19 Şubat 2022 Cumartesi

 

BİR AT BARA GİRMİŞ / DAVİD GROSSMAN/ 2022 OCAK

 

KİTAP HAKKINDA

Yarım kalan öyküler, söylenmeyen sözler, beklenmedik darbeler... Kitapları otuzu aşkın dilde okunan büyük yazar David Grossman, ustaca kurguladığı bu çarpıcı metinde son sayfasına değin soluk kesen bir öykü anlatıyor ve okurunu, sahnesinde tuhaf bir adamın, Dovaleh G.’nin dikildiği komedi kulübünün kapılarından içeriye sokuyor. Dovaleh G., parlak spotların altında, onu meraklı gözlerle izleyen seyircinin karşısında hayatını temize çekiyor ve adeta bir psikiyatrın koltuğunda uzanmışçasına geçmişin loş dehlizlerine dalıyor. Ters köşelerle dolu bir gösteri bu; sahnedeki adam kendi hikâyesini anlatıyor ve bu hikâyede espriler, seyircinin suratında birer yumruk gibi, birer tokat gibi patlıyor.

 

Man Booker Uluslararası, Ödülü’ne layık görülen ve samimi, doğrudan anlatımıyla büyük övgü toplayan Bir At Bara Girmiş, herkesin derdinin kendine olduğu, her koyunun kendi bacağından asıldığı dünyada onca yalnızlığa rağmen görülmeye, duyulmaya, anımsanmaya duyulan ihtiyacın ve kahkaha ile gözyaşları arasındaki bir arpa boyu mesafenin romanı.

 Soru su: Var olmak, bütün olmak için yeterli mi?


DAVİD GROSSMAN KİMDİR?

David Grossman (İbranice: דויד גרוסמן‎) 25 Ocak 1954 doğumlu İsrailli bir yazardır. Kitapları 30 üzerinde dile çevrilmiştir ve birçok ödül kazanmıştır. 2008 yılında yazdığı, “Vatanın Sonuna” adlı kitabında İsrail-Filistin savaşına değinir. Bu kitabından sonra, bir çocuk kitabı, çocuklar için bir opera ve çeşitli şiirler yazmıştır[1]. 2014 yılında yazdığı “Zamandan Ayrılmak” kitabı, çocuklarının ölümünden sonra acı çeken ailelerle ilgilidir. 2017 yılında, daima beraber çalıştığı çevirmeni Jessica Cohen’le birlikte, “Bir At Bir Bara Girer” adlı kitabıyla Man Booker Uluslararası Ödülü’nü kazanmıştır. 2018’de edebiyat dalında İsrail Ödülü’nü almıştır.

Grossman Kudüs’te doğdu. İki erkek kardeşten büyük olanıdır. Annesi, Michaella, Filistin Mandası’nda doğdu. Babası, Yitzhak dul olan annesiyle birlikte, 9 yaşındayken Polonya’nın Dynów kasabasından İsrail’e göçtü. Annesinin ailesi Siyonistti ve fakirlerdi. Büyükbabası, Galilee’de yol döşüyordu ve daha fazla gelir için halı alıp satıyordu. Biyolojik annesi Polonya’da manikürcülük yapıyordu ama polislerin kendisini ve ailesini rahatsız etmesiyle daha önce hiç terketmediği doğum yerini terk etmek zorunda kaldı. Oğlu ve kızıyla birlikte Filistin’e göçtü ve zengin muhitlerde ev temizliği yaptı.

 

Grossman’ın babası otobüs şoförlüğü yaparken bir kütüphanede kütüphaneci oldu. Babasının kütüphaneyle olan ilişkisinden dolayı, David “okuyan bir çocuk” oldu ve edebiyata karşı ilgi geliştirdi. Bu ilgi daha sonra kariyerine dönüşecekti. Grossman bu durumla ilgili, “Babam bana çok şey verdi, ama bana daha çok Sholem Aleichem’i verdi” demiştir. Sholem Aleichem, Ukrayna’da doğan ve Yiddiş dilinde verdiği büyük eserlerle bilinen bir yazardır. Aleichem, daha çok “Çatıdaki Düzenbaz” müzikaline ilham verdiği hikâyeleriyle bilinir. 9 yaşında, Grossman Sholem Aleichem’in çalışmaları hakkında yapılan ulusal bir yarışmayı kazandı ve daha sonra ulusal radyoda çocuk aktör olarak çalışmaya başladı. 25 yıl kadar İsrail yayıncılığında çalıştı.

 

1971 yılında, Grossman istihbarat bölümünde askeri görevine başladı. 1973 yılında Yom Kipur Savaşı’nın patlamasına rağmen, Grossman hiçbir çatışamaya katılmadı. Grossman, Kudüs İbrani Üniversitesinde felsefe ve tiyatro okudu. Üniversiteden sonra, bir zamanlar çocuk aktör olarak çalıştığı radyoda çalışmaya başladı. Daha sonra, İsrail’in ulusal radyosu, Kol Yisrael’de sunucu oldu. 1988 yılında, Filistin yönetiminin kendi devletini deklare ettiği ve İsrail’in varolma hakkını tanıdığı haberini saklamamasından dolayı işten kovuldu.

Grossman Kudüs’ün dışındaki Mevasseret Zion’da yaşamaktadır. Çocuk psikoloğu olan Michal Grossman’la evlidir. Yonatan, Ruthi ve Uri isimli üç çocukları vardı. Çocuklarından Uri, İsrail Ordusu’nda tank komutanıyken, 2006 Lübnan Savaşı’nda öldü. Uri’nin hayatı daha sonra, Grossman’ın kitabında hatırlandı ve kutlandı. 2015’te Grossman, Edebiyat dalında aday gösterildiği, İsrail Ödülleri’nden adını çekti. Bunun nedeni, Netanyahu’nun hakem panelindeki iki kişiyi, anti-siyonist oldukları gerekçesiyle hakemlikten çekmeye çalışmasıydı. 2018 yılında Grosman ödülü kGrossman dobra ve solcu bir barış aktivistidir. The Economist gibi ünlü dergiler tarafından, İsrail’in kültürel elitinin solcu temsilcisi olarak tanımlanmıştır. İlk başta, İsrail’in 2006 Lübnan Savaşı’ndaki tutumunu, nefsi müdaafa olarak desteklemiştir. 10 Ağustos 2006’da Grossman ve diğer yazar arkadaşları Amos Oz ve A.B. Yehoshua bir basın toplantısı yaparak, hükümeti bir ateşkese yönelmesi çağrısında bulundular. “Savaşa gitmek hakkımızdı, fakat her şey daha karışık hale geldi... birden başka çözüm yolu olduğuna inanıyoruzç” diyerek, müzakereye dayalı bir çözümü önerdiler.

 

İki gün sonra, Grossman’ın 401’inci Zırhlı Tugayında Üstçavuş olan 20 yaşındaki oğlu Uri, güney Lübnan’da öldürüldü. Ateşkes başlaman biraz önce, içinde bulunduğu tank tanksavar füzesi tarafından vurulmuştu. Grossman, oğlunun ölümünün, Filistinlilere karşı tutumunu ve İsrail’in Filistinliler politikasına karşı olan muhalefetini değiştirmediğini belirtti. Hikayelerinde siyasetten uzak durmaya çalışsa da oğlunun ölümü, İsrail-Filistin savaşını daha detaylı bir şekilde ele almasına neden oldu. Bu açık bir şekilde, “Vatanın Sonuna” kitabında görülüyordu.

 

Grossman, oğlunun ölümünden iki ay sonra, 1995 yılında öldürülen İzak Rabin’in ölüm yıl dönümü için toplanan 100,000 kişiye seslendi. Ehud Olmert hükümetinin liderlik konusunda başarısız olduğunu ve bölgede pozitif gelişmeler için tek umudun, Filistinlilere ulaşmakla olduğunu belirtti:

 

“Tabii ki yastayım, ama acım öfkemden daha büyük. Bu ülke ve senin (Olmert) arkadaşlarınla bu ülkeye yaptıklarınız için acı içindeyim.”

 

Savaşla arasındaki kişisel bağ için, Grossman şunları söyledi:

 

"Beni basmakalıp etiketlerle bağdaştıran kişiler oldu. Onlara göre ben, kendi çocuğunu askere asla göndermeyecek, hayatın ne olduğunu bilmeyen naif bir solcuydum. Sanırım bu tür insanlar gördü ki, İsraili çok eleştirebilirsin ve buna rağmen onun ayrılmaz bir parçası olabilirsin. Bunu İsrail Ordusu’na ihtiyat personeli olarak söylüyorum"

 

2010 yılında Grossman, karısı ve ailesi, gittikçe yayılan İsrail yerleşim birimlerine karşı protestolara katıldı. Doğu Kudüs’te, Filistinlilerin evlerini ellerinden alıp yerleşen Yahudi yerleşimcileri protesto ederken polisler tarafından saldırıya uğradı. The Guardian gazetesi için çalışan bir gazetecinin nasıl bu kadar bilindik bir gazeteci saldırıya uğruyor sorusuna: “Beni hiç tanıyorlarmı bilmiyorum” diyerek cevap verdi.azandı.

Ödüller ve Onurlar

1984: Yaratıcı çalışma dalında Başbakanlık Ödülü

1985: Bernstein Ödülü (Orijinal İbranice Roman Kategorisi)

1993: Bernstein Ödülü (Orijinal İbranice Roman Kategorisi)

2001: Sapir Ödülü – Kaçabilecek birisi

2004: JQ Wingate Ödülü (kurgu) Kaçabilecek birisi

2004: Italian ödülü- Premio Flaiano

2004: Bialik Ödülü- Edebiyat (Haya Shenhav ve Ephraim Sidon ile)

2007: Emet Ödülü

2007: Ischia Uluslararası Gazetecilik Ödülü

2008: Geschwister-Scholl-Preis

2010: Albatros Edebiyat Ödülü “Vatanın Sonuna” (Alman Çevirmen Anne Birch Hauer ile birlikte)

2011: JQ Wingate Ödülü “Vatanın Sonuna”

2015: St. Louis Edebiyat Ödülü, Saint Louis Üniversitesi

2017: Man Booker Uluslararası Ödülü

2018: İsrail Ödülü

Kaynak: Vikipedi


KİTAPTAN ALINTILAR

“Tanrı'dan bahsediyor.

Benden söylemesi, bir yerlerde takdir edilmenin en sağlam yolu orada bulunmamaktır.”

“Öfke dolusun," dedi bana. "Hayır, hasret doluyum," diye geçirdim içimden.”

“Hak­lı mıyım yoksa haklı mıyım?”

“Neden bahsettiğimi anlıyormuş gibi yapın bir zah­met, tamam mı?”

“Demek geldin, diyor bakış­ları. Bak zaman bizi ne hale getirdi, al, işte karşında duruyorum, hiç acıma bana.”

“Akıl almaz bir olay, öyle değil mi? Benim için her şeyin en iyisini istediğini iddia eden bir kadın bu ve tutup beni dünyaya getirmiş!”

"Düşünmekten ne çıkardı ki, hem hiç kimse düşüncelerini dizginleyemez, insan beynini durduramaz ki, ya da bunu değil yalnızca şunu düşün diye ayar çekemez ki beynine. Yalan mı?"

“Adalet gözle görülür olmalıdır.”

“İnsanların dünyadaki günleri sayılıdır, unutma, sen sen ol, o sayılı günleri onlar için hoş kıl.”

“...sevgili Fernando Pessoa'mızdan alıntı yaparak şöyle fısıldadığını duyabiliyorum kulağıma: 'Bü­tün olmak için, var olmak yeter de artar.'

“Hayattaki en büyük başarım geniş ve birlik olmuş bir aile. En azından bana karşı.”

"Kendi kendisini incitmekte bu kadar başarılıyken başkasına neden gerek duyduğunu merak ediyorum."

"Kendimi o kadar az anlıyorum ki..."

“Gör, beni!

-Beni görmeni, gerçek anlamda görmeni, sonra da bana anlatmanı istiyorum.

-Ne anlatacağım ki sana?

-Gördüğünü."

“Öksüz demek birdenbire yaşlanan kişi demek, değil mi? Ya da sakat gibi bir şey. Mesela Ölü Deniz fabrikasında çalışan babası vincin altında kalan ve o günden sonra kekelemeden konuşamaz olan, dokuzuncu sınıftan Eli Stieglitz’e denir öksüz diye. O zaman ben de mi kekelemeye bağlayacağım acaba? Öksüz nasıl bir ses çıkarır? Babası olmayan öksüzle, annesi olmayan öksüz arasında bir fark var mıdır?”

“İşte böyle sayın seyirciler! Bu hayatın gelip dayandığı yer budur. İnsan planlar yapar, Tanrı ise ona kelek atar.”

“O şey vardır ya, dedi usulca, "hani insanın içinden elinde olmaksızın fışkıran şey? Dünyada belki yalnızca o biricik kişinin sahip olduğu şey?"

 

Kişiliğin ışıltısı, diye geçirdim içimden. İçimizdeki kor. Ya da içimizdeki karanlık. O muamma. Eşsizliğin o titreşimi. Kişiyi tanımlayan sözcüklerin ötesinde yatanlar; kişinin başına gelen, hayatında ters giden ve ruhunda zaman içinde çarpıklaşan şeylerin ötesinde.”


YORUMLARIMIZ

Kitabımız, Netanya kasabasında tek gecede yaşanan iki saatlik bir stand-up gösterisine odaklanıyor.

Mekân olarak bir bar ve sahnede canlı performans sergileyen Dovaleh G.

“Bayanlar ve Baylar! diye duyuruyor, alkışlarınız Dovaleh G için gelsin!”

Stand-up sanatçısı Dovaleh G, çocukluk arkadaşı hakimlikten emekli Avishai Lazar''dan (çocukluğu boyunca eşit ilişki kurabildiği tek yaşıtıdır) gece kulübüne gelip onu izlemesini ve düşüncelerini belirtmesini ister. Barda kahramanımızı izleyen tanıdık çok kişi var ancak kitap Dovaleh G ve Avishai Lazar'ın gözünden ilerliyor.

Metin boyunca bol bol fıkralar ve espriler uçuşuyor. Kitaba adını veren “Bir At Bara Girmiş” fıkrası ise kitapta yarım kalan tek fıkra.

 İsrail politikasına oklarını yöneltiyor. Yahudi Soykırımı önemli bir tema ayrıca.

Dovaleh G'nin annesi Yahudi Soykırımından tüm ailesini geride bırakarak, ağır hasarlarla kurtulmuştur. Baba ise bir şekilde soykırımdan yırtmış, Dovaleh'in deyimiyle " felakette kendisine figüran olarak dahi rol bulamamış," biridir. Anneye karşı oldukça yumuşak olsa da Dovaleh G'ye karşı acımasız ve serttir.

Kendi yaşamından kesitler anlatmaya başlayınca Dovaleh G; anne, baba ve çocuktan oluşan küçük ailesinin sırlarını da ortaya döküyor.

“Dovaleh'e Vurmaca oyunu”nun baş kişisi  küçük Dovaleh başlangıçta annesini güldürebilmek için  ellerinin üzerinde yürüse de savunma mekanizması olarak kullanıyor sonrasında bunu.

Fıkraların, esprilerin arasında sık sık geçmişe dönüyoruz, İsrail'de liselilerin askeri eğitim için yolllandığı kamplardan olan Gadna kampında, 14 yaşındaki Dovaleh'in hayatının değiştiği o ilk cenaze gününde takılıyoruz. Dovaleh'in ebeveynlerinden biri ölmüştür ama annesi mi babası mı kimse bilmez.

Refakatçisi  asker ile cenaze için yolan  çıkan küçük Dovaleh'i fıkralarla dolu bir yolculuk yapar. Ordudaki fıkra yarışmasının şampiyonudur asker. En azından o öyle söyler.

Dramını komediye çeviren komedyenin dramı. Kimi seyirciler karşılaştıkları sıra dışı gösteri nedeniyle kulübü terk ederken, kimi merakla gösterinin sonuna dek kalmayı tercih eder. Yazar okuyucuyu da bu gösteride barda oturan seyirciler arasına yerleştiriyor.

Hoşça vakit geçirmek, hatta gülmek için masaları dolduran seyirciler Dovaleh G'nin gösterisi sonunda, bir nevi, umduğunu değil bulduğunu yemek zorunda kalır.

Eski hakim Lazar gitmek ve kalmak arasında bocalasa da kalmayı tercih ediyor. Çünkü anlatılanlarda kendisi de kendi gerçekleriyle ve kişiliğindeki eksiklikleriyle  hesaplaşmasına tanıklık ediyoruz.

Son zamanlarda okuduğum en ilginç kurguya sahip. Alışageldiğimiz gibi bölümlerden oluşmuyor. Tüm olaylar ve karakterler aynı anda sahnede var edilmiş. Kitabın durak noktaları ana karakterin nefes alabilmek için es verdiği zamanlar. Seyircilere ve okuyuculara yer yer cinnet hali yaşatsa da, çarpıcı bir anlatımda dikkatle onu izliyoruz. Dovaleh G ile birlikte hayatımıza bakıp geldiğimiz noktadaki pişmanlıklarımızı ya da yetkinliklerimizi düşünüyoruz.

Standapçı Dovaleh G., arkadaşı ve kadın ( beklenmeyen izleyici) kitabın ana karakterleri…

Komedyenler üzerine düşündüm (Daha doğrusu kitaptaki türden komedyenler üzerine…)

Bu öyle bir meslek ki salondaki en zeki kişi siz olacaksınız, her an anlık memnuniyet vermek zorundasınız, bütün salonu kontrol etmelisiniz ve bunu sağlayan her türlü dengeye hakim olmalısınız. Gerektiğinde onurunu ve utancını ayaklar altına almayı gerektiren metodları kullanarak…

Her an güldürmek için orada bulunmanın baskısı. Bunu yapamadığınız zamanlarda ortaya çıkan yok olmak tehlikesi, var olmakla yok olmak arasındaki o ince çizgi üzerinde yaşamanın baskısı.

Güldürmek uğruna gülemez hale gelmek. Kitapta komedyenin gülmediğine dair bir belirti yok ama böyle olduğunu düşünüyorum. Komedyenler hiç gülmez değil tabi ki, ama mesleklerinin bu duyguyu kaybettirdiğini düşünüyorum. Komedyenlik deyip geçmemeli, çok zor bir meslek.

Dovaleh G'nin kendini parçalamasının tanığı olduk. Kahramanımız hasta, belki de son gösterisinde geçmişi ve hayatında bir şekilde yer almış insanlarla yüzleşiyor. Kitapta salt bir acı, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar büyük bir çöküş var. Bu acıyı okumuyoruz, ancak görüyoruz. Yazar bu acıyı bize farklı yollar ve betimlemelerle hissettiriyor.

********

“Gör, beni!

-Beni görmeni, gerçek anlamda görmeni, sonra da bana anlatmanı istiyorum.

-Ne anlatacağım ki sana?

-Gördüğünü."

“Dedikleri zor bela anlaşılıyor artık. Ayağa kalkıp sahneye daha yakın olan bir masaya geçiyorum. Onu bu kadar yakından görmek tuhaf geliyor. Bir an başını kaldırdığında, spot ışığı görsel bir yansıma yaratıyor ve on dört yaşında bir adamın içinden elli yedi yaşında bir çocuk çıkıyor.

 

**********

Acınmadan ve acındırmadan bir acı nasıl anlatılır? Güldürerek

Elleri üzerinde yürüyen bu çocuğu sevgiyle kucaklamak istedim.

"Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor. / Edip Cansever"

Kitabın seveni kadar sevmeyeni de çok. Ben ve birlikte okuduğum arkadaşlarım çok sevenlerdeniz.

Keyifli okumalar/ NİGAR 


  



 








 

15 Şubat 2022 Salı

 2022 OCAK KİTAP LİSTEMİZ









 KÜL MEVSİMİ/ OLİVE KİTTERİDGE/ ELİZABETH STROUT/ 

ARALIK 2021/ HAVALI OKURLAR


  

KİTAP HAKKINDA

Elizabeth Strout'un Pulitzer ödüllü çok satan kitabı Kül Mevsimi, bütün kusurlarına rağmen olağanüstü bir insancıllığa sahip kahramanı Olive Kitteridge'in eşliğinde okurlarını sıradan insanların gündelik detayların büyüsüyle örülü yaşamlarında bir gezintiye çıkarıyor.

Bazen inatçı, bazen sabırlı, bazen anlayışlı bazense hazin bir inkâr içindeki Olive Kitteridge bilerek ya da bilmeyerek birçok hayata dokunur: Olive'in aşırı hassaslığından bıkmış bir oğul; evliliğine olan sadakati hem bir lütuf hem de bir lanet olan bir koca; geçmişte yaşadığı bir aşk macerası peşini bırakmayan bir piyanist; yaşama isteğini kaybetmiş eski bir öğrenci…

Strout'un geçmişin yakıcı acılarının bıraktığı küllerle hesaplaşan, hayatlarının olgunluk dönemindeki karakterleri canlılıkları ve tanıdıklıklarıyla bize ancak Salinger gibi büyük yazarlarda rastlayacağımız türden inceliklerle dolu bir dünyayı hatırlatıyor.

Sayfa Sayısı: 344

Baskı Yılı: 2010

Orijinal adı: Olive Kitteridge


ELİZABETH STROUT KİMDİR?

Elizabeth Strout (6 Ocak 1956 doğumlu) ABD'li bir romancı ve yazardır. Dünyadaki çalışmaları ile tanınmaktadır. Edebi kurgu ve onun tanımlayıcı karakterizasyonu. Doğdu ve büyüdü Portland, Maine, gençliğindeki deneyimleri romanlarına ilham kaynağı oldu - kurgusal "Shirley Falls, Maine" yedi romanından dördünün geçtiği yer.

 

Strout'un ilk romanı, Amy ve Isabelle (1998) yaygın eleştirilerle karşılaştı, ulusal en çok satanlar listesine girdi ve başrolde oynadığı bir filme uyarlandı Elisabeth Shue. İkinci romanı, Bana uy (2006), eleştirmenlerce övgü aldı, ancak sonuçta onun ölçüsünde tanınamadı. ilk roman. İki yıl sonra Strout yazdı ve yayınladı Olive Kitteridge (2008), Mayıs 2017 itibarıyla bir milyondan fazla kopya satarak yaklaşık 25 milyon dolar hasılat elde eden kritik ve ticari başarıya ulaştı. Roman 2009'u kazandı Pulitzer Kurgu Ödülü. Kitap Çok Emmy Ödüllü bir mini diziye uyarlandı ve bir New York Times En çok satan kitap.

 

Beş yıl sonra yayınladı Burgess Boys (2013), ulusal en çok satanlar listesine girdi. Benim Adım Lucy Barton (2016) uluslararası beğeni topladı ve New York Times en çok satanlar listesinde yer aldı. Lucy Barton daha sonra Strout'un 2017 romanında ana karakter oldu. Herşey mümkün. Bir devamı Olive Kitteridge, başlıkla yine 2019 yılında yayınlandı.

Strout doğdu Portland, Maine, Maine'deki küçük kasabalarda büyüdü ve Durham, New Hampshire. Babası bir bilim profesörüydü ve annesi bir İngilizce profesörüydü ve aynı zamanda yakındaki bir lisede yazı öğretiyordu.

 

'Dan mezun olduktan sonra Bates Koleji içinde Lewiston, Mainebir yıl geçirdi Oxford, İngiltere, ardından bir yıl daha hukuk fakültesinde eğitim aldı. 1982'de onur derecesiyle mezun oldu ve Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Syracuse Üniversitesi Hukuk Fakültesi. O yıl ilk hikayesi yayınlandı Yeni Mektuplar dergi.

Strout taşındı New York City, burada bekledi ve çok az başarıya erken romanlar ve hikayeler geliştirmeye başladı. Edebiyat dergilerinde ve aynı zamanda Kırmızı Kitap ve On yedi. Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu Syracuse Üniversitesi Hukuk Fakültesive hukuk uygulamasını tamamlamadan ve yazılarına odaklanmadan önce altı ay boyunca hukuk uyguladı. Bir röportajda Terry Gross Ocak 2015'te deneyimden bahsetti, "Hukuk fakültesi daha çok bir operasyondu sanırım." 2016 röportajında ​​belirtti Sabah Haberleri,

 

Yazar olmayı o kadar çok istiyordum ki, bunda başarısız olma fikri benim için neredeyse dayanılmazdı. Yaşlandıkça insanlara yazar olmak istediğimi gerçekten söylemedim - bilirsiniz, çünkü size çok acıklı bakışlarla bakıyorlar. Ben buna dayanamadım.

 

İle ön plana çıkın Amy ve Isabelle

Kitabını tamamlamak için altı veya yedi yıl çalıştı. Amy ve Isabelle, yayınlandığında kısa listeye alındı 2000 Turuncu Ödül ve aday gösterildi 2000 PEN / Faulkner Ödülü kurgu için.[11] Amy ve Isabelle başrol oynadığı bir televizyon filmi olarak uyarlandı Elisabeth Shue ve üreten Oprah Winfreystüdyosu, Harpo Filmleri.

 

Strout bir Beşeri Bilimler için Ulusal Bağış öğretim görevlisi Colgate Üniversitesi 2007 güz döneminde, hem giriş hem de ileri seviyelerde yaratıcı yazmayı öğretti. Aynı zamanda Güzel Sanatlar Yüksek Lisans (MFA) programında bulundu. Queens University of Charlotte içinde Charlotte, Kuzey Carolina.

Olive Kitteridge ve Pulitzer Ödülü

 

Strout ile röportaj yapılacak Roma, İtalya

Bana uy tarafından 2006 yılında yayınlandı Rasgele ev daha fazla eleştirel beğeni için. Ron Charles Washington post kitabını şöyle özetledi: "En çok satan çıkışında olduğu gibi, Amy ve IsabelleStrout ikinci romanını, bu hikaye 1950'lerin Soğuk Savaş geriliminin arka planında ilerledikçe, doğal güzelliğine tekrar tekrar döndüğü küçük bir New England kasabasında kurar. " The New Yorker romanı olumlu bir eleştiriyle karşıladı: "Üstün bir beceriyle, Strout bizi neyin iyi bir hikaye ve neyin iyi bir yaşam oluşturduğunu incelemeye davet ediyor." GoodReads romanı 5 üzerinden 3.75 olarak değerlendirdi.

 

Üçüncü kitabı, Olive Kitteridge, iki yıl sonra 2008'de yayınlandı. Kitap, Maine kıyısındaki bir kadın, yakın ailesi ve arkadaşları hakkında birbirine bağlı kısa öykülerden oluşan bir koleksiyon içeriyordu. Emily Nussbaum The New Yorker kısa öykülere "sessiz, zarif" diyordu. 2009 yılında, romanın yılın birincisi olduğu açıklandı. Pulitzer Kurgu Ödülü. Kitap, New York Times'ın en çok satanlar listesine girecek ve Premio Bancarella ÖdülüOrta Çağ'dan kalma Piazza della Repubblica'da düzenlenen bir etkinlikte Pontremoli, İtalya. Aynı zamanda finalist oldu Ulusal Kitap Eleştirmenleri Birliği Ödülü aynı yıl.[kaynak belirtilmeli] Kitap yaygın bir ticari başarı elde etti ve Louisa Thomas, New York Times, dedim:

 

Olive Kitteridge'i okumanın keyfi, karmaşık, her zaman takdire şayan olmayan karakterlerle yoğun bir özdeşleşmeden gelir. Ve bir karakterin bakış açısına kaymanın, basit bir duygudan daha güçlü ve ilginç bir duygunun açığa çıkmasını içerdiği anlar vardır - karmaşık, bazen karanlık, bazen başkalarına yaşamı sürdüren bir bağımlılık. Burada iğrenç veya ucuz hiçbir şey yok. Onlara katlanamasak bile insanları anlamaya çalışmamız gerektiğine dair dürüst bir kabul var.


KİTAPTAN ALINTILAR

“(...) sevgisiz kalmak. bundan kim korkmazdı ki?”

“bazen her şeye bir son vermek istiyorum...”

“Ama ne yapabilirsin ? Sadece devam et. İnsanlar devam etti; binlerce yıldır yapıyorlardı. Sunulan nezaketi aldınız, olabildiğince uzağa sızmasına izin verdiniz ve kalan karanlık çatlakları, zamanla neredeyse katlanılabilir bir şeye dönüşebileceklerini bilerek yanınızda taşıdınız.”

“Dikkatinin birilerini sürekli olarak memnun etme ihtiyacı etrafında dolaşıp durduğu duygusunu...”

"Sadece beklemeliydin. Zamanla o duygu geçerdi, çünkü yerine başkaları gelirdi. Ya da bazen geçmezdi, ama ufacık bir şeyin içine sıkışır, kafanın bir yerinde o gümüş şeritler gibi asılı kalırdı."

“Bir şeyleri artık çok geç olduktan sonra anlamak berbat bir şeydi.”

“Ah, çılgın, gülünç, anlaşılmaz dünya!”

“Sigmund Freud bile, "Sevmeliyiz, aksi halde hastalanırız, " demişti”

“Kim kendini böyle, başkalarının mutluluğuyla çöken bir adam gibi görmeye dayanabilir?”

“Bir hediye diye düşündü , birini bunca yıl boyunca tanıyabilmek bir hediye ...”

“Eğer neden yaptığımızı öğrenirsek aynı hataları bir daha yapmayız ...”

“Yalnızlığın insanı öldürebileceğini biliyor... İnsanı farklı yollarla gerçekten öldürebilir yalnızlık.”

“Başkalarının ne hissettiği önemli değildi, insan bir şey hissediyorsa buna engel olamazdı.”

“Dünya her zaman üzücüydü. Ve her an yeni bir çağın şafağıydı.”


YORUMLARIMIZ

Elizabeth Strout’un Pulitzer Ödüllü romanı Türkçe basımı Kül Mevsimi adıyla, aslında orijinal adı Olive Kitteridge’ı aralık ayında kitap kulübü olarak okuduk. Kitabın moderatörlüğünü ben yaptığım için iki kez okudum. Ne zaman bir romanı iki kez okusam aynı düşünceye ulaşıyorum. Gerçekten bir kitap anca iki kez okunduğunda özümseniyor. İlk okumamda kaçırdığım birçok ayrıntıyı ikinci okumada fark ediyorum çoğu kez. Bunu her zaman yapabilmem mümkün değil tabi. Ama kitap kulübümüz sayesinde, arkadaşlarımın gördüğü başka ayrıntılarla, bakış açılarıyla bu açığı kapattığımı düşünüyorum.

 Roman boyunca adı geçen Olive Kitteridge’in, ailesi ve yaşadığı çevredeki insanlarla bağlantılı olay ve kişilerle ilgili hikayelerin içine giriyoruz. Bir çok insanın isminin ve onların yaşadıklarının hatırda kalması biraz zorluyor insanı ama o insanların adlarının ne olduğuna takılmadan okumak lazım bence. Çünkü aslında onlar hepimizin yakın çevresinde yaşayan gayet normal, sıradan insanlar. Her birinin geçmişi, ilişkileri, korkuları, hastalıkları hemen hemen herkesin yaşayabileceği kadar yakın.

 Olive, otoriter ve çocuklara garip gelecek kadar soğuk bir matematik öğretmeni. Eczacı kocası ise onun tam tersi bir karaktere sahip. İncelikli, naif, duygularını saklamayan hatta romantik bir adam. Cristopher’a olan yaklaşımlarında anne daha baskın ve otoriter, baba ise çoğunlukla pasif ve nötr. Olive’in babasının intiharından sonra çocuğununun hayatının yönetimine almış olması, çocuğa nefes aldırmamasından kaynaklı olarak Cristohpher ile yetişkin olduğunda sorunlu bir ilişkileri oluyor. Yaptığı ilk evliliğinde tıpkı annesine benzer otoriter ve dediğim dedik bir kadınla mutlu olamayıp boşanıyor. İkinci evliliğini de bir terapi grubunda tanıştığı annesine ve eski karısına hiç benzemeyen, toplum normlarının dışında, sıradışı bir kadınla mutlu bir evlilik yapıyor. Olive’in kocasıyla ve oğluyla olan ilişkileri, bir anne ve bir kadın olarak beni inanılmaz sorgulattı. Aslında bütün bir kitap boyunca kendimi  evlilik, aile olmak, anne-baba olmakla birey olmak, özgür olmak, aşık olmak, sevmek, sadakat ve en en önemlisi yaşlılık ve ölüm kavramlarını sorgularken en doğrusu bunlarla ilgili duygulanırken yakaladım.  Her ikisinin 40 lı yaşlarında aslında başka kadın ve erkeklere aşık olmaları, o evlilikten çıkış aramaları ama bir yandan da etle kemik olmak dedikleri şeyi hissettikleri için birbirlerinden ayrılamamaları inanılmaz güzel anlatılmış romanda. “Olive’i terk etmek bacağını testereyle kesmek kadar imkansız bir şeydi” de olduğu gibi. Nitekim yaşlandıklarında, Henry felç geçirip yatalak olduğunda Olive’in yaşadıkları, onun aslında nasıl bir can yoldaşı olduğunun ayrımına varması, tüm o keşkeler ve amalar çok yoğun duygular yaşatıyor insana.

Altını çizdiğim bir çok cümle var kitapta. Romanın bölüm bölüm ayrıldığı yerlerde yaşadıkları küçük kasabadaki insanların hikayeleri var. Bazen bir bölümde okuduğumuz bir karakter başka bir bölümde karşımıza çıkabiliyor. O yüzden eğer dikkatten kaçmışsa bağlantı kurmakta zorlanıyor insan. Kasabanın herkes tarafından yıllardır gidilen pubında çalan piyanist kadının annesi ve sevgilileriyle olan ilişkisi, Olive’in okuldan öğrencisi olan Kevin’in yıllar sonra yani annesinin intiharından sonra pskiyatr olarak kasabaya dönmesi, anoreksik bir genç kızın dramatik ölümü, kocasını kanserden kaybettikten sonra kuzeniyle kocasının ilişkisini öğrenen kadının hissettikleri ilk anda aklıma gelerler.

Psikolojik romanları oldum olası severim. Olive Kitteridge’i kişi olarak çok uzak bulmadım kendime. Zaman zaman itici geldiği yerler oldu tabi. Yine de kendimden, annemden, teyzemden, arkadaşımdan parçalar gördüm onda. Bütün bu yaşadıklarının sıradan insanların yaşadığı çok da normal şeyler olduğunu ve bu sıradanlıktan da Pulitzer ödülüne layık bir roman yazmayı becerdiği için yazarı da kıskandım açıkçası.

Keyifli okumalar/ FATMA





 2021 ARALIK KİTAP LİSTEMİZ





Pulitzer Ödülü New York şehrinde, Columbia Üniversitesi tarafından gazetecilik, edebiyat ve müzik gibi alanlarda verilen prestijli bir ödüldür. Amerika'da en büyük ve prestijli ödül kabul edilen Pulitzer Ödülü, 19. yüzyılda Musevi kökenli Macar asıllı Joseph Pulitzer adlı bir gazeteci tarafından kuruldu. İlk ödüllerin 4 Haziran 1917'de verilmesine rağmen, artık Nisan ayında açıklanmaktadır.