28 Nisan 2021 Çarşamba


2021 NİSAN AYI KİTAP LİSTEMİZ




 

 2021 MART AYI KİTABIMIZ (GÜNDEN KALANLAR/ KAZUO İSHİGURO)


KİTAP HAKKINDA

Bir roman düşünün ki asıl anlattığı, tek bir satırında dahi geçmeyen duygular, umutlar, hayal kırıklıkları, özlemler olsun. Kazuo Ishiguro'nun benzersiz tarzını en iyi ortaya koyduğu eserlerinden biri olan Günden Kalanlar böyle bir roman...

İngiliz malikânelerinin ihtişamını yitirdiği dönemin son büyük baş uşaklarından biridir Stevens. Amerikalı yeni işvereninin arzuladığı düzeni kurmak için birlikte çalıştığı eski kâhyayı ziyaret etmeye karar verir ve İngiliz taşrasında bir yolculuğa çıkar. Yol boyunca karşılaştığı manzaraların ve insanların yarattığı izlenimler anılarıyla ve mesleğinin gereklerine dair düşünceleriyle birleşerek, özenle bastırdığı duygularını ortaya sererken, hayatını idealleri uğruna harcayan Stevens basmakalıp fikirleri ve saplantılarıyla okurun kalbini fetheden eşsiz bir kahramana dönüşür.

 Dokunaklı bir dramın özündeki komiği okura yaşatmayı başaran Günden Kalanlar, edebiyat tarihinin köşe taşlarından biri.

KAZUO İSHİGURO KİMDİR?

Kazuo Ishiguro 1954 yılında Japonya Nagasaki’de doğmuştur. Babası Ulusal Oşinografi Enstitüsü’nde çalışmaya başladı ve Kazuo Ishiguro 6 yaşındayken İngiltere’ye göçtüler.

 

Takvimler 1978 yılını gösterirken University of Kent’ten mezun oldu arkasından yüksek lisansını University of East Anglia’da tamamladı.

 

İngiliz vatandaşlığına geçtiği yıl ilk romanı Uzak Tepeler’i yayınladı. Yayınladığı ilk romanı Uzak Tepeler Winifred Holtby Memorial Ödülüne layık görüldü.

 

1983 senesinde Granta dergisi tarafından en genç ve en iyi İngiliz yazarlar listesinde yer aldı. Kitaplarında genel olarak melankolik hikayelere yer veren Kazuo Ishiguro tüm dünya tarafından üne kavuşmasını sağlayan Günden Kalanlar eserini ise 1989 yılında yayımladı.

 

İngiltere’nin prestijli edebiyat ödülü olan Man Booker’da ödüle layık görüldü. Aynı zamanda Günden Kalanlar isimli eseri sinemaya uyarlandı.

 

2005 yılında yayınladığı Beni Asla Bırakma romanı ise Time’ın İngilizce yazılmış en iyi 100 roman listesinde yer aldı. Daha sonra Beni Asla Bırakma romanı da sinemaya uyarlandı. 2017 yılında ise tüm dünyanın en büyük ödülü olan İsveç Kraliyet Akademisi tarafından Nobel Edebiyat ödülüne layık görüldü.

 

Türkçeye çevrilmiş 10 kadar romanı bulunan Kazuo Ishiguro Günden Kalanlar romanı çok satanlar listesinde yerini korumayı başarıyor.

KİTAPTAN ALINTILAR

"Yıllar yılı kovalıyor, hiç bir şey düzelmiyor...

Tek yaptığımız konuşmak tartışmak, işi sürüncemede bırakmak..."

“Neden, neden hep olduğunuzdan başka türlü görünmek zorundasınız?"

“Yaşamımız pek de dilediğimiz gibi çıkmadıysa durmadan geriye bakıp kendimizi suçlayarak ne kazanabiliriz ki ?”

''...Düş kırıklığına hazırlıksız yakalanacak kadar aptal değilim.''

“Siyasetin insanları kısacık birkaç yıl içinde bile tanınmaz hale getirebildiğine çok yakından tanık oldum.”

“Kuşkusuz pek çoğumuz gibi ben de alışılmış uygulamaları değiştirmeye gönülsüzdüm.”

" Yaşamımın geri kalanı bir boşluk olarak uzanıyor önümde ."

"Düşünüyorum da, belki her şey daha iyi olurdu, Yüce Tanrı bizi -ne bileyim- bitkimsi bir şey olarak yaratsaydı. Yani toprağa sıkı sıkı gömülmüş olarak. O zaman savaşlarla, sınırlarla ilgili bu saçmalıkların hiçbir önemi olmazdı."

“Bir anlaşmazlık bir kere çözümlendi mi, düşmandan böylesine nefret etmeye devam etmek yakışıksızdır. Bir adamı dize getirdinizse, iş orada bitmelidir. Onu bir de tekmelemeye kalkışmazsınız.”

“Şakacı bir söz söyleyip de o sözün son derece yakışıksız kaçtığını ancak ağızdan çıktıktan sonra fark etmenin ne büyük bir felaket olacağını düşünmeye bile gerek yok.”

" Yaşamımın bundan sonraki bölümünü yararlı bir biçimde değerlendirebilmek için ne yapmam gerektiğini hiç bilmiyorum olsam da ..."

“Önemli olan, o güzelliğin dinginliğidir; aşırıya kaçmaması, ölçülü oluşudur. Toprak, güzelliğinden, büyüklüğünden haberdardır sanki, bunu avaz avaz haykırmaya gerek duymaz.”

“Akşam, pek çok insan için günün en güzel zamanı. Öyleyse, bu kadar çok dönüp ardıma bakmamam, daha olumlu bir görüş açısı benimsemem ve günümden arda kalanları en iyi biçimde değerlendirmeye çalışmam gerektiği öğüdünde de gerçek payı vardır belki. Yaşamımız pek de dilediğimiz gibi çıkmadıysa durmadan geriye bakıp kendimizi suçlayarak ne kazanabiliriz ki?”

“... daha bu yaşta kusursuzluğa eriştiğiniz inancındaysanız, ileride hiç kuşkusuz ulaşabileceğiniz mertebelere asla ulaşamayacaksınız.”

“Herhangi bir dış etken sizi oldukça tesadüfi bir şekilde uyarmadıkça, aklınız başınıza gelmez.”

“İngiltere’de bir hizmetkarın eski işverenleri hakkında konuşması adetten değildir...

Bu, evlilik geleneklerine benzer biraz. Boşanmış bir hanımın, ikinci kocasının yanındayken ilk evliliğini hiç anmaması istenir genelde.”

"Gözünün önünde olup biten her şeye seyirci kalıyorsun. Neler olduğunu anlamak için dönüp geriye bakmak bile gelmiyor aklına.”





AŞK
Başka işi olmayanlar yardıma muhtaçtır belki de en çok. Ağır iştir aşk. Kendinden başka birini daha taşımak beyninde. Bedeninde hissetmek için durmadan çabalamak. Boşa koysan dolmamak, doluya koysan almamak, ince sızının yerleşmesi kalbine. En mutlu anlarında bile tarifsiz bir korku hissetmek neden korktuğunu dahi bilmeden. Midende kızışan tavalarca yağ, patlayan ve vücudunun farklı yerlerine sıçrayıp ince ince dağlayan. Aşk, kelebeğin tek günlük ömrünün telaşında ve yüzlerce yıl yaşayacak bir kaplumbağanın yavaşlığında. Aheste aheste sevmenin lezzetinde ve hiç yaşamayacak gibi sevmenin acısında. Aşk her kimse onun sahibi, hiç sahibi olmamışçasına. Yaşı yok bunun, devri yok, hasmı yok, kısmı yok; 1 bütün o, her zerreye yakışan ve en güzeli daima 'seninki' olan. Her aşık, en büyük heyecan ondadır, en büyük istek, en büyük hassasiyet, en büyük tutku, en büyük en büyük ve en büyük. Kalbine sığmaz ondakiler; aşk, ondadır. Başka kimsede yokmuş gibi, ruhu bedenine çokmuş gibi, dünya başına dertmiş gibi, hayat yaşına zevkmiş gibi. Aşk gibi. Sahip çıkılmayan aşklardan özür dilenir hayat boyu, yaşanamayan aşkların acısı ilk günkü gibi kalır. Hatalar bürünür ete kemiğe, pişmanlıklar insanı kemirir durur. Aşksız hayatların eksikliği, ya dillenir ya dillenmez, ama illa ki düşünülür. Dünya aşktan ibaret değildir de aşk başlı başına bir dünyadır. Adam, tutar kadının elinde ve değişir dünya. Kadın, yaslar başını adamın omzuna ve durur dünya. Adam, öper kadını ve iyileşir dünya. Kadın, sarılır adama ve kamaşır dünya. Adamlar ve kadınlar, kimi sevdikleri, kime beş duyularını hizmetine sunacak kadar aşkla bağlandıkları yalnızca kendilerini ilgilendirmek üzere, olurlar tek bir dünya. Dünya, aşk olur, aşksa dünya. Onun kokusu, onun tadı, onun sesi, onun yüzü, onun teni, aşkın tekelinde ve dünyanın merkezinde yer edinir, hiç sormaz. Seçim şansı vermez, akıl fikir sevdikleri, kime beş duyularını hizmetine sunacak kadar aşkla bağlandıkları yalnızca kendilerini ilgilendirmek üzere, olurlar tek bir dünya. Dünya, aşk olur, aşksa dünya. Onun kokusu, onun tadı, onun sesi, onun yüzü, onun teni, aşkın tekelinde ve dünyanın merkezinde yer edinir, hiç sormaz. 

Seçim şansı vermez, akıl fikir bırakmaz... Aşk bir akıl tutulması, fikirsizliktir.  Aşk bir dil tutulması, zikirsizliktir.  Aşk, dünya var oldukça devirsizliktir. Yerini bıraktığı sevgi, kendi tükenince seçtiği o kutlu varis, dünyanın en güzel dinlencesidir.


YORUMLARIMIZ

İnsanlar pek çok şeye; bir fikre, bir insana bağlılık duyabilir ki zaten onun karakterinde olan bir duygu ve ihtiyaçtır aynı zamanda.

 

Sosyal ilişkilere yön veren bir nevi bizi biz yapan değer ve inançlar kararlarımızı etkilemektedir. Bu noktada önemli olan kişinin" bağlılık" nedeniyle eleştirel düşünme ve sorgulamayı kaybetmemesi dir.

 

Bir düşünceye bağlı olmak onu sorgulamanın kötü olduğu anlamına gelmemektedir.

 

Kitapta da bunu Stevens üzerinden görmekteyiz. Lorda olan bağlılığı _ sadakati_ nedeniyle onun davranışlarını hiçbir şekilde eleştirmemekte; hatta ona en iyi şekilde hizmet etmeye kendisini adayarak _ vakarlı bir davranış sergileyerek _bu yolda ona yardımcı olmaya çalışmaktadır. 

 

Stevens, kendi iş dünyası sadece Lordun fikirlerinden oluştuğu ve herhangi bir fikir üretimine bir nevi beyin fırtınasına ihtiyaç dahi duymadığı için "kalıp "halinde belli bir şekilde hayatını devam ettirmiştir.

 

Bunun yanlış olduğunu ancak seneler sonra anlayabilmiş bu da onun bundan sonraki iş hayatını aynı tutkuyla devam ettiremeyeceğini anlamasına neden olmuştur O her şeyini sonuna kadar Lord Dorlington için harcamıştır.

Malikane ondan soruluyor sıradan bir yaşamı var ama ona göre çok önemli bir görevi var

 

Yazar Kazuo İshiguro bize göre çok sıradan Sıkıcı olan bir insanın hayat hikayesini anlatıyor kitabın sonuna doğru geldiğimizde Mister Stevens devleşen bir kahramana dönüşüyor. Hayatın öyle bir noktasına geliyor ki kendi hayatının boşa geçtiğini görüyor. Ama yarın olacak tekrar işte....

 

 İshiguro burada mesajı veriyor. İster zengin ol ister yoksul , ister ister Lord olun isterseniz uşak kim olursanız olun önemli olan şu :

Yarına günden kalanlarla nasıl devam edeceğiz Miss Stevens günden kalanlar da hayatına devam etmeye başlıyor o yüzden kahramanlaşıyor.

 

Kitabımız filme uyarlanmıştır. Filmde ve kitapta en beğendiğim diyalog ise Emma Thompson Anthony Hopkins'e" Neyi bekliyorsun" demiştir. Ben de size soruyorum.

 NEYİ BEKLİYORUZ?

YAŞANAMAYANLARI, SÖYLENEMEYENLERİ VE BİR ZAMAN SONRA İÇİNE OTURAN AMA İSYAN İÇERMEYEN SAKİN VE KABULLENİLMİŞ BİR PİŞMANLIK DUYGUSUNU OKUYACAKSINIZ: SAFİYE






















11 Nisan 2021 Pazar

 2021 MART AYI KİTAP LİSTEMİZ



 2021 ŞUBAT AYI KİTABIMIZ (BİR GARİP AŞK ÖYKÜSÜ/ CARL-JOHAN VALLGREN)


KİTAP HAKKINDA

On dokuzuncu yüzyılın başlarında, filozof Kant'ın da doğum yeri olan Königsberg'deki bir genelevde bir hilkat garibesi doğar. Doğarken annesinin ölümüne sebep olan bu canavarımsı yaratık sağır, dilsiz ve ürkütücü bir şekilsizliktedir. Ne var ki çok gizli bir yeteneğe de sahiptir: İnsanların zihnini okur, kalplerinin en derininde olup biteni bilir. Herkül adı verilen bu bebeğe hayatın bahşettiği en büyük armağan, onunla aynı gün genelevde dünyaya gelen güzeller güzeli Henriette Vogel ile birbirlerine duydukları kopmaz aşktır.

Ama içinde yaşadıkları dünya "tahmin edebileceğiniz gibi" böyle bir aşkı kaldıramaz, âşıklar birbirlerinden uzağa savrulurlar. Yeteneği başına bela olan, çetin düşmanlar edinen Herkül, on dokuzuncu yüzyıl boyunca aşkının peşinde Avrupa'yı bir ucundan diğerine dolaşır. Tımarhaneler, ucube sirkleri ve manastırların içinden geçerken, dönemin yüksek kurumlarındaki mühim şahısların içyüzüne tanık olur, dehşete kapılır: Gözlerimizin önündeki, kan, hırs ve toplumsal baskıyla, çürüme ve kutsalın kötüye kullanılmasıyla dolu bir tarihtir. İnsan olmanın anlamını sorgularız kahramanımızla birlikte, ama her şey bir yana, garip de olsa sarsılmaz bir aşk öyküsüdür dinlediğimiz.

Güzel ve çirkin, saygın ve alçak, yüce ve düşük gibi kavramlarımızı yerinden oynatan, aşkın, nefretin ve duyguların gücünü vurgulayan Carl-Johan Vallgren'in bu müthiş romanı, günümüz İsveç edebiyatının öndegelen yapıtlarından biri. Yazarına İsveç'in en önemli ödülü olan August başta olmak üzere sayısız ödül kazandıran ve çok sayıda dünya diline çevrilen kitap şimdi Türkçede...

CARL-JOHAN VALLGREN KİMDİR?

Carl-Johan Vallgren 1964'te İsveç'in Linköping kentinde doğdu. Barmenlik ve orman işçiliği de yapan yazarın ilk kitabı Nomaderna 1987'de yayımlandı. Söz ve müziği çoğunlukla kendisine ait şarkıları içeren beş albümle müzik alanında da adını duyuran Vallgren, Malmö, Madrid, Kopenhag ve Berlin'de yaşadıktan sonra Stockholm'e yerleşti. Kitapları İsveç'te başka edebiyat ödülleri almanın yanı sıra Almanca, Flemenkçe, Fransızca, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Japonca ve Rusça dahil çeşitli dillere çevrildi.

KİTAPTAN ALINTILAR

 

"Aşk, kayıp yarının aranmasıdır ve onunla sonsuza kadar kaynaşma çabasıdır."

"Mutluluk yalnızca bir rüyadır, ama ıstırap gerçek."

"Nefret anlamsız, hiçbir şey vermez, yalnızca alır."

"Ama hepimiz biliyoruz ki, körler ülkesinde tek gözlü biri kral olur..."

"İnsan bir hayat yaşadığını sanır, diye içinden bir sesin tısladığını duydu, ama hayat bizim içimizde yaşar ve biz onu tükettiğimizde bizsiz devam eder."

"Gerçi Hiç kimse kendisini nelerin beklediğini bilemez; insan doğumunu hatırlayamadığı gibi, nasıl öleceğini de hayal edemediğinden sonsuzluğun sezgisine sahiptir, işte bunun için şimdi ve sonsuzlukta yaşar."

"Gerçeğin fazla söze ihtiyacı yoktur , oysa yalanı allayıp pullamak gerekir."

"Tanrı eserleriyle birdir, diye iddia ediyordu teologlar. Ama mademki kötülük yaratılmışın her şeklinde aşikardı, o zaman Tanrı kötü müydü?"

"Ama onu bu düşünceler cezbeden şeytandı. Yok, eğer bu düşünceler doğruysa, o zaman insanın tapınacağı ne kalırdı? Eğer Tanrı, kurbanda olduğu kadar cellatta da mündemiçse kime tapınılacaktı?"

"Düşünceler vicdanımızın sesidir," dedi del Moro." Bilinç ruhtan doğar, bilinçten de vicdan ve vicdandan düşünce. Sanırım Almanya'da sürgündeyken yeni filozoflarla ilgilenmişsinizdir. Ne diyordu Kant? Dünyayı asla olduğu gibi idrak edemeyiz, sadece bize göründüğü gibi idrak ederiz."

"Ya konuşma?

Ağıza gönderilen titreşimlerdir, orada ses veren hava titreşimşere dönüşür... İnanın bana, gerçek konuşma düşüncelerdir."

"Görüntüsü Madam Schall'ın kızlarını korkutmuyordu, çünkü tecrübeleri onlara korkulması gerekenin çarpık bir beden değil çarpık bir ruh olduğunu çoktan öğetmişti."

"Bazen bütün bu yaşadıklarının hayatın kitabına önceden yazıldığını ve bunu hiç kimsenin değiştirmeye muktedir olmadığını düşünüyordu. Ve bu kitabın yazarı hata yaptığını kabul etme yeteneğinden yoksundu."

"Kötü iyinin eksikliği miydi? Tıpkı tuzlunun tatlının eksikliği, kederin neşenin eksikliği, ya da siyahın beyazın eksikliği olması gibi bir şey miydi? Kötülük, iyiliğin artık varlığından bahsedilmeyecek kadar azalmasıydı.”

"Kendini benim göz bebeklerimden seyret... Seni gözkapaklarımın altında taşıyorum, aynı zamanda içimde ve bilincimdesin... Şimdi gözümü açıp seni görüyorum ve sen de kendini benim gözümle gör... Benim içimden gör... Ne görüyorsun, Herkül?"

"Sözcükler yalnızca tecrübelerimize gönderme yapar; konuşmanın amacı insanlar arasındaki ortak çağrışımları açığa çıkarmaktır. Ama belki bu sonucu elde etmenin başka bir yolu daha vardır. Bazen bir resim, binlerce sözcükten daha fazla şey söyler. Ya da müzik; bir duygu durumunu yaratıcıdan din Sağır olarak doğan biri, sessizlik ya da sesin eksikliği hakkında konuşmaz. Sağırlığından şikâyetçi de olmaz. Tıpkı kör olarak doğmuş birinin görme yeteneği olmadığı için yakınmaması gibi, çünkü görmenin nasıl bir şey olduğunu zihninde canlandıramaz. Tıpkı sizin, hiç yaşamadığınız bir şeyin, tanımadığınız bir insanın ya da varlığını bilmediğiniz bir şeyin eksikliğini duymamanız gibi."

"...başkalarının acılarına karşı iştahlı bir açlık vardı. Başkalarının acılarına şahit olmak, yüzlerinde ölümün nefesini hissetmek, hızla sönen bir hayatın dehşetini duymak istiyorlardı. Hiçbir açıklayıcı gerekçe olmadan, boş yere, bir hayatın öylesine yok olup gitmesi içlerini titretiyordu...”

YORUMLARIMIZ

    Bir Garip Aşk Öyküsü İsveçli yazar Carl Johan Vallgren’in Türkçeye çevrilmiş iki kitabından biri. Çeviri demişken önce kitabın çevirisinin çok başarılı olduğunu söylemek istiyorum. Artık okudukça bunları da fark etmeye başladık. Kitap kulübümüzün İskandinav Edebiyatı kategorisinde seçtiğimiz ve benim moderatörlüğünü yaptığım Bir Garip Aşk Öyküsü aslında hepimizin edebiyatın dışında da siyasi, dini, kültürel ve coğrafik bir çok şeyi sorgulamamıza ve hatta araştırmamıza neden oldu. Ben moderatör olarak neredeyse üzerinden üç okuma yaptım. Çünkü Avrupa kültürü ve tarihi açısından araştırma yapmamı, entelektüel anlamda da kendimi geliştirmemi sağladı. Kitabın toplantısını yaptığımız akşam da nitekim konuşmalara doyamadık ve neredeyse 3 saat online kalmıştık. Şimdi burada kitabı okumak isteyenler için genel bir özet yapmaya çalışacağım ki bu hiç kolay olmayacak.

Herkül ve Henriette 1700lerin sonlarında Avrupa’da bir genelevde aynı gün doğan çocuklardır. Herkül ne kadar normal dışı, çirkin ve ucube ise Henriette o kadar güzel ve normal bir kız çocuğudur. Genelev koşullarında 10 yaşlarına kadar kalan bu iki çocuğun yakınlıkları, bir birbirlerine olan sevgileri daha sonraki yıllarda Herkül’ün bir çok olumsuz şeyin üstesinden gelmesine neden olacak kadar büyüktür.  Ancak sağır ve dilsiz, ucube kahramanımızın sahip olduğu olağanüstü bir yeteneği vardır. İnsanların bilinçli ve bilinçaltı düşüncelerini okuma yeteneği sayesinde ya da onun yüzünden geneleve gelen yüksek mevkilere sahip bir sapığın ortaya çıkmasına neden olur. Hayatın akışı herkes için bundan sonra değişir. Bu olay sonrasında aslında kendi baba ve kardeşlerinin tecavüzüne maruz kaldıkları için geneleve düşen, şehrin mutsuz erkeklerini para karşılığında bir gece de olsa mutlu etmeye kendilerini adamış, seks işçisi bu kadınlar, kapitalizmin başka bir sömürüsü altına girerek iplik fabrikasına çalışmaya gitmek zorunda kalırlar. Henriette ve annesi bir akrabalarının yanına kaçmayı başarırlar ancak başlarına gelen dramatik olaylar birbiri arkasına gelir. Herkül ise bir akıl hastanesine gönderilir, hatta atılır. Daha sonra bu akıl hastanesinde ona ve diğer hastalara eziyet eden ikiz kardeşlerin, sonrasında onu kanatları altına alan Rahip Shuster’i katleden ruhları kirlenmiş din adamlarının tek tek intikamı alınacaktır.

Genelevde yaşanan o günden Henriette’e kavuştuğu zamana kadarki süreçte Herkül’ün toplum tarafından dışlanışı, yapılan eziyetler,  toplumun kokuşmuş kurumlarındaki çürümüşlüğün insanlığın varoluşundan bu yana hep mi vardı diye sorgulatıyor insana. Romanın belki de en can alıcı cümlesi, Herkül’ün akıl hastanesinde yapılan eziyetleri yaşadığı dönemi anlatırken  “Herkül dünyanın her yanında, kötülüğün kaynağı olan aynı karanlık maddeden yapılmış bu tür insanların olduğunu biliyordu. Onu asıl şaşırtan insan neslinin nasıl olup da hala yok olmadığı, insanların birbirlerini nasıl olup da çok önceden tüketmedikleriydi” olabilir. İnsan gerçekten bu kadar kötü bir varlık mı? Tanrı var mıydı? Yoksa dünyadaki iyi şeyler tesadüfi miydi? Dini ve siyasi kurumlar sadece kendi çıkarlarını korumak isteyen insanların biraraya geldiği yapılardan mı ibarettiler?

     Romanda benim Herkülden sonra favori kahramanım, bir diğer ucube Barnaby Wilson oldu. Barnaby felsefi ve edebi birikimiyle beni kendine hayran bıraktı. Onun sayesinde bir çok tarihsel kişiyi tanıma fırsatı buldum. Herkesin hayatında olması gereken entelektüel ve iyi bir rehber kişiliğinde olan Barnaby için“ Hayatının sonbaharında Herkül Wilson’u üzerinde ısıya karşı dayanıklı bir elbiseyle, laboratuvarda oturmuş, bir elinde bir sarkaç, Türk nargilesi içerken resmedecekti. Bu resim, deney arzusu hiçbir engel tanımayan bir düşünür olan sirk yöneticisini çok iyi anlatıyordu.”

İnsanlığın içinde saklanan kötü karanlığın kimsenin bilmediği dehlizlerdeki yankısı ile imkansız denilecek kadar büyük bir aşkın hikayesini okuyacaksınız: Fatma