28 Eylül 2023 Perşembe

 

KOLERA GÜNLERİNDE AŞK/ GABRİEL GARCİA MARQUEZ/ 2023 YAZ KİTAPLARIMIZ

 


KİTAP HAKKINDA

Kolera Günlerinde Aşk, bırakılmış bir sevgilinin, yeniyetmelik yıllarından başlayarak yaşlılığın alacakaranlığına dek süren yarım yüzyıllık aşkının öyküsü. Gabriel Garcia Marquez'in, ustalığı, bu öyküyü bir destana dönüştürüyor: aşkın, deli-akıllı, yabanıl-evcil, tensel, romantik tüm biçimlerinin pastoral bir şiirin büyüsüne büründüğü bir destan. On dokuzuncu yüzyılın yirminci yüzyıla dönüştüğü bir zaman dilimini kapsayan bu bitmeyen aşkın gerisinde, çağdaşlaşma çabası içindeki bir toplumun çeşitli yönlerini, özellikle taşra kentsoyluluğunun saçmalıklarını ince bir alayla eleştiriyor yazar. Roman boyunca, aşk acılarının lirik rüzgârlarının esintileri arasında, Gabriel Garcia Marquez'in, insancıl mizahı, sürekli olarak duyuruyor kendini. Bu nitelikleriyle, Kolera Günlerinde Aşk, Gabriel Garcia Marquez'in başyapıtı sayılan Yüzyıllık Yalnızlık'ın yanında tartışılmaz bir biçimde yerini alıyor.

/Tanıtım bülteninden alıntı

GABRİEL GARCİA MARQUEZ KİMDİR?

Gabriel García Márquez veya tam adıyla Gabriel José de la Conciliación García Márquez (6 Mart 1927 - 17 Nisan 2014), tüm Latin Amerika'da Gabo lakabıyla bilinen Nobel Edebiyat Ödüllü Kolombiyalı yazar, romancı, hikâyeci ve oyun yazarıdır.

 

20. yüzyılın en önemli yazarlarından birisi olarak nitelendirilen Márquez, 1972 yılında Neustadt Uluslararası Edebiyat Ödülü'nü ve 1982 yılında da Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmıştır.

Montessori eğitim modelini benimsemiş bir anaokulunda eğitim gördü. Sucre'ye geldikten sonra, Gabriel'in resmi eğitimine başlamasına karar verildi ve Río Magdalena'nın ağzındaki bir liman kenti olan Barranquilla'da bir staja gönderildi. Orada, mizahi şiirler yazan ve mizahi çizgi romanlar çeken ürkek bir çocuk olma konusunda bir üne kavuştu. Atletik faaliyetlerde ciddi ve az ilgi duyduğu için sınıf arkadaşları tarafından "El Viejo" olarak anılmıştır.

 

García Márquez, 1940'tan itibaren Colegio jesuita San José'de (bugün Instituto San José'de) lise yıllarını tamamladı ve ilk şiirlerini Juventud'daki okul dergisinde yayınladı. Daha sonra, Hükûmet tarafından verilen bir burs sayesinde Gabriel, Bogotá'ya okumaya gönderildi. Başkentten bir saat uzaklıktaki Liceo Nacional de Zipaquirá'ya taşınarak, orta öğrenimini burada tamamladı. Kendi imkanlarıyla okumaya çalıştığı Hukuk Fakültesindeki eğitimini yazar kariyeri için yarıda bıraktı.

 

Genç yaşından itibaren, hiç çekinmeden dış politika ve Kolombiya'yı eleştirdi. 1958 senesinde Mercedes Barcha ile evlendi ve Rodrigo García ve Gonzalo García isimli iki çocuğu oldu. Meksikalı yazar ve gazeteci Susana Cato'yla evlilik dışı ilişkilerinden doğan Indira Cato adında bir de kızı vardır. Marquez'in yaşamı boyunca varlığını gizlemiş olan kızının kimliği kendisinden sonra hayatını kaybedecek olan eşi Mercedes Barcha'nın(2020) ardından yakınları tarafından duyurulmuş.

 

García Márquez, yazar olarak başladı ve beğeni toplamış kurgusal olmayan çalışmalar ve kısa hikâyeler yazdı. En iyi bilinen romanları Yüzyıllık Yalnızlık (1967), Başkan Babamızın Sonbaharı (1975), Kırmızı Pazartesi (1981) ve Kolera Günlerinde Aşk (1985) olmuştur. En önemlisi sıradan ve gerçekçi durumların aksine sihirli öğeleri ve olayları kullanan Büyülü Gerçekçilik olarak adlandırılmış bir edebiyat tarzı yaygınlaşırken, eserleri önemli eleştirel beğenileri ve geniş bir ticari başarı elde etti. Bazı eserlerinde Macondo (doğduğu şehir olan Aracataca'dan esinlenerek) ismi verilen kurgusal bir köyü anlatır ve çoğunda yalnızlık teması işlendiği gözlemlenir.

 

17 Nisan 2014 tarihinde Meksika'daki evinde 87 yaşında hayatını kaybetti. Ölümünden sonra, Kolombiya Cumhurbaşkanı Juan Manuel Santos, onu "bugüne kadar yaşamış en büyük Kolombiyalı" olarak lanse etmiştir.

 

Yazarın kişisel arşivi ölümünün ardından ailesi tarafından Amerika'nın Austin kentinde bulunan Teksas Üniversitesi'ne satıldı. Arşivde, Marquez'in kitaplarından onun el yazısı ile orijinal kopyaları ve Graham Greene, Gunter Grass ve Carlos Fuentes gibi yazarlarla yaptığı yazışmalara ait mektuplar da bulunmaktadır. Teksas Üniversitesinden yapılan açıklamada arşiv için 2,2 milyon dolar ödendiği belirtilmiştir. Marquez’in külleri, 2015 yılının Aralık ayında Meksika'dan Karayipler’deki Cartagena kentine getirileceği bildirilmiştir. Nitekim açıklandığı gibi yazarın küllerinin bir kısmı Cartagena'ya taşınmış, kalan kısmı ise Meksiko şehrinde bırakılmıştır.

 

2015 yılında The Washington Post'un bulduğu arşivlere göre; FBI'ın 24 yıl boyunca (1961'den 1985'e kadar) Marquez'i takip ettiği ortaya çıktı. Takibin sebebinin Marquez'in Kübalı haber ajansı Prensa Latina'nın kuruluşuna yardımcı olması, olduğu söyleniyor. Marquez'in 1982'de Nobel Edebiyat Ödülü almasına rağmen, 3 yıl daha takip edildiği bildirildi.

 

Stili

Her kitapta farklı bir yol çizmeye çalışıyorum... . Biri tarzı seçmiyor. Bir tema için en iyi stilin ne olacağını araştırabilir ve keşfetmeye çalışabilirsiniz. Ama üslubu konuya göre, zamanın ruh haline göre belirler. Uygun olmayan bir şey kullanmaya çalışırsanız, işe yaramaz. Sonra eleştirmenler bunun etrafında teoriler kurarlar ve benim görmediğim şeyleri görürler. Ben sadece bizim yaşam tarzımıza, Karayiplerin yaşamına yanıt veriyorum.

 

García Márquez, okuyucunun hikaye geliştirmede daha katılımcı bir role zorlanması için görünüşte önemli ayrıntıları ve olayları dışarıda bırakmasıyla dikkat çekti. Örneğin, Albay'a Kimse Yazmaz'da ana karakterlere isim verilmez. Bu uygulama, önemli olayların sahne dışında gerçekleştiği ve izleyicinin hayal gücüne bırakıldığı Antigone ve Oidipus Rex gibi Yunan trajedilerinden etkilenir.

 

Gerçekçilik ve Büyülü Gerçekçilik

Gerçeklik, García Márquez'in tüm eserlerinde önemli bir temadır. İlk çalışmaları hakkında (Yaprak Fırtınası hariç), "Kimse Albay'a Yazmaz, Kötü Saatte ve Koca Ana'nın Cenazesi, Kolombiya'daki yaşamın gerçekliğini yansıtıyor ve bu tema kitapların rasyonel yapısını belirliyor. bunları yazdığınıza pişman olmayın, ancak çok durağan ve dışlayıcı bir gerçeklik görüşü sunan önceden tasarlanmış bir tür literatüre aittirler."

 

Diğer çalışmalarında gerçeğe daha az geleneksel yaklaşımlarla daha çok deney yaptı, böylece "en korkunç, en sıra dışı şeyler ölü bir ifadeyle anlatılıyor". Sıkça alıntılanan bir örnek, Yüzyıllık Yalnızlık'ta çamaşırları kurutmak için asarken bir karakterin cennete fiziksel ve ruhsal yükselişidir. Bu eserlerin tarzı, Kübalı yazar Alejo Carpentier tarafından tarif edilen ve büyülü gerçekçilik olarak etiketlenen "muhteşem krallığa" uyuyor. Edebi eleştirmen Michael Bell, García Márquez'in stili için alternatif bir anlayış önerir, çünkü sihirli gerçekçilik kategorisi, ikiye ayırma ve egzotikleştirme olduğu için eleştirilir, "gerçekten tehlikede olan şey, duygusallığa kapılmadan gündüz dünyasına açık kalabilen psikolojik bir esnekliktir. modern kültürün kendi iç mantığıyla zorunlu olarak marjinalleştirdiği veya bastırdığı bu alanların dürtüleri." García Márquez ve arkadaşı Plinio Apuleyo Mendoza, çalışmalarını benzer şekilde tartışıyorlar.

 

Kitaplarınızdaki gerçekliği ele alma biçiminiz... büyülü gerçekçilik olarak adlandırıldı. Avrupalı okuyucularınızın genellikle hikayelerinizin sihrinin farkında olduklarını ancak arkasındaki gerçeği göremediklerini hissediyorum... Bunun nedeni kesinlikle onların akılcılığının, gerçeğin domates ve yumurta fiyatlarıyla sınırlı olmadığını görmelerini engellemesidir.

Roman, novella ve öykü

Yaprak Fırtınası, 1955 (La hojarasca)

Albaya Mektup Yazan Kimse Yok,1961 (El coronel no tiene quien le escriba)

Hanım Ana'nın Cenaze Töreni,1962 (Los funerales de la Mamá Grande)

Şer Saati,1962 (La mala hora)

Yüzyıllık Yalnızlık,1967 (Cien años de soledad)

Sevgiden Öte Sürekli Ölüm,1970 (Muerte constante mas alla del amor )

Mavi Köpeğin Gözleri,1973 (Ojos de perro azul)

Başkan Babamızın Sonbaharı,1975 (El Otoño del patriarca)

İyi Kalpli Erendira ile İnsafsız Büyükannesinin İnanılmaz ve Acıklı Öyküsü,1978 (La increíble y triste historia de la cándida Eréndira y de su abuela desalmada)

Kırmızı Pazartesi,1981 (Cronica De Una Muerte Anunciada)

Kolera Günlerinde Aşk,1985 (El amor en los tiempos del cólera)

Labirentindeki General,1989 (El general en su laberinto)

On İki Gezici Öykü, 1992 (Doce cuentos peregrinos)

Aşk ve Öbür Cinler, 1994 (Del amor y otros demonios)

Benim Hüzünlü Orospularım, 2004 (Memoria de mis putas tristes)

Edebiyat dışı

Bir Kayıp Denizci,1970 (Relato de un náufrago)

Latin Amerika'nın Yalnızlığı,1982

Marquez'le Konuşmalar Plinio Apuleyo Mendoza ile birlikte,1982 (El olor de la guayaba. Conversaciones con Plinio Apuleyo Mendoza)

Şili'de Gizlice (Miguel Littin'in Serüveni),1986 (La aventura de Miguel Littín clandestino en Chile)

Bir Kaçırılma Öyküsü,1996 (Noticia de un secuestro)

Anlatmak İçin Yaşamak,2002 (Vivir para Contarla)

Kaynak: Vikipedi


 

FİLM HAKKINDA

Senaryosunu Nobel ödüllü Latin Amerikalı yazar Gabriel García Márquez'in 1985 tarihli aynı adlı romanından (İspanyolca:El Amor en los Tiempos del Cólera) Ronald Harwood'un uyarlayıp yazdığı filmi Mike Newell yönetmiştir. Garcia Márquez'in eserleri daha önce de Latin Amerikalı ve İtalyan yönetmenler tarafından sinemaya aktarılmıştı, ama bu film Hollywood'da yapılmış ilk Garcia Márquez uyarlaması olma özelliğini taşıyor. Márquez romanlarının özgün dili olan İspanyolca dışında bir dilde sinemaya aktarılmasını istemiyordu. Filmin yapımcısı Scott Steindorff kitabın film haklarını alabilmek için Gabriel García Márquez'in peşinden 3 yıl boyunca koşmuş ve sonunda istediğini alabilmişti.

 

Görüntüleri Affonso Beato'ya ait olan filmin müziklerini de Brezilyalı besteci Antonio Pinto yapmıştır. Önemi rollerde Giovanna Mezzogiorno, Javier Bardem, Benjamin Bratt, John Leguizamo ve Liev Schreiber oynamışlardır. Filmin tema müziği olan Despedida'nın bestesini Pinto ile birlikte yapıp yorumlayan Shakira, şarkının sözlerini de yazmıştır. Shakira da Márquez gibi Kolombiyalıdır. Filmin bu tema şarkısı 2008'de En İyi Özgün Şarkı dalında Altın Küre ödülüne aday gösterilmişti.

 

Filmin çekimlerinin büyük bölümü García Márquez'in memleketi olan Kolombiya'nın tarihi şehri Cartegena'da yapılmıştır. Filmde 19. ve 20. yüzyıllar arasında 50 yıllık bir zaman dilimine yayılan ve üç kişi arasında geçen tutkulu bir aşk öyküsü anlatılmaktadır.

Kaynak: Vikipedi


KİTAPTAN ALINTILAR

" Salgın başladığı gibi ansızın bitti, hasarın niceliği de hiçbir zaman bilinemedi; saptanması olanaksız olduğundan değil, kendi felaketimizden duyduğumuz utancın bizim en olağan özelliklerimizden biri olduğundan."

"Karşılıklı kuşkulara karşın, onu ne denli sevdiğini bilmeden göçüp gitmemesi için ona bir ancık daha olsun bağışlamasını dilemişti Tanrı’dan; birbirlerine söyleyemedikleri her şeyi söylemek, geçmişte yaptıkları kötü şeyleri yeniden daha iyi yapmak için onunla birlikte sürdüğü yaşama yeni baştan başlamak için dayanılmaz bir istek duydu içinde."

“Ancak Tanrı’nın sonsuz lütfuyla var olabilen saçma bir icattı evlilik. Birbirini yeni tanıyan, aralarında hiçbir akrabalık olmayan, yapıları başka, kültürleri başka, hatta cinsleri bile başka iki insanın birden bire kendilerini birlikte yaşamaya,aynı yatakta yatmaya,belki de her biri başka başka yönlere gitmek üzere çizilmiş iki yazgıyı bölüşmeye mahkum bulmaları her türlü bilimsel düşünceye aykırıydı.”

“Yaşamda gereksinim duyduğum tek şey, beni anlayan birisi.”

“Umarsız bir kimsenin sayıklamaları olduğuna kendini inandırmış olmasaydı, bu açıklamalar o yaşta bile yaşamını değiştirebilirdi.”

“Aşk diye bir şey varsa, ayrı bir şeydi: Başka bir yaşamdı.”

“Kolera, daha kalabalık, daha yoksul olan zenci nüfus için daha amansız oldu, ama gerçekte ne renk, ne soy sop ayrımı gözetiyordu.”

“Savaş dağlarda.

“Kendimi bildim bileli kentlerde insanlar kurşunla değil, kararnamelerle öldürülüyorlar.”

“Evliliklerinin altın yılını kutlamışlardı ve birbirleri olmaksızın ya da birbirlerini düşünmeksizin bir an bile yaşayamıyorlardı; yaşlılıkları ilerledikçe bunun daha az bilincine varıyorlardı. Hiçbiri bu karşılıklı köleliğin sevgiye mi yoksa rahatlığa mı dayandığını bilmiyordu ama ellerini yüreklerini koyup hiçbir zaman sormamışlardı bu soruyu kendi kendilerine; çünkü ikisi de yanıtını bilmezlikten gelmeyi yeğlemişlerdi hep.”

“Florentino Ariza'nın yanıtı, gecelerle birlikte, tam elli üç yıl, yedi ay, on bir günden beri hazırdı:

"Bütün bir yaşam boyu, " dedi.”

“Jeremiah de Saint-Amour, hiçbir anlamı olmayan bir tutkuyla seviyordu yaşamı; denizi ve aşkı seviyordu, köpeğini ve onu seviyordu ve gün yaklaştıkça, ölümü kendi kararlaştırdığı bir şey değilmiş de, amansız bir yazgıymış gibi umarsızlığa yenik düşüyordu”

“... sandığı gibi, gece yarısından beri biriken yaşlar değildi bunlar; başkaydı bu gözyaşları: tam elli bir yıl, dokuz ay, dört günden beri içinde boğulmuş olan gözyaşları.”

"Kim olursa olsun , herkes kendi ölümünün sahibidir ; o an gelip çattığında yapabileceğimiz tek şey , insanların korkusuz ve acısız ölmelerini sağlamaktır. "

“...ölüm meleği bir an çalışma odasının serin alacakaranlığında dalgalanmış, sonra ardında tüyden bir iz bırakarak pencereden çıkıp gitmişti, ama çocuk görmemişti onu.”

Sessizliğin içinde dalgın bir ses işitildi: "O yaşta insan, daha yaşarken yarı yarıya çürümüştür."

" Yüz yaşıma geldim ; her şeyin,  evrendeki yıldızların bile yer değiştirdiğini gördüm  , ama bu ülkede hiçbir şeyin değiştiğini görmedim daha ,  " diyordu.

"İyi bir evlilikte en önemli şeyin mutluluk değil, denge olduğunu hiç unutma."

“...yaşlılık döneminin akıp giden bir sel değil, belleğin suyunu kurutan dipsiz bir sarnıç olduğunu duyumsuyordu.”

"Sana sonsuz bağlılık ve bitmeyen aşk andımı bir kez daha dile getirmek için yarım yüzyıl bekledim bu anı..."

 

"Unutmamak için bir hücrenin duvarlarına her gün bir çizgi çekmek zorunda kalmamıştı; çünkü tek bir gün bile geçmemişti ki onu anımsatan bir şey olmasın..."

 

"Yıllar boyunca ikisi de ayrı ayrı yollardan geçerek akıllıca bir sonuca vardılar. Başka türlü birlikte yazamaları olanaksızdı; başka türlü birbirlerini sevmeleri de, bu dünyada hiçbir şey aşktan daha güçlü değildi..."


YORUMLARIMIZ

Kolera Günlerinde Aşk Gabriel Garcia Marquez’in  ilk bakışta aşk romanı gibi görünmesine rağmen ölüm, yalnızlık, evlilik hayatı ve toplum ahlakını büyülü bir dil ile okuyucusuna anlattığı diğer önemli eseri. Marquez, “Kolera Günlerinde Aşk” romanında kimi hastalıklı bir hale dönüşen kimi de sevgiye bürünen aşkın iyi ve kötü, birçok yüzünü en çarpıcı ifadelerle anlatıyor.

Eserin etkileyici bir başlığı var ve onu ilk gördüğümüzde bilinçaltımızda kitabın aşk hakkında olması gerektiğine hazırlanıyoruz.

Kesinlikle öyle, yazar olağanüstü birçok "farklı aşklar" hakkında yazıyor.

 "farklı aşklar”

 Fiziksel  ve mental aşklar. Yazar onları ayırt ediyor ve karşılaştırıyor. Bunu Florentino ve birçok metresi aracılığıyla yapıyor. Marquez, okuyucuya, farklı insanlara yönelik olsalar bile, bedensel aşk ile mental aşkın uyum içinde var olabileceğini garanti ediyor. Biri diğeriyle çelişmez.

Marquez ayrıca aşk zamanını sorguluyor, eskimiş veya mazide kalan aşk? Yazarımız “her yaş aşka boyun eğmiştir” fikrinin bir savunucusu.

Biz ister istemez genç aşkı mazideki aşkla karşılaştırıyoruz... Yazarın başarmaya çalıştığı da buydu, çünkü kendisi "farklı aşkları" analiz ederek bunun çok, çok ileri yaşta aşk olduğu sonucuna varıyor. En samimi gerçekçi olan budur, her şeyi kabul eder ve anlar: bir kadını yaşlanmış, sarkmış göğüsleriyle, derisi buruşmuş ve solmuş olsa bile.

İşte böyle bir  aşkı anlatıyor Marquez.

Marquez…

Dünyaya yüzyıllık yalnızlık kitabını hediye eden yazar , büyülü gerçeklik akımına da öncülük etmiş, kolera günlerinde aşk kitabını kaleme almıştır. Büyülü gerçeklik ; sıradan görünen olayları anlatım diliyle zenginleştirmek , bizlere büyülü bir anlatım sunmak olarak tanımlayabiliriz.

Özgün anlatımı, olaylar ve kurgular, gerçek hayattan alınan imgeler hayal dünyamızda bambaşka gerçeklik kazanabiliyor. Güney Amerika’ya bu sefer Karayipler’den giriş yaparak o topraklarda, yaşadığı döneme bir yolculuk yapıyor, toplumunun 20.yy a girerken çağdaşlaşma çabasının toplumda hangi sorunları yarattığını da mizahi dilimde inceden inceye anlayabiliyorsunuz. Dönemin içinde bulunduğu şartları anlatması ve gözler önüne sermesi bakımından çok iyi.

Roman’da dikkat çekecek kadar kesin belirlenmiş rakamlar var.

Florentino, genç kıza aşkını ve sadakatini bir kez daha söylemek için Dr. Urbino?nun ölümünü beklemek zorunda kalacaktır yani 51 yıl, 9 ay, 4 gün. Ve bu süre içinde başından geçen aşk ilişkilerini not alır, öyle ki gece avları ve gelgeçlerin dışında çoğu da uzun süreli, fakat hiç biri Fermina’nın yerini tutmayan 25 defter dolusu, 622 aşk serüveni.

Roman’da bazı ağaçlar, çiçekler ve kuşlar var ki bir simge gibi sık sık tekrarlanır. 

Los Evangelios parkındaki badem ağaçları, âşıkların birbirini yarım yüzyıl hatırlayacakları imgelerin arkasındaki fon gibidir. Fermina’nın aklında, Florentino, okula gelip gittiği vakitlerde parktaki badem ağaçlarının gölgesinde bankın üzerine oturmuş kitap okur gibi yaparak gözlüklerinin ucundan kendisini izleyen silik bir gölge gibi kalır. Florentino ise genç kızı çiçek açmış badem ağaçlarının altında yaşlı halasına okuma dersleri verirken başında gardenya tacı ile tıpkı taçlı bir tanrıçaya benzeyen haliyle hatırlayacaktır.

Sabırla, inatla okunması gereken modern zamanların en önemli edebi eserlerindendir. Olay örgüsünü ve karakterleri anlamaya çalışırken başlarda biraz sıkılacaksınız, ama bilin ki karakterlerin o ilmek ilmek işlenmiş iç dünyalarını, ruhlarının en gizli köşelerini, en derin arzularını okuduğunuzda hem anlatımın hem de kurgunun hayranı olacaksınız. Anlatım, kurgu çok da sürükleyici gelmeyebilir. Ancak bir zamandan sonra karakterler size çok tanıdık ve gerçek gelecek, hissettiklerini hissedeceksiniz.

 

Uzun Latin ülke sefaleti betimlemeleri, hastalık, kirlilik, acı, sıcak tasvirleri midenizi bulandıracak. Adeta hissedeceksiniz, biraz öteye atılmış bir çöp yığınının kokusu burnunuza gelecek, sanki çöp yığınının üstünde vızıldayan sinekleri duyar gibi olacaksınız. Güçlü bir anlatım. Kitap okumuş gibi değil de film izlemiş gibi olacaksınız. Bu tuhaf adamın tükenmek bilmeyen aşkına şaşıracaksınız.

“Yüz yıl önce, ikimizde çok genç olduğumuz için, şu zavallı adamla bana yaşamı haram ettiler; şimdi de çok yaşlı olduğumuz için aynı şeyi yapmak istiyorlar.” (Fermina Daza’nın gelinine söylediği sözler.)

/Havalı Okur Nigar





15 Eylül 2023 Cuma

 SON YOLCU/ NEDİM GÜRSEL/ 2023 YAZ KİTAPLARIMIZ/ HAVALI OKURLAR


KİTAP HAKKINDA

Nedim Gürsel bu romanında kendi “ruh ikizi”nin portresini çiziyor. Hayatıyla yapıtının, öznel coğrafyalarının dökümünü yapıyor bir bakıma. Paris’le İstanbul, Saraybosna’yla Diyarbakır, Yunan eşiyle Kürt sevgilisi, yaşam coşkusuyla ölüm korkusu arasında gidip gelen bir yazarın dünyasında dolaştırıyor okuru. Ve beklenmedik gelişmelerin yaşandığı bir yolculuğa çıkarıp azınlıkların yakın tarihiyle de buluşturuyor. 

Kurmacayla otobiyografik unsurların ustaca harmanlandığı anlatının odak noktasındaki yazar Deniz Çakır’ın belki bir ayağı çukurda ama, ülkesinin aydınlık geleceğine inancı da tam. Ne var ki, otoriter yönetime meydan okuduğu için tutuklanmadan önce “Son Yolcu”yu yazabilecek mi acaba? Unutulmuşların, yüzyıllar boyunca zulme uğrayıp göçe zorlanmışların, yerlerinden yurtlarından koparılmışların acısını dile getirebilecek mi?

“Küçük sevgilisi aslında özgürlüğüydü onun, başının belası değil. Hem öyle olsaydı bile tatlı, akıllı, sevdalı bir genç kadındı. Bal akıyordu ağzından. Kara, kapkara bakışlarıyla Diyarbakır’ın ta kendisiydi. Dışı sert, içi yumuşak. İlle de bela aramak gerekiyorsa aynaya bakmalıydı.”

“Tarih ne cumhurbaşkanının nutuklarına ne de sapına kadar milliyetçi Osmanlı tarihçilerine bırakılmayacak kadar önemli bir alandır.”

 (Tanıtım Bülteninden)


NEDİM GÜRSEL KİMDİR?

Nedim Gürsel (d. 5 Nisan 1951, Gaziantep), Türk yazardır. İktisatçı Seyfettin Gürsel'in kardeşidir. Leyla Gün Gürsel ve Dilay Alin Gürsel adında iki çocuk babasıdır.

Nedim Gürsel, ilköğretimini Balıkesir 6 Eylül İlkokulu'nda tamamladı. Galatasaray Lisesi'nden mezun oldu. Yazıları 1960'ların sonlarından itibaren edebiyat dergilerinde yer almaya başladı.

12 Mart muhtırasının ardından bir yazısı gerekçe gösterilerek yargılandı. Bu olayın ardından Fransa'ya geçti. Sorbonne Üniversitesi'nde Modern Fransız Edebiyatı okudu. Doktorasını yine Sorbonne'da, Louis Aragon ile Nâzım Hikmet'i konu alan "karşılaştırmalı edebiyat" alanında tamamladı. Fransa'dan 1979'da döndüğü Türkiye'de kısa süre kalabildi. 12 Eylül'ün ardından yeniden Fransa'ya gitti.

Akademik faaliyetlerine paralel olarak, aralarında Le Monde, Cumhuriyet ve Milliyet'in de bulunduğu çeşitli basın-yayın kuruluşlarına yazılar yazdı.

Hâlen Fransa Bilimsel Araştırmalar Merkezi'nde (CNRS) araştırma direktörlüğü görevinin yanı sıra Sorbonne Üniversitesi'nde Türk edebiyatı dersleri vermektedir. PEN Yazarlar Derneği, Paris Yazarlar Evi ve Akdeniz Akademisi üyesidir. Leyla Gün Gürsel ve Dilay Alin Gürsel adında iki kız çocuğu babasıdır.

CNRS’te (Fransa Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi) araştırma başkanı olarak görev yapmakta ve Paris INALCO’da (Doğu Dilleri Yüksek Okulu) Türk edebiyatı dersleri vermektedir.

 

Eserlerİ

Uzun Sürmüş Bir Yaz (Öykü, 1975)

Şeyh Bedrettin Destanı Üzerine (İnceleme-eleştiri, 1978)

Çağdaş Yazın ve Kültür (İnceleme-eleştiri, 1978)

Yerel Kültürlerden Evrensele (Deneme, 1985)

Sevgilim İstanbul (Öykü, 1986)

Sorguda (Öykü, 1988)

Seyir Defteri (Gezi, 1990)

Son Tramvay (Öykü, 1991)

Pasifik Kıyısında (Gezi, 1991)

Nâzım Hikmet ve Geleneksel Türk Yazını (İnceleme-eleştiri, 1992)

Başkaldıran Edebiyat (İnceleme-eleştiri, 1994)

Boğazkesen, Fatih'in Romanı (1995)

Balkanlara Dönüş (Gezi, 1995)

Uzun Bir Ayrılık İçin Kırk Kısa Şiir (Şiir, 1996)

Paris Yazıları (Deneme, 1996)

Paris Kitabı (Deneme, 1998)

Gemiler de Gitti (Gezi, 1998)

Yüzyıl Biterken (Röportaj, 1999)

Yaşar Kemal: Bir Geçiş Dönemi Romancısı (İnceleme-eleştiri, 2000)

Aragon: Başkaldırıdan Gerçeğe (İnceleme-eleştiri, 2000)

Cicipapa, Toplu Öyküler [1967-1990] (ocak 2002)

Öğleden Sonra Aşk (Aralık 2002)

Güneşte Ölüm, İspanya İzlenimleri (Nisan 2003)

Bir Avuç Dünya, Toplu Gezi Yazıları (1977-1997) (Nisan 2003)

Sağ Salim Kavuşsak, Çocukluk Yılları (Şubat 2004)

Resimli Dünya (Mayıs 2004)

Paris Yazıları, Görünümler ve Görüşler, Durumlar ve Duruşlar (Eylül 2004)

İlk Kadın (Ekim 2004)

İzler ve Gölgeler (Şubat 2005)

Dünya Şairi Nâzım Hikmet (Haziran 2005)

Çıplak Berlin (Nisan 2006)

Bozkırdaki Yabancı (Eylül 2006)

Yedi Dervişler (Nisan 2007)

Başkaldıran Edebiyat (Ekim 2007)

Allah'ın Kızları (Mart 2008)

Şeytan, Melek ve Komünist (2011)

Aragon (Kasım 2011)

Yine Bana Döneceksin (Mayıs 2012)

Aşk Kırgınları (Şubat 2013)

Yüzbaşının Oğlu (Ocak 2014)

Acı Hayatlar (Eylül 2014)

Tehlikeli Sevişmeler (Eylül 2015)

Bana İtalya'yı Anlat (Mayıs 2016)

Uzun Bir Ayrılık İçin Kırk Kısa Şiir (Şubat 2017)

Söz Uçar (Şubat 2018)

Piramitlerin Gölgesinde (Mayıs 2018)

Yalnızlığın Yarattığı Yazar Sait Faik(Şubat 2019)

Mehdi'yi Beklerken (Eylül 2019)

Baba Bak Deniz Babalar ve Kızları(Şubat 2020)

Aşk ve İsyan(Eylül 2020)


KİTAPTAN ALINTILAR

"ama yalnızlık da katlanılır olmaktan çıkmış, tehlikeli bir alışkanlığa dönüşmüştü."

"Arzuladığı tek şey kadınlar ve yazmakta olduğu kitaplardı."

"Önce öp sonra doğur beni."

"Ölüler bekler ama hayat beklemez."

"Yaşadım diyebilmek için gerekli, hatta kaçınılmazdı yolculuklar."

"Hayatta gerçekliğin içinde mi olmak, yoksa yazının, kitapların içinde mi?"

"Annenin ölümü hayatını zehir etmeye yeter de artar bile."

"Annen hep seni bekledi."

"Nazım gibi ölüm düşüncesinden soyunup bulvarların haziran yapraklarını giymek."

"Duvar da yıkıldı çoktan, hayat aşılması çok daha güç, olanaksız bir başka duvar ördü dünyayla arasına. Yaşlandı."

"Ölünecek bir dava uğruna ölünmeliydi."

"İşte şiir böyle olmalı, uçan turnayı gözünden vurmalı."

"Onları da epeyce budadı. Yazdığı her cümleyi önemseyip kutsayan kalemşorlardan değildi. Ekleyerek değil eksilterek oluşturulmalıydı yazınsal metin."

"Sanata kıymayın efendiler."

Mutlu aşk yoktur! Yalnızca mutlu aşkın değil, mutlak aşkında olmadığını biliyorlardı ama bilmezden geliyorlardı."

"Evet bir gün mutlaka, artık dağa mı, sevdaya mı, yoksa ölüme mi olur, hep birlikte gideceğiz!"


YORUMLARIMIZ

Nedim Gürsel’in Son Yolcu kitabını Yolda Olmak teması için önermiş ancak onun yerine İstanbul Treni seçildiği için o tema kapsamında okuyamamıştık. Kısmet yaz kitabı olarak okumakmış. Dolayısıyla kitabı yaz tatili atmosferinde okuduk.

Yazar bu kitabının otobiyografi kitabı olup olmadığı sorusuna öz kurmaca yanıtını vermiş. Yani otobiyografi kadar gerçekliği kesin olmamakla birlikte kendi yaşamından da hayallerinde canlandırdıklarından da oluşan bir kurgudan oluştuğunu söylüyor. Hakkında okuduklarımdan anladığım kadarıyla yazarın diğer kitaplarında da kullandığı bir tarz bu. Yani okuyucuyu meraklandırmayı seviyor belli ki. Bu kitabında çok bariz bir şekilde kendisi gibi Fransa’da yaşayan bir yazarın, Deniz Çakır’ın yaşlılık, ölüm, evlilik ve çapkınlık serüvenleri üzerinden birde tarihsel ve toplumsal konuları yer yer şakacı yer yer da hüzünlü bir şekilde anlatıyor.  Özellikle ölüme yaklaştığı yaşlarda doğduğu topraklarla yaşadığı ülkenin tarihi, coğrafyasıyla hatta belki de anne-babasıyla bir hesaplaşma gibi de görülebilir bu kitap. O kadar çok şeyden bahsediyor ki aslında biraz bu çok şey durumu zaman zaman okurken kopmalara yol açabiliyor. Nedim Gürsel’in tek kitabını okuyarak onunla ilgili yorumlarda bulunmamız mümkün değil. Zaten kitapları birçok dile çevrilmiş ve birçok edebiyat ödülü de almış bir yazar.

Son Yolcudaki Türkiye gerçekliğini resmetmesi ve aslında kültürümüzün o, çok zengin taraflarını yıllarca sancılı bir şekilde yaşadığımızı bir kez daha hatırlatıyor bize. Bu topraklarda etnik farklılıkların sadece siyasi bir sorun olmadığını gerçek insanların hayatlarına mal olacak düzeyde acılara yol açtığını kadınlar, erkekler, anneler, babalar ve çocuklar olarak kurguladığı karakterlerle tanıştırıp bizi derin düşüncelere yönlendiriyor. Bu kadar cesur bir şekilde bu konuları yazabilmesini ve hatta şu anki iktidarı kıyasıya eleştirebilmesi biraz da Fransa’da yaşamasından kaynaklı. gerçi daha önceki kitaplarıyla ilgili soruşturmalar, davalar yaşanmış ama beraat etmiş. ‘Özgürlüğün, yaratıcılığın kısıtlandığı böyle bir ortamda yazar olmak kolay değil’ diyor röportajında.

Ben kitabı okurken yazarın, karısını aldatmaya İstanbul’a gelme fikrinden yola çıkmasını ve bunu da babaya benzerlik kurulması noktasını biraz gereksiz psikoanalitik bir girişim olarak gördüm. Daha doğrusu yüzeysel kalmış. Kürt sorunu ve Rum mübadelesi konusundaki acıları gerçekten paylaşmakla birlikte; ülkenin en iyi lisesinden mezun olduktan sonra eğitimini ve yaşamını Fransa’da sürdüren yazarın elitist ve popülist bir aydın yaklaşımından kaçamadığını düşünüyorum. Bunları söylerken kitabı beğenmediğimi söylemiyorum tabi ki. Belki de tek okumayla kalmaması gereken bir kitaptır. Bütün kitaplar zaten en az iki kere okunmalı!

Havalı Okur Fatma Demirci