2021 ŞUBAT AYI KİTABIMIZ (BİR GARİP AŞK
ÖYKÜSÜ/ CARL-JOHAN VALLGREN)
KİTAP
HAKKINDA
On dokuzuncu yüzyılın başlarında, filozof Kant'ın da
doğum yeri olan Königsberg'deki bir genelevde bir hilkat garibesi doğar.
Doğarken annesinin ölümüne sebep olan bu canavarımsı yaratık sağır, dilsiz ve
ürkütücü bir şekilsizliktedir. Ne var ki çok gizli bir yeteneğe de sahiptir:
İnsanların zihnini okur, kalplerinin en derininde olup biteni bilir. Herkül adı
verilen bu bebeğe hayatın bahşettiği en büyük armağan, onunla aynı gün
genelevde dünyaya gelen güzeller güzeli Henriette Vogel ile birbirlerine
duydukları kopmaz aşktır.
Ama içinde yaşadıkları dünya "tahmin
edebileceğiniz gibi" böyle bir aşkı kaldıramaz, âşıklar birbirlerinden
uzağa savrulurlar. Yeteneği başına bela olan, çetin düşmanlar edinen Herkül, on
dokuzuncu yüzyıl boyunca aşkının peşinde Avrupa'yı bir ucundan diğerine
dolaşır. Tımarhaneler, ucube sirkleri ve manastırların içinden geçerken,
dönemin yüksek kurumlarındaki mühim şahısların içyüzüne tanık olur, dehşete
kapılır: Gözlerimizin önündeki, kan, hırs ve toplumsal baskıyla, çürüme ve
kutsalın kötüye kullanılmasıyla dolu bir tarihtir. İnsan olmanın anlamını
sorgularız kahramanımızla birlikte, ama her şey bir yana, garip de olsa
sarsılmaz bir aşk öyküsüdür dinlediğimiz.
Güzel ve çirkin, saygın ve alçak, yüce ve düşük gibi
kavramlarımızı yerinden oynatan, aşkın, nefretin ve duyguların gücünü
vurgulayan Carl-Johan Vallgren'in bu müthiş romanı, günümüz İsveç edebiyatının
öndegelen yapıtlarından biri. Yazarına İsveç'in en önemli ödülü olan August
başta olmak üzere sayısız ödül kazandıran ve çok sayıda dünya diline çevrilen
kitap şimdi Türkçede...
CARL-JOHAN VALLGREN
KİMDİR?
Carl-Johan Vallgren 1964'te İsveç'in Linköping
kentinde doğdu. Barmenlik ve orman işçiliği de yapan yazarın ilk kitabı
Nomaderna 1987'de yayımlandı. Söz ve müziği çoğunlukla kendisine ait şarkıları
içeren beş albümle müzik alanında da adını duyuran Vallgren, Malmö, Madrid,
Kopenhag ve Berlin'de yaşadıktan sonra Stockholm'e yerleşti. Kitapları İsveç'te
başka edebiyat ödülleri almanın yanı sıra Almanca, Flemenkçe, Fransızca,
İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Japonca ve Rusça dahil çeşitli dillere
çevrildi.
KİTAPTAN ALINTILAR
"Aşk, kayıp yarının
aranmasıdır ve onunla sonsuza kadar kaynaşma çabasıdır."
"Mutluluk yalnızca bir rüyadır, ama ıstırap
gerçek."
"Nefret anlamsız, hiçbir şey vermez, yalnızca
alır."
"Ama hepimiz biliyoruz ki, körler ülkesinde tek
gözlü biri kral olur..."
"İnsan bir hayat yaşadığını sanır, diye içinden
bir sesin tısladığını duydu, ama hayat bizim içimizde yaşar ve biz onu
tükettiğimizde bizsiz devam eder."
"Gerçi Hiç
kimse kendisini nelerin beklediğini bilemez; insan doğumunu hatırlayamadığı
gibi, nasıl öleceğini de hayal edemediğinden sonsuzluğun sezgisine sahiptir, işte
bunun için şimdi ve sonsuzlukta yaşar."
"Gerçeğin fazla söze
ihtiyacı yoktur , oysa yalanı allayıp pullamak gerekir."
"Tanrı eserleriyle birdir, diye iddia ediyordu
teologlar. Ama mademki kötülük yaratılmışın her şeklinde aşikardı, o zaman
Tanrı kötü müydü?"
"Ama onu bu düşünceler cezbeden şeytandı. Yok,
eğer bu düşünceler doğruysa, o zaman insanın tapınacağı ne kalırdı? Eğer Tanrı,
kurbanda olduğu kadar cellatta da mündemiçse kime tapınılacaktı?"
"Düşünceler vicdanımızın sesidir," dedi del Moro."
Bilinç ruhtan doğar, bilinçten de vicdan ve vicdandan düşünce. Sanırım
Almanya'da sürgündeyken yeni filozoflarla ilgilenmişsinizdir. Ne diyordu Kant?
Dünyayı asla olduğu gibi idrak edemeyiz, sadece bize göründüğü gibi idrak
ederiz."
"Ya konuşma?
Ağıza gönderilen titreşimlerdir, orada ses veren hava
titreşimşere dönüşür... İnanın bana, gerçek konuşma düşüncelerdir."
"Görüntüsü Madam Schall'ın kızlarını
korkutmuyordu, çünkü tecrübeleri onlara korkulması gerekenin çarpık bir beden
değil çarpık bir ruh olduğunu çoktan öğetmişti."
"Bazen bütün bu yaşadıklarının hayatın kitabına
önceden yazıldığını ve bunu hiç kimsenin değiştirmeye muktedir olmadığını
düşünüyordu. Ve bu kitabın yazarı hata yaptığını kabul etme yeteneğinden
yoksundu."
"Kötü iyinin eksikliği miydi? Tıpkı tuzlunun
tatlının eksikliği, kederin neşenin eksikliği, ya da siyahın beyazın eksikliği
olması gibi bir şey miydi? Kötülük, iyiliğin artık varlığından bahsedilmeyecek
kadar azalmasıydı.”
"Kendini benim göz bebeklerimden seyret... Seni
gözkapaklarımın altında taşıyorum, aynı zamanda içimde ve bilincimdesin...
Şimdi gözümü açıp seni görüyorum ve sen de kendini benim gözümle gör... Benim
içimden gör... Ne görüyorsun, Herkül?"
"Sözcükler yalnızca tecrübelerimize gönderme
yapar; konuşmanın amacı insanlar arasındaki ortak çağrışımları açığa
çıkarmaktır. Ama belki bu sonucu elde etmenin başka bir yolu daha vardır. Bazen
bir resim, binlerce sözcükten daha fazla şey söyler. Ya da müzik; bir duygu
durumunu yaratıcıdan din Sağır olarak doğan biri, sessizlik ya da sesin
eksikliği hakkında konuşmaz. Sağırlığından şikâyetçi de olmaz. Tıpkı kör olarak
doğmuş birinin görme yeteneği olmadığı için yakınmaması gibi, çünkü görmenin
nasıl bir şey olduğunu zihninde canlandıramaz. Tıpkı sizin, hiç yaşamadığınız
bir şeyin, tanımadığınız bir insanın ya da varlığını bilmediğiniz bir şeyin
eksikliğini duymamanız gibi."
"...başkalarının acılarına karşı iştahlı bir
açlık vardı. Başkalarının acılarına şahit olmak, yüzlerinde ölümün nefesini
hissetmek, hızla sönen bir hayatın dehşetini duymak istiyorlardı. Hiçbir
açıklayıcı gerekçe olmadan, boş yere, bir hayatın öylesine yok olup gitmesi
içlerini titretiyordu...”
YORUMLARIMIZ
Bir Garip Aşk Öyküsü İsveçli yazar Carl
Johan Vallgren’in Türkçeye çevrilmiş iki kitabından biri. Çeviri demişken önce
kitabın çevirisinin çok başarılı olduğunu söylemek istiyorum. Artık okudukça
bunları da fark etmeye başladık. Kitap kulübümüzün İskandinav Edebiyatı
kategorisinde seçtiğimiz ve benim moderatörlüğünü yaptığım Bir Garip Aşk Öyküsü
aslında hepimizin edebiyatın dışında da siyasi, dini, kültürel ve coğrafik bir
çok şeyi sorgulamamıza ve hatta araştırmamıza neden oldu. Ben moderatör olarak neredeyse
üzerinden üç okuma yaptım. Çünkü Avrupa kültürü ve tarihi açısından araştırma
yapmamı, entelektüel anlamda da kendimi geliştirmemi sağladı. Kitabın
toplantısını yaptığımız akşam da nitekim konuşmalara doyamadık ve neredeyse 3
saat online kalmıştık. Şimdi burada kitabı okumak isteyenler için genel bir
özet yapmaya çalışacağım ki bu hiç kolay olmayacak.
Herkül ve Henriette 1700lerin sonlarında Avrupa’da bir
genelevde aynı gün doğan çocuklardır. Herkül ne kadar normal dışı, çirkin ve
ucube ise Henriette o kadar güzel ve normal bir kız çocuğudur. Genelev
koşullarında 10 yaşlarına kadar kalan bu iki çocuğun yakınlıkları, bir
birbirlerine olan sevgileri daha sonraki yıllarda Herkül’ün bir çok olumsuz
şeyin üstesinden gelmesine neden olacak kadar büyüktür. Ancak sağır ve
dilsiz, ucube kahramanımızın sahip olduğu olağanüstü bir yeteneği vardır.
İnsanların bilinçli ve bilinçaltı düşüncelerini okuma yeteneği sayesinde ya da
onun yüzünden geneleve gelen yüksek mevkilere sahip bir sapığın ortaya
çıkmasına neden olur. Hayatın akışı herkes için bundan sonra değişir. Bu olay
sonrasında aslında kendi baba ve kardeşlerinin tecavüzüne maruz kaldıkları için
geneleve düşen, şehrin mutsuz erkeklerini para karşılığında bir gece de olsa
mutlu etmeye kendilerini adamış, seks işçisi bu kadınlar, kapitalizmin başka
bir sömürüsü altına girerek iplik fabrikasına çalışmaya gitmek zorunda
kalırlar. Henriette ve annesi bir akrabalarının yanına kaçmayı başarırlar ancak
başlarına gelen dramatik olaylar birbiri arkasına gelir. Herkül ise bir akıl
hastanesine gönderilir, hatta atılır. Daha sonra bu akıl hastanesinde ona ve
diğer hastalara eziyet eden ikiz kardeşlerin, sonrasında onu kanatları altına
alan Rahip Shuster’i katleden ruhları kirlenmiş din adamlarının tek tek
intikamı alınacaktır.
Genelevde yaşanan o günden Henriette’e kavuştuğu
zamana kadarki süreçte Herkül’ün toplum tarafından dışlanışı, yapılan
eziyetler, toplumun kokuşmuş kurumlarındaki çürümüşlüğün insanlığın
varoluşundan bu yana hep mi vardı diye sorgulatıyor insana. Romanın belki de en
can alıcı cümlesi, Herkül’ün akıl hastanesinde yapılan eziyetleri yaşadığı
dönemi anlatırken “Herkül dünyanın her yanında, kötülüğün kaynağı olan
aynı karanlık maddeden yapılmış bu tür insanların olduğunu biliyordu. Onu asıl
şaşırtan insan neslinin nasıl olup da hala yok olmadığı, insanların
birbirlerini nasıl olup da çok önceden tüketmedikleriydi” olabilir. İnsan
gerçekten bu kadar kötü bir varlık mı? Tanrı var mıydı? Yoksa dünyadaki iyi
şeyler tesadüfi miydi? Dini ve siyasi kurumlar sadece kendi çıkarlarını korumak
isteyen insanların biraraya geldiği yapılardan mı ibarettiler?
Romanda benim Herkülden sonra
favori kahramanım, bir diğer ucube Barnaby Wilson oldu. Barnaby felsefi ve
edebi birikimiyle beni kendine hayran bıraktı. Onun sayesinde bir çok tarihsel
kişiyi tanıma fırsatı buldum. Herkesin hayatında olması gereken entelektüel ve
iyi bir rehber kişiliğinde olan Barnaby için“ Hayatının sonbaharında Herkül
Wilson’u üzerinde ısıya karşı dayanıklı bir elbiseyle, laboratuvarda oturmuş,
bir elinde bir sarkaç, Türk nargilesi içerken resmedecekti. Bu resim, deney
arzusu hiçbir engel tanımayan bir düşünür olan sirk yöneticisini çok iyi
anlatıyordu.”
İnsanlığın içinde saklanan kötü karanlığın
kimsenin bilmediği dehlizlerdeki yankısı ile imkansız denilecek kadar büyük bir
aşkın hikayesini okuyacaksınız: Fatma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder