yeni ve pırıltılı bir yazar... "Yeniçeriler kapıyı zorlarken" düşler üstüne düşüncelere dalan Uzun İhsan Efendi, kapı kırıldığında klasik ama hep yeni kalabilen sonuca ulaşmak üzeredir: "Dünya bir düştür. Evet, dünya... Ah! Evet, dünya bir masaldır." Geçmiş üzerine, dünya hali üzerine, düşler ve "puslu kıtalar" üzerine bir roman. Hulki Aktunç'un önsözüyle...

22 Mart 2018 Perşembe

ŞUBAT AYI KİTAP LİSTEMİZ


Cumartesi, öğleden sonra… Telefon çaldığında, çocuklarla bahçedesiniz. Arayan okuldaki en iyi arkadaşınız. Birkaç yıldır görmediğiniz biri. Bu, eski zamanları yâd edeceğiniz dostça bir arama olmalı. Ama değil. Aramasının sebebi farklı. İşkence altındaymış gibi, kesik kesik, hızlı hızlı soluyor. Birileri ona korkunç bir acı çektiriyor. Çığlık atıyor ve sonra hayatınızı tamamen değiştirecek altı kelime mırıldanıyor: Adresinizin ilk iki satırını... 

"Harika konular, mükemmel karakterler ve nefes kesen bir aksiyon." 
-Lee Child- 

"Sizi, o kadar hızlı okumaya zorluyor ki kelimelerin üzerinde afallıyorsunuz. Olağanüstü!"
-Evening Standard- 

"Adrenalin yüklü bir macera." 
-Euro Crime-
(Tanıtım Bülteninden)
Sayfa Sayısı: 344


“Hayatım, beni cehenneme savuran bir rüzgârla altüst olmuştu, böyle olmasında ne suçum ne de katkım vardı. Etrafımda neler dönüyor, bilmiyordum.
Fakat tuhaf bir şekilde içinde bocaladığım çaresizlik duygusu giderek mücadele ruhuyla yer değiştiriyordu…”

Esrarengiz bir kaza sonucu bellek kaybı yaşayan, bu nedenle  “Gizem” adıyla anılan genç kadının tek bir isteği vardır: 
kendi gerçeğine ulaşmak…

Bir süre hastanede kaldıktan sonra özel bir kliniğe yatırılan Gizem, bu kapalı ortamda, hayal bile edemeyeceği travmalar yaşamış genç bir kadınla ve onunla özel olarak ilgilenen doktor Orhan’la ilişki kurar. Zamanla kendinde unutuşun o sımsıkı kilitli kapısını aralayacak gücü bulan Gizem, hatırladıklarıyla kumpaslar, entrikalar ve rastlantılarla örülü, Türkiye’de yaşanan bu karmaşık günleri de içine alan esaslı bir kasırgaya kapılmış gitmekte olduğunu görecektir.

Kördüğüm, hayatının hassas bir evresinde, günümüzün acımasız çarkları arasına sıkışmış genç bir kadının yaşadıklarını çarpıcı bir “geri dönüş” hikayesiyle anlatıyor. Ayşe Kulin çok sevilen Kanadı Kırık Kuşlar’da olduğu gibi, ülkesinin çalkantıları ile sarsılan ama tutkularına da sorumluluklarına da sahip çıkan genç bir kadının ayakta kalma mücadelesini gözler önüne seriyor.

1960 yılında yayımlandığından bu yana bütün edebiyatseverlerin gönlünde özel bir yer edinen, Pulitzer ödüllü Bülbülü Öldürmek Amerika’nın güneyinde yaşanan ırkçılığı ve eşitsizliği bir çocuk kahramanın, Scout Finch’in gözünden anlatıyor.

Harper Lee, kullandığı yalın ama çarpıcı dil aracılığıyla adalet, özgürlük, eşitlik ve ayrımcılık gibi hâlâ güncel temaları, Scout’un büyüyüş öyküsüyle birlikte dokuyarak, iyilik ve kötülüğü hem bireysel hem de toplumsal düzeyde mercek altına alıyor.

Bir “zenci”nin haksız yere suçlanması üzerinden gelişen olaylar; önyargılar, riyakârlık, sınıf ve ırk çatışmalarıyla beslenen küçük Amerikan kasabasının sınırlarını aşıp, insanlar arası ilişkide adaletin ve dürüstlüğün önemini anlatan evrensel bir hikâyeye dönüşüyor. Etkileyici gerçekliğiyle ürperten, “insani” vurgusuyla sarıp sarmalayan, çağdaş dünya edebiyatının en önemli örneklerinden biri olan bu klasik roman, Ülker İnce çevirisiyle tekrar Türkçede.

"İstediğin kadar saksağanı vur vurabilirsen ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır."
(Tanıtım Bülteninden)

Merhamet zulmün merhemi olamaz!

İstanbul’un kargaşası içinde sıradan bir yaşam süren İbrahim, çocukluk arkadaşı Hüseyin’in ölüm haberi üzerine doğduğu kadim kent Mardin’e gider. Onun, önce sevdaya sonra ölüme yazılmış, Mardin’de başlayıp Amerika’da sona ermiş hayatını araştırmaya koyulur. Böylece âdeta bir girdabın içine çekilir, tutkuyla ve hırsla gizemli bir kadının peşine düşer. 

Harese nedir, bilir misin? Develerin çölde çok sevdiği bir diken var. Deve dikeni yedikçe ağzı kanar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz… Ortadoğu’nun âdeti budur, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.

Mardinli Hüseyin ile IŞİD zulmünü misliyle yaşamış Ezidi kızı Meleknaz’ın ve kelamın çocuklarının hikâyesi... Livaneli okuru, sevda ile acının iç içe geçtiği bir Ortadoğu gerçeğiyle buluşturuyor.


Sıfır Noktası Neresidir?Dünyanın herhangi bir köşesinde herhangi bir insan sıfır noktasında kıskıvrak bekliyor. Umutsuz, çaresiz, ölümle yaşam arasındaki sınırda. Neval El Seddavi, ölüm hücresinde Mısırlı fahişe Firdevs'le konuşuyor. Firdevs'in anlattığı yaşam öyküsünü aktarıyor bize. Bu dünyada kadın olmanın, "fahişe" olmanın ne anlama gelebileceğini okuyoruz bu yaşam öyküsünde.Sıfır noktası neresidir?

13 Ocak 2018 Cumartesi

OCAK AYI KİTAP LİSTEMİZ

Yaşamı boyunca Nobel Edebiyat Ödülü dahil hemen hemen bütün saygın ödülleri kazanan ve İngiliz edebiyatının en önemli yazarlarından biri olarak gösterilen Doris Lessing, bu romanında bireyin üzerindeki toplumsal baskıları ve bu baskılardan kurtulma mücadelesini, erkek egemen toplumda kadın olma deneyimi üzerinden anlatıyor. 

Dışarıdan bakıldığında nörolog kocası ve dört çocuğuyla ideal bir orta sınıf ailesine sahip olan Kate, yaşamının bir hapishaneye dönüştüğünü hissetmektedir. Sürekli güzel ve şık olmak, evini idare ederken hem kocasının hem çocuklarının sorunlarıyla ilgilenmek zorundadır. Ve kendisinden bütün bunları "doğası gereği", yani karşılıksız yapması beklenmektedir. Uluslararası bir konferansta çevirmenlik yapmak üzere İstanbul'a giden Kate, orada tanıştığı gençle sürpriz bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk, Kate'in içsel dönüşümünün de başlangıcı olacaktır. 

1973 yılında yayımlandıktan sonra feminist bir manifesto olarak nitelenen Son Aydınlık Yaz, Doris Lessing'in en sert ve çarpıcı romanlarından biri.

"Cinsiyetçilik ve feminist bilinç üzerine yazılmış en iyi roman." 
-New York Times Book Review-
(Tanıtım Bülteninden)

Edebiyat tarihinin büyük isimlerinden Stefan Zweig, gözlemleri ve acı dolu geleceği öngören duyarlılığıyla 20. yüzyıl Avrupasına damgasını vurmuş bir aydındı.

"Şimdi başka bir yüzyıldan ya da başka bir ulustan geliyormuş gibi kendini tecrit etmek mümkün değildir. İnsan zorla tarafsız kalamaz. Savaş ile ilgili normal ve insancıl bir görüşe sahip olabilmek için tek bir olasılık vardır: savaşın farkında olmak ve savaşı, kendileri asla cephede bulunmamış savaş çığırtkanlarından dinlememek. Bunun dışındaki her şey kendini kandırmak, kendini aldatmak, soyut şeylerle kendini uyuşturmak ve kendinden geçmek anlamına gelir."

Ölmeden önce üzerinde çalıştığı son kitabı Clarissa, Zweig'ın sözleriyle, "Bir kadının yaşadıklarından hareketle, 1902'den sa vaşın patlak vermesine kadar geçen süre içinde dünyanın anlatıldığı roman"dır. Zweig, Avusturyalı bir subayın kızı Clarissa Schuhmeister'in hayatını anlatırken, Birinci Dünya Savaşı'nın gerek Avusturya ve Orta Avrupa kültürü, gerek bireyler üzerindeki etkisini gözler önüne serer. Clarissa, yazarının 1942'deki intiharıyla yarım kalmış, ancak 39 yıl sonra 1981'de gün ışığına çıkarılan metni Zweig'ın yayıncısı Knut Beck tamamlamıştı.



Büyük bir yazarın yazdığı bir polisiye roman kadar haz veren bir kitap bulmak okuyucu için pek kolay değildir. İnsanların her zaman merakını ve ilgisini çeken "öldürme" eyleminin kanlı geçitlerinde dolaşır, olayların akışıyla heyecanlanır, planların şeytaniliğiyle ürperirken, usta bir kalemin anlatımından da bir katilin gölgelerle dolu iç dünyasına sızarsınız.

Hareket, hem katille kurbanları arasında hem de katilin kendi ruhunda birbirlerini izleyerek sürer.

Peyami Safa'nın "Server Bedi" takma adıyla yazdığı bu kitapta üstelik bizim edebiyatımız hatta belki de dünya edebiyatı için bir ilk vardır bu kitapta. Kitabın sırrı da bu "ilk"te gizlidir.

Cinayet mi intihar mı olduğu anlaşılmayan peşpeşe ölümler ve bunları anlatan insan duygularına hakim, parlak üsluplu değerli bir yazar.

İyi bir okuyucu için zevk ve ürperti dolu bir ziyafet bu. Tadını çıkarmaya bakın.

AŞKTA İKİNCİ ŞANSI YAKALASAYDINIZ, AYNI KARARLARI MI VERİRDİNİZ?

Zaman makineleri söz konusuysa, sihirli bir telefon kulağa biraz kullanışsız gelebilir.
Senarist Georgie McCool geçmişe gidemez… Sadece geçmişi arayıp birilerinin telefonu açmasını umar.
Özellikle de kocasının.
Çünkü Georgie geçmişi arayabilen sihirli bir telefonu olduğunu öğrendiğinde tek yapmak istediği, kocası Neal’la arasını düzeltmektir. Evet, belki zamanda yolculuk yapamayacaktır ama evliliğini, başlamadan yoluna koymanın bir fırsatını bulmuştur.
Artık çözülmez gibi görünen meseleleri geçmişte düzeltme şansı vardır. Belki de bu telefon ona ikinci bir şans verecektir.
Tabii istediği buysa… Yoksa hiç evlenmemiş olsalar, her şey daha mı iyi olurdu?
Sabit Hat, iki insanın aynı yola baş koyup koyamayacağını ve aşkın, sizinle orta yolda buluşacak birini bulmak olup olmadığını sorguluyor...

“Rowell kategorize edilemeyecek kadar yetenekli. Sabit Hat kendine has bir roman.”
-Janet Maslin, The New York Times-

“Her zamanki gibi akıcı ve keyif verici… Sayfalar uçup gidiyor.”
-Publishers Weekly-

“Psikolojik gözlemler, önlenemez mizah ve doğaüstü bir detay: Geçmişteki eşini arayabilen bir kadın.”
-Time-

“Rowell’ı okumak komik ve zeki bir dostunuzun en güzel hikâyelerini dinlemeye benziyor.”
-School Library Journal-

“Klişe hiçbir öge barındırmayan ve her cümlesi keyif veren bir kitap. Yazarın romanları keskin gözlem gücünü ve komedi yeteneğini yansıtıyor.”
-Chicago Tribune-
“Hayranları Rowell’ın kalplere hitap eden bir romanını daha okumaya bayılacak.”
-Kirkus Reviews-

“Diyaloglar akıcı; komik, yenilikçi ve enerjik. Genç Georgie ile Neal’ın flörtü gerçekten romantik.”
-Boston Globe-

“Gerçekçi, sevimli ve muhteşem.”
-The Globe & Mail-

(Tanıtım Bülteninden)
Nazan Bekiroğlu Nar Ağacı'ndan sonra merakla beklenen yeni romanı Mücellâ'da bizleri 1920-1970'li yılların Türkiye'sinden nostaljik bir hikâyeyle buluşturuyor. Mücellâ, genç Cumhuriyet'le yaşıt bir kızın, unutulmuş kumaşların, kokuların, alışkanlıkların, iğne oyalarının, kimi yarım kalmış kimi tamamlanmış aşkların, hayatı seyretmekle yaşamak arasında gelip giden kadınların romanı.

Zamanın daha ağır aktığı, hayatın ritminin daha çok mahalle aralarında karar bulduğu vakitler. Gaz lâmbasının ışığında içilen nohut kahvesinin ağızda buruk bir tat bıraktığı dönemler. Arka planda Türkiye, pek çok çalkantının içinden geçerken bile kendini bildi bileli çeyiz işleyen bir genç kız Mücellâ. Adım adım hayattan çekilirken bunu neredeyse hiç fark etmeyen... Neyi beklediğini bilmeden bekleyen... Derken günün birinde, kıyısında kaldığı hayata son bir çabayla dönmek isteyen...

Sümbül kokulu bembeyaz yastık kılıfları, kanaviçe işli peçeteler, uçları fistolanmış havlular, çeyiz sandıkları arasında… Hanımeli, yasemin ve leylâk kokulu yaz ikindileri gibi uzun kış gecelerinde de, ya çardağın altında ya hep o soldaki pencerenin içinde... Mücellâ'nın dupduru ve çarpıcı hikayesi.
(Tanıtım Bülteninden)

KASIM AYI KİTABIMIZ; BOZKIRKURDU

YAZARI; Herman HESSE :1877 De Almanya’nın Calw kasabasında doğdu. Eğitim sistemindeki kısıtlamalara ve misyoner babasının dinsel baskılarına direnerek Maulborn İlahiyat Okulu’ndan ayrıldı. Bir süre kitapçılık yaptıktan sonra 1904’te serbest yazarlığa başladı. Birinci dünya savaşında tarafsız kalan İsviçre’ye yerleşerek Aiman militarizmi ve milliyetçiliğini yeren yazılar yazdı. Savaş tutsakları ve gözaltına alınanlar için bir dergi çıkardı.1923’te İsviçre uyruğuna geçti.
   Savaş ortamının ve kişisel sorunlarının etkisiyle ağır bir bunalım geçiren  Hesse, Jung’un öğrencisi Lang’dan psikanaliz tedavisi gördü. 1911’de Hindistana yaptığı yolculuk Doğu Kültüründen etkilenmesine yol açtı. Eserlerinde kişiliğin uygarlığın yerleşik kalıplarından kurtularak özbenliğini bulmaya çalışmasını işledi. Hesse Doğu Kültürüne yakınlığı nedeniyle özellikle 1960’larda Amerikada canlanan Budizm akımları arasında en çok okunan yazarlar arasına girdi. Romanları, öyküleri, şiirleri, denemeleri, politik makaleleri, kültürel eleştirel yazılarıyla; tüm dünyada 100 milyonu aşkın okura ulaştı. 1946’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Hesse, 1962’de İsviçre’nin montagrola kasabasında öldü.
   
  BOZKIRKURDU

   Burjuva; kentlerde yaşayan, üretim araçlarını ellerinde bulunduran, ve kendi başına üretim ve kazanç yollarında çalışarak kendine oldukça geniş bir geçim sağlayan kimse.
  Romanın kahramanı: Hanry Haller; burjuva dünyasından nefret eden yanı: Bozkırkurdu. Karekterin iki ayrı yanı; insan ve kurt, bu iki varlığın ikili ilişkileri işleniyor romanda.
   Harry Haller sistemin içinde kendini Bozkırkurdu olarak hissediyor. Çok okuduğu, çok düşündüğü için ve kendini sistemin dışında tutmaya çalıştığı için gittikçe yalnızlaşıyor ve bunalıma giriyor. Tek çarenin intihar olduğunu düşünüyor. Tam da bu noktada ters bir çözüme yöneliyor ve yaşama atılma cesaretini gösterip daha önce yaşamadığı ve kabul etmediği her şeyin sorgulamasını iç dünyasında yapıyor.
   Yazar Herman Hesse; Romanı üç anlatıcıyla yazmış. Önce burjuva gözüyle Harry Hallerin tanıtımını yerleştiği evin sahibinin yeğeni tarafından anlatmış. Sonra anlatıcı olarak Bozkırkurdu üzerinden incelemelere yer vermiş. Son olarak da kendi anlatımıyla Harry Hallerin yaşama dönüşü için çözümleri, terapi sürecindeki iç dünyasını metaforlar üzerinden aktarmış.
   Birinci bölümde biraz sıkılabiliyoruz. Harry Haller’in sistem içindeki bunalımları anlatılıyor.
   İkinci bölümde muhteşem bir anlatımla karşılaşıyoruz. Bozkırkurdu’nun bunalıma düşme nedenlerini, bağımsızlık için yalnızlığa düştüğünü, intihar safhasını, kurtuluş için mizahın önemini ruhsal yönden inceleyen, psikolojiyi, insan ruhunu inanılmaz örneklerle anlatan bölüm. Her satırı her cümlesi çizilmeye ve tekrar tekrar okunmaya değer bir bölüm.
   Son bölümde yazar, Harry Hallerin ölüm yerine yaşama dönmesini, psikolojik terapi sürecini metaforlar kullanarak kurgulamış ve kendi ağzından anlatmış. Esrarengiz kurguyla okuduklarınızın kahramanın hayatındaki değişimi olarak algılıyorsunuz. Harry haller tanıştığı, Hermeni sayesinde hayatında yer vermediği eylemlere yer veriyor, dans öğreniyor, eğleniyor, yeni insanlar tanıyor. Bu deneyimler Haller’in yaşam için müthiş tespitler yapmasını sağlıyor. ‘’Yavaş yavaş anladın ki dünya hiç de senden eylemlerde ve özverilerde bulunmanı istemiyor; yaşam kahraman rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir kahramanlık destanı değil, insanların yiyip içmeler, kahve yudumlamalar, örgü örmeler, iskambil oynamalar ve radyo dinlemelerle yetinip hallerine şükrettikleri bir orta sınıf evidir. Zaman ve dünya, para ve güç, küçük ve sığ insanların evinde bulunacak her zaman. Asıl insanların elindeyse hiçbirşey, yalnızca ölüm.’’ Sonraları Hermeni’nin Harry Haller’in dişi yanı olduğunu kavrıyorsunuz. Birlikte gittikleri tiyatroyu okurken anlıyorsunuz ki anlatılanlar gerçek olaylar değil, yazarın kahramana iç dünyasını sorgulatması… Terapi süreci belki de… Çok sevdiği Mozart da var… Yazar Herman Hess’in Jung’un öğrencisi Long’dan psikanaliz tedavisi gördüğünü, bu sayede psikolojiye ve Jang’a duyduğu ilgiyle iç dünyasını zenginleştirdiğini biliyoruz. Bir insanın iç dünyasının bunalımını, geldiği noktayı, çözümleme sürecindeki terapiyi; metaforlarla gerçek hayatmış gibi ve edebiyatla birleştirerek güçlü bir anlatımla aktarmış. Psikolojiyi bize Jung aktarmaya çalışsaydı acaba bu denli örnekleyebilir miydi şeklinde düşünmeden edemiyorum.
   Ben’in durumlarını, karekteri satranç taşlarına benzetiyor yazar. Onlarla oyun oynatıyor giriş ücreti akıl olan tiyatrosunda. Satranç taşları ile yapılacak çeşitli kombinasyonları, buna göre çeşitlenecek hayatları, duygu durumlarını gösteriyor tiyatrosunda. Savaş karşıtı olan Harry hallere tiyatroda seçtiği bir odada araba oyunu oynatırken savaştırıp; oyunun kuralı bu, öldürmezsem öleceğim, savaşmak zorundayım dedirtiyor. Bu bölümü okurken yazarın yüzyıl öncesi günümüz teknoloji çağı oyunlarını öngördüğünü hissediyorsunuz. Tiyatronun kapısında  ‘ Münzeviler için oyunlar.’ ‘Her türlü sosyal yaşama eşdeğer etkinlikler’ yazıyor. Tıpkı internet oyunları gibi.  Sınırsız sayıda odalar ve herbirinin kapısında yazan yazılar, Hermeni, danslar, radyo, Mozart ve sözleri. Kitabı okurken her satırını çizdim sanırım. Bakalım biz de Ben’in parçalarıyla oynanan bu satranç oyununun üstesinden gelecek miyiz?
(...)'insanların büyük çoğunluğu yüzmeyi öğrenmeden yüzmek istemez.' ne anlamlı bir söz, değil mi? yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için yaratılmışlar, suda değil. ve düşünmek istememeleri de doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar, düşünmek için değil! evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa, bundan ileri bir noktaya ulaşabilir; ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir böyle biri ve bir gün gelir suda boğulur.
    İyi ki kitap okuma kulübünün bir üyesiyim ve birçok değerli  kitap gibi BOZKIKURDU’nu okuyup birlikte konuşabildik. Darısı yeni biçok kitaba.

                                                                                                                                                                 SELMA