SON ADA/ ZÜLFÜ
LİVANELİ/ KASIM 2021 HAVALI OKURLAR
KİTAP HAKKINDA
"Zülfü büyük kapıdan bu romanıyla girmiştir."
-Yaşar Kemal-
Son Ada'nın adsız anlatıcısı, adını kendisinin koyduğu bu yeri "son
sığınak, son insani köşe" olarak niteliyor. Anlattığı, nerdeyse bir
ütopya: "Herkes elinden geldiği kadarını, içinden geldiği kadarını
yapıyordu." Ancak bu durum uzun sürmez: Ülkenin darbeci başkanının
emekliliğini huzur içinde geçirmek için adaya yerleşmesi, bu cennet adada
yaşayanların huzurunu kaçıracaktır.
Başkan, Son Ada'yı her tür "anarşi"den kurtarmaya kararlıdır. Adanın
halinden hoşnut toplumunu "çoğunluğun oyları neyi işaret ediyorsa onu
yaparak" oluşturduğu "kurul"lar eliyle yönetmeye, adanın
ağaçlıklı yolunu "park ve bahçe geleneklerine göre düzenlenmiş" bir
hale getirerek başlar. Görünüşte her şey demokratik geleneklere uygundur.
Ütopya tam bir distopyaya dönüşürken, başta martılar, bu gidişe başkaldıranlar
da vardır...
"Livaneli'nin bu benzersiz yaratıcı romanında, insan yapısı otoriteyle
karşı karşıya... Yazar bizi dünyamız üzerinde yeniden düşünmeye çağırıyor.
Mutlaka okunmalı."
-Prof. Lenore Martin, Harvard Üniversitesi-
"Romanı bitirdiğinizde, bir yurdu yok eden kişilerin, küçük bir adayı da
kolaylıkla yok etmesinin doğal olduğunu anlıyorsunuz."
-Hasan Akarsu, Cumhuriyet-
(Tanıtım Bülteninden )
ZÜLFÜ LİVANELİ
KİMDİR?
Ömer Zülfü Livanelioğlu (d. 20 Haziran 1946, Ilgın, Konya)
veya daha çok bilinen adıyla Zülfü Livaneli, Türk müzisyen, senarist,
politikacı, yazar ve film yönetmenidir.
Ömer Zülfü Livanelioğlu, 20 Haziran 1946'da Konya'nın Ilgın
ilçesinde dünyaya geldi. Livanelioğlu ailesinin büyük dedeleri Ömer Efendi 93
Harbi’nde Artvin’in Ermeni ve Rus işgaline uğraması üzerine Erzurum’a gelerek
Ahmet Muhtar Paşa’nın ordusuna katılmıştır.
Ömer Efendi Harput Redif Taburu’na mülazım rütbesiyle
atanır. Daha sonra burada çıkan çatışmada şehit düşer. Ömer Efendi’nin tek oğlu
olan Zülfü Efendi, Türkiye’nin muhtelif yerlerinde sorgu hâkimi olarak görev
yapar. Soyadı Kanunu çıktığında, babasının geldiği Artvin/Yusufeli/Livane
Sancağı'na izafeten Livanelioğlu soyadını alır. Zülfü Efendi’nin oğullarından
üçü de hâkim olmuştur. En büyükleri ve Zülfü Livaneli'nin babası olan Mustafa
Sabri Livanelioğlu, Yargıtay Başkanvekilliğine kadar yükselmiştir.
ABD Fairfax Konservatuvarı'nı bitirmiştir. Zülfü
Livanelioğlu bağlama çalmayı teyzesi Nazmiye (Türeli) Yücel'in eşi olan
eniştesi Turhan Yücel'den, Ilgın'da yaşadığı yıllarda ve yaz tatillerinde
öğrendiğinde, eniştesi Turhan Bey'in kendisine hayatını değiştirecek bir
sermayeyi hediye ettiğinden haberi yoktu.
Zülfü Livaneli, müziği ile birçok ulusal ve uluslararası
ödül aldı ve eserleri Joan Baez, Maria Farantouri, Maria del Mar Bonet, Leman
Sam, Sezen Aksu gibi yerli ve yabancı sanatçılar tarafından yorumlandı. Kültür,
sanat ve politika alanında Türkiye’nin önemli isimlerinden birisi olan sanatçı,
sanat yaşamı boyunca 300'e yakın besteye ve 30 film müziğine imzasını attı.
Türkiye'den ansızın ayrılarak İsveç'e sürgün yıllarında
muhtelif işlerde çalışan Livaneli'nin en büyük arzusu bir gün Türkan Şoray ile
tanışabilmek ve o zaman Türkiye'de suçlanan kişilerin uğrak yeri hâline gelen
İsveç'te bulunan ünlü yazar, gazeteci veya şairlerle karşılaşabilmekti.
Bugüne kadar dört uzun metrajlı film yönetti: "Yer Demir
Gök Bakır", "Sis", "Şahmaran" ve "Veda".
Valencia Film Festivali'nde "Altın Palmiye" ve 1989'da Montpelier
Film Festivali'nde "Altın Antigone" ödüllerine layık görüldü.
"Sis", "En İyi Avrupa Film Ödülü"ne aday gösterildi.
Sanatçının filmleri Türkiye, ABD, Fransa, Almanya, İsviçre ve Japonya'da
gösterime girdi ve BBC, WDR, İspanya, Kanada ve Japon televizyonları gibi
birçok televizyon şirketine satıldı.
Ekim 1986'da Cengiz Aytmatov'un daveti üzerine Federico
Major, Yaşar Kemal, Arthur Miller ve diğer ünlü sanatçı ve düşünürlerin
katıldığı Kırgızistan ve daha sonra Wengen, Granada ve Mexico City'de toplanan
Issyk-Kul Forumu'nda yer aldı.
Livaneli; Elia Kazan, Jack Lang, Vanessa Redgrave, Arthur
Miller, Mikis Theodorakis gibi ünlü kişilerle birlikte dünya kültürünün
ilerlemesi ve dünya sanatlarının gelişmesine katkıda bulunmak üzere
çalışmalarda bulundu.
1996 yılında Paris’te merkezi bulunan UNESCO (Birleşmiş
Milletlerin Eğitim Kültür Bilim Kurulu) tarafından büyükelçilik verilen sanatçı
Livaneli, 1978 yılında yaptığı "Nazım Türküsü" adlı albümde Nâzım
Hikmet'in şiirlerinden bestelediği şarkıları bir araya getirdi.
"Arafat'ta Bir Çocuk", "Geçmişten Geleceğe
Türküler", "Sis", "Orta Zekalılar Cenneti",
"Diktatör ile Palyaço", "Sosyalizm Öldü mü", "Engereğin
Gözündeki Kamaşma", "Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm",
"Mutluluk", "Leyla'nın Evi", "Sevdalım Hayat",
"Son Ada", "Sanat Uzun, Hayat Kısa", "Serenad"
veKardeşimin Hikâyesi kitaplarının yazarı olan Livaneli, uluslararası kültür
çevrelerinde tanınmakta ve saygı görmektedir.
19 Mayıs 1997 tarihinde, Ankara Hipodrom meydanında verdiği
konsere 500.000 kişinin katılmasıyla Türkiye'nin en büyük konserini
gerçekleştirme unvanını kazanmıştır.
Ömer Zülfü Livaneli, Ülker Livaneli ile evlidir ve Aylin
Livaneli adında bir kızı vardır. Kızı Aylin Livaneli eğitimi ve yaptığı pek çok
işten sonra müzik ile ilgilenmiş ve beş albüm çıkarmıştır. Müziğe ara veren
Aylin Livaneli şu an yurt dışında ekonomi üzerine eğitim almaktadır.
Yayımlanmış 3 kitabı bulunmaktadır. Livaneli vejetaryendir.
KİTAPTAN
ALINTILAR
“Doğrudur; kitap okumak karın doyurmuyor. Ancak karnı tok,
beyni boş adamlardan çektiğimiz kadar hiç kimseden çekmedik.”
“Bir yerde kötülük varsa, oradaki herkes biraz suçludur.”
“Hayattan öğrendiğim bir şey var. Her yerde kötülük çok
kuvvetli ve zor yeniliyor. İyilik daha zayıf kalıyor.”
“Ah unutulmuşluk, terk edilmişlik... Ah yalnızlık!”
“...yüreğim sızlayarak seni özlediğimi bilmeni isterim.”
“Hayaller sadece avunmak, çaresizlik duygumu kısa bir
süreliğine dindirmek içindi.”
“Şiir silahtan güçlüdür!”
“Yasak tanımaz rüzgar
Zincir vurulmaz martıya
Bir de insan kalbine.”
"Kendi sesin! İşte en önemli şey bu. Senin sesin!
Dünyada hiçbir tarza, hiçbir modaya oturtulamayacak kadar senin olan bir üslup.
Elin gibi, gözün, bakışın, gülüşün gibi senden bir parça.”
“Her devrim kurban ister!”
“Aynı denizde, aynı çevre koşullarında yaşayan
köpekbalıklarının kötü, yunusların iyi olmasını neyle açıklayabilirdik?”
“Keşke hayat, masallarda ki gibi olsa…”
“Peygamberi dağa doğru koşarken görenler, “Ey İsa, aslandan,
kaplandan mı kaçıyorsun?” diye sormuşlar. “Ben peygamberim, aslandan, kaplandan
korkmam.” “Peki neyden kaçıyorsun?” “Ahmaklardan kaçıyorum çünkü onlarla baş
edemem.”
“Siyasetle ilgin olmadığını biliyorum ama yaşadığın dünyaya gözlerini
bu kadar kapamaya hakkın yok.”
“Evet, yürekleri nasır bağlamış bu insanların.”
“İnsan yüreği çok karanlık, çok karmaşık…”
“İnsanlar eşit değildir. Güçlüler ve zayıflar vardır ve
hayat bunlar arasındaki mücadeleden ibarettir.”
“Çünkü bunalan insanların, yalan bile olsa bir umuda sığınma
ihtiyaçları, gerçeği söyleyenlerden
nefret etmesine yol açıyor.”
“Aslında biz bu yaşamın güzel olduğunu düşünmüyorduk bile
artık; o kadar alışmıştık ki, yaşayıp gidiyorduk işte.”
“İçimde bir şeyin kırıldığını hissettim. Hem de bir daha
onarılamayacak biçimde…”
"... insanlar mı olaylara göre değişir, yoksa olaylar
mı insana göre oluşur..."
“Geçip giden yıllar, saçlara düşen aklar, anlatılamayan
duygular...”
"Biz insanlar evren hakkında düşünürüz, yargılara varırız ama evrenin bizim hakkımızda ne düşündüğünü hiç merak etmeyiz."
"Öfke ve isyan yüklü bir çığlıktı bu; dünyanın bütün haksızlıklarına, bütün zulümlerine karşı atılmış müthiş bir çığlık."
YORUMLARIMIZ
“Bir yerde kötülük varsa, oradaki herkes
biraz suçludur.”
Kendilerine
yaşanabilir bir dünya kurmak için küçük bir adaya yerleşen insanların başına
gelenleri anlatan bir roman Son Ada.. Çam fıstıklarını satarak, balıkçılık
yaparak ve küçük bahçelerine ektikleri sebzelerle, kendi hâlinde yaşayıp giden
insanların huzurlu sakin hayatları…
40 haneden oluşan adada yaşayan insanlar, günlük hayatın ve toplumsal
sistemin tüm sıkıntılarından uzaktadır. Lara ile 36 Numara, kötü giden ve
kaygılarla dolu hayatlarından kaçıp, beraber bu adaya sığınmışlardır. Emekliye
ayrılan bir devlet başkanının adaya gelip yerleşmesine kadar herkes huzur
içinde ve stresten uzak, doğal bir yaşam sürmektedir. İnsanların, adada yaşayan
martılarla yazısız bir anlaşmaları vardır. Bu anlaşmaya göre iki taraf da
birbirinin hayatına müdahale etmemekte ve barış içinde yaşamaya devam
etmektedir. Bir gün Başkan, aile ve adamları Ada’ya gelip yerleşirler ve o
günden sonra bir dönüşüm başlar. Önce ağaçlar kesilir. Ağaçların kesilmesine
karşı çıkan adalılardan sonra Başkan, var olan düzenin bozuk bir düzen olduğunu
ve anarşinin hâkim olduğu bu Ada’da bir yönetim kurulu oluşturularak
demokrasinin getirilmesi gerektiğini önerir. Başkanlık komitesi bir kurallar
listesi yayınlar ve kurallara uyulmadığı takdirde halkın cezalandırılacağını
belirtir.
Başkan tüm bunlarla yetinmeyip, bir tehdit olarak gördüğü martılara karşı savaş
açmaya karar verir. Ardından başlayan
martı ve martı yumurtaları katliamı martıların da adaya ve insanlara zarar
vermesiyle devam eder. Bunu terör olarak tanımlayan Başkan, adaya martı
yumurtaları ile beslenen tilkileri getirir. Ekolojik dengenin bozulmasıyla
adada artan yılan sayısı insan hayatını tehlikeye atar. Yılanları da avlaması
için adaya leylekler ve leyleklerin yuva yapması içinde uzun direkler
getirtilir. Yılanları öldürmek için kokusu çok kötü olan zehirler getirilir,
yasemin kokulu ada pis kokmaya başlar, zehirler içme suyuna karışır, insanları
hasta eder. Bunun da yetmemesi üzerine ormanda kontrollü bir
yangın çıkarılır ve adanın büyük bölümü yangına teslim olur. Başkan, Lara,
Yazar ve 36 Numara’nın ona karşı geldikleri ve hakaret ettikleri gerekçesiyle
tutuklanmasını emreder. Tam o sırada bakkalın oğlu koşarak Başkan’a saldırır ve
beraber uçurumdan yuvarlanırlar. Ardından Başkan’ın adamları adadan ayrılır ve
askerlerle beraber geri dönerek tüm ada sakinlerini zincire vururlar. Başkan’ı
öldürme eylemini kimin gerçekleştirdiğini öğrenmek için hepsini alıp
hapishaneye kapatırlar. Anlatıcı, Yazar ve Lara’dan bir daha haber alamaz ve
roman onun pişmanlık dolu sözleriyle sona erer. Savaşın kazananı birlik olmayı
başaran martılardır.
Romanda demokrasi kavramına farklı bir bakış açısı getirilmiş. Demokrasi
her zaman demokrasi değildir. Seçebiliyor olmak, demokrasinin doğru işleyeceği
anlamına gelmiyor bazen. Sonuçları beklendiği gibi olmayabiliyor.
Yine romanda kişisel ve politik çıkarlar yüzünden doğaya verilen zararların
ne boyutlarda olabileceğine yönelik göndermeler yapılmış. Korkunun, açlığın
insan üzerinde ne derece etkili bir tehdit olduğu vurgulanmış. Yanlışı yanlışla
düzeltmenin sonuçlarının maddi manevi zararlarına dikkat çekilmiştir.
Romanın gerçek hayatla ilişkisi ideolojik boyutta olup 12 Eylül darbesi ve ardından yaşananlara
gönderme yapmaktadır. Halktan kişilerin çeşitli sebeplerle tutuklanmaları,
tarihsel olarak darbe sonrası ülkede yaşanan kaos ve haksız yargılama süreçlerini
akla getirmektedir. Kitapta darbecilikten ve ya faşizan bir yönetimden söz
edilmemiştir. Aksine basit bir dil kullanılarak ipuçlarıyla okura sorgulama
imkânı tanımıştır. Alımlama esteği kuramının ustaca işlendiği romanda Yazar
adlı karakter şöyle diyor anlatıcıya:“Kelimeleri
güzelleştirerek ya şiddetlendirerek, güzel tasvirlerle insan hallerini
anlatmaya kalkma. Sen anlat, gerisini okur kafasında tamamlasın.” Zülfü
Livaneli de tam da bunu yaparak bıraktığı anlamsal boşlukları okuyucunun doldurmasını
istiyor. Kahramanlara isimleri verilmemiş ve bunu okuyucunun yapması
bekleniyor.
Yaşar Kemal’ bu roman hakkında düşüncelerini ifade ederken “Zülfü yepyeni
bir ustalık, yepyeni bir roman getirmişti. Beklemediğim bir yenilikti. Önce
zalimliği gözükmeyen bir zalim. Gururlu ama gururu hiç belli değil. Zülfünün
romanlarındaki inceden ince psikolojiyi bulmak kolay değil. Onun romanları
zenginliktir. Bu romanda yaşam kadar canlılık vardır. Her romancıya nasip
olmaz.” Diyor ve ekliyor “Zülfü büyük kapıdan bu romanıyla girmiştir.”
“Neyse ki her zaman el değmemiş bir son ada vardır.”
Keyifli okumalar/ Demet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder