YAZARI; Herman HESSE :1877 De Almanya’nın Calw kasabasında
doğdu. Eğitim sistemindeki kısıtlamalara ve misyoner babasının dinsel
baskılarına direnerek Maulborn İlahiyat Okulu’ndan ayrıldı. Bir süre kitapçılık
yaptıktan sonra 1904’te serbest yazarlığa başladı. Birinci dünya savaşında
tarafsız kalan İsviçre’ye yerleşerek Aiman militarizmi ve milliyetçiliğini
yeren yazılar yazdı. Savaş tutsakları ve gözaltına alınanlar için bir dergi
çıkardı.1923’te İsviçre uyruğuna geçti.
Savaş ortamının ve
kişisel sorunlarının etkisiyle ağır bir bunalım geçiren Hesse, Jung’un öğrencisi Lang’dan psikanaliz
tedavisi gördü. 1911’de Hindistana yaptığı yolculuk Doğu Kültüründen
etkilenmesine yol açtı. Eserlerinde kişiliğin uygarlığın yerleşik kalıplarından
kurtularak özbenliğini bulmaya çalışmasını işledi. Hesse Doğu Kültürüne
yakınlığı nedeniyle özellikle 1960’larda Amerikada canlanan Budizm akımları
arasında en çok okunan yazarlar arasına girdi. Romanları, öyküleri, şiirleri,
denemeleri, politik makaleleri, kültürel eleştirel yazılarıyla; tüm dünyada 100
milyonu aşkın okura ulaştı. 1946’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Hesse, 1962’de
İsviçre’nin montagrola kasabasında öldü.
BOZKIRKURDU
Burjuva; kentlerde
yaşayan, üretim araçlarını ellerinde bulunduran, ve kendi başına üretim ve
kazanç yollarında çalışarak kendine oldukça geniş bir geçim sağlayan kimse.
Romanın kahramanı:
Hanry Haller; burjuva dünyasından nefret eden yanı: Bozkırkurdu. Karekterin iki
ayrı yanı; insan ve kurt, bu iki varlığın ikili ilişkileri işleniyor romanda.
Harry Haller
sistemin içinde kendini Bozkırkurdu olarak hissediyor. Çok okuduğu, çok
düşündüğü için ve kendini sistemin dışında tutmaya çalıştığı için gittikçe
yalnızlaşıyor ve bunalıma giriyor. Tek çarenin intihar olduğunu düşünüyor. Tam
da bu noktada ters bir çözüme yöneliyor ve yaşama atılma cesaretini gösterip
daha önce yaşamadığı ve kabul etmediği her şeyin sorgulamasını iç dünyasında
yapıyor.
Yazar Herman Hesse;
Romanı üç anlatıcıyla yazmış. Önce burjuva gözüyle Harry Hallerin tanıtımını
yerleştiği evin sahibinin yeğeni tarafından anlatmış. Sonra anlatıcı olarak
Bozkırkurdu üzerinden incelemelere yer vermiş. Son olarak da kendi anlatımıyla
Harry Hallerin yaşama dönüşü için çözümleri, terapi sürecindeki iç dünyasını
metaforlar üzerinden aktarmış.
Birinci bölümde
biraz sıkılabiliyoruz. Harry Haller’in sistem içindeki bunalımları anlatılıyor.
İkinci bölümde
muhteşem bir anlatımla karşılaşıyoruz. Bozkırkurdu’nun bunalıma düşme
nedenlerini, bağımsızlık için yalnızlığa düştüğünü, intihar safhasını, kurtuluş
için mizahın önemini ruhsal yönden inceleyen, psikolojiyi, insan ruhunu
inanılmaz örneklerle anlatan bölüm. Her satırı her cümlesi çizilmeye ve tekrar
tekrar okunmaya değer bir bölüm.
Son bölümde yazar,
Harry Hallerin ölüm yerine yaşama dönmesini, psikolojik terapi sürecini
metaforlar kullanarak kurgulamış ve kendi ağzından anlatmış. Esrarengiz
kurguyla okuduklarınızın kahramanın hayatındaki değişimi olarak algılıyorsunuz.
Harry haller tanıştığı, Hermeni sayesinde hayatında yer vermediği eylemlere yer
veriyor, dans öğreniyor, eğleniyor, yeni insanlar tanıyor. Bu deneyimler Haller’in
yaşam için müthiş tespitler yapmasını sağlıyor. ‘’Yavaş yavaş anladın ki dünya
hiç de senden eylemlerde ve özverilerde bulunmanı istemiyor; yaşam kahraman
rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir kahramanlık destanı değil, insanların
yiyip içmeler, kahve yudumlamalar, örgü örmeler, iskambil oynamalar ve radyo
dinlemelerle yetinip hallerine şükrettikleri bir orta sınıf evidir. Zaman ve
dünya, para ve güç, küçük ve sığ insanların evinde bulunacak her zaman. Asıl
insanların elindeyse hiçbirşey, yalnızca ölüm.’’ Sonraları Hermeni’nin Harry
Haller’in dişi yanı olduğunu kavrıyorsunuz. Birlikte gittikleri tiyatroyu
okurken anlıyorsunuz ki anlatılanlar gerçek olaylar değil, yazarın kahramana iç
dünyasını sorgulatması… Terapi süreci belki de… Çok sevdiği Mozart da var…
Yazar Herman Hess’in Jung’un öğrencisi Long’dan psikanaliz tedavisi gördüğünü,
bu sayede psikolojiye ve Jang’a duyduğu ilgiyle iç dünyasını zenginleştirdiğini
biliyoruz. Bir insanın iç dünyasının bunalımını, geldiği noktayı, çözümleme
sürecindeki terapiyi; metaforlarla gerçek hayatmış gibi ve edebiyatla
birleştirerek güçlü bir anlatımla aktarmış. Psikolojiyi bize Jung aktarmaya
çalışsaydı acaba bu denli örnekleyebilir miydi şeklinde düşünmeden edemiyorum.
Ben’in durumlarını,
karekteri satranç taşlarına benzetiyor yazar. Onlarla oyun oynatıyor giriş
ücreti akıl olan tiyatrosunda. Satranç taşları ile yapılacak çeşitli
kombinasyonları, buna göre çeşitlenecek hayatları, duygu durumlarını gösteriyor
tiyatrosunda. Savaş karşıtı olan Harry hallere tiyatroda seçtiği bir odada
araba oyunu oynatırken savaştırıp; oyunun kuralı bu, öldürmezsem öleceğim,
savaşmak zorundayım dedirtiyor. Bu bölümü okurken yazarın yüzyıl öncesi günümüz
teknoloji çağı oyunlarını öngördüğünü hissediyorsunuz. Tiyatronun
kapısında ‘ Münzeviler için oyunlar.’
‘Her türlü sosyal yaşama eşdeğer etkinlikler’ yazıyor. Tıpkı internet oyunları
gibi. Sınırsız sayıda odalar ve
herbirinin kapısında yazan yazılar, Hermeni, danslar, radyo, Mozart ve sözleri.
Kitabı okurken her satırını çizdim sanırım. Bakalım biz de Ben’in parçalarıyla
oynanan bu satranç oyununun üstesinden gelecek miyiz?
(...)'insanların büyük çoğunluğu yüzmeyi öğrenmeden yüzmek
istemez.' ne anlamlı bir söz, değil mi? yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada
yaşamak için yaratılmışlar, suda değil. ve düşünmek istememeleri de doğal,
çünkü yaşamak için yaratılmışlar, düşünmek için değil! evet, kim düşünürse, kim
düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa, bundan ileri bir noktaya
ulaşabilir; ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir böyle biri ve bir gün
gelir suda boğulur.
İyi ki kitap okuma
kulübünün bir üyesiyim ve birçok değerli
kitap gibi BOZKIKURDU’nu okuyup birlikte konuşabildik. Darısı yeni biçok
kitaba.
SELMA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder