22 Aralık 2020 Salı

 2020 KASIM AYI KİTABIMIZ (DOĞU AVRUPA'DA YOLCULUK GABRİEL GARCİA MARQUEZ)


KİTAP HAKKINDA

ınıfların ortadan kalkması hayret verici bir şey. Herkes eşit, herkes aynı düzeyde, herkes kötü dikilmiş eski püskü giysiler içinde, ayaklarında kalitesiz ayakkabılar var. Hiç acele etmiyorlar, telaş yok, sanki yaşamak için her şeyi ağırdan alıp tüm vakitlerini kullanıyorlar. Burada da köylerdeki aynı saf, iyi kalpli ve sağlıklı kalabalık kitleler var ama devasa boyutlarda.

Doğu Avrupa'da Yolculuk Gabriel García Márquez'in 1950'lerde gazeteci olarak Doğu Avrupa'daki sosyalist ülkelere yaptığı seyahatin bir güncesi. Doğu Almanya'dan başlayıp Çekoslovakya, Polonya, Macaristan ve Sovyetler Birliği'ne uzanan bu serüven boyunca okurlar Márquez'in hem yol arkadaşları ve tanıştığı kişilere dair gözlemlerini hem de dönemin toplumsal ve siyasi gelişmeleriyle ilgili yorumlarını bulacaklar, elbette hepsi yazarın kendine has renkli anlatımıyla.

Kitap, Paris’teki bir dergide grafikerlik yapan Fransız Jacqueline, Milano’da dergi muhabirliği yapan İtalyan Franco ve Kolombiya’dan gazetecilik yapmak için Frankfurt’a gelen Marquez’in 1957 yılında demir perdenin ardını görmek için çıktıkları yolculuğu anlatıyor. Marquez kimi zaman arkadaşlarıyla kimi zaman da tek başına yaptığı üç aylık yolculuk Almanya, Çekoslovakya, Polonya, SSCB ve Macaristan’ı kapsar.

Kitap Marquez'in ölümünden sonra yayınlanmış.

 GABRIEL GARCIA MARQUEZ

Kolombiyalı, tüm Latin Amerika’da Gabo olarak bilinen yazar, romancı, hikayeci ve oyun yazarı.

1972’de Neustadt Uluslararası Edebiyat Ödülü’nü, 1982’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmış, 20. Yüzyılın en önemli yazarlarından biri olarak nitelendirilmektedir.

‘Büyülü Gerçeklik’ akımının önde gelen isimlerinden biri olmuştur.

1967 yılında yayımladığı Yüzyıllık Yalnızlık adlı eseri Marquez’i dünya çapında bir şöhrete kavuşturmuştur.

Yaprak Fırtınası, Kolera Günlerinde Aşk, Albay’a Mektup Yok, Hanım Ana’nın Cenaze Treni, Mavi Köpeğin Gözleri, Kırmızı Pazartesi… eserlerinden bazıları.


Sayfa Sayısı: 144

Baskı Yılı: 2016

KİTAPTAN ALINTILAR

"Varşova kitap dolu, fiyatları da acayip bir şekilde ucuz. Çok rağbette olan bir yazar varsa o da Jack London. Halka açık okuma salonları var, sabahın saat sekizinden itibaren dolmaya başlıyor; ama Polonyalilar buralarda oturmakla yetinmiyorlar, hayatın her bir boşluğunu okumayla dolduruyorlar. Tramvay beklemek ya da temel ihtiyaç maddelerini almak için girdikleri kuyruklarda -ki bunlar bütün gün sürüyor-Polonyalilar, biraz da huşu içinde denebilecek bir dalgınlıkla kitap, dergi ve propaganda broşürleri okuyor."

“Hayatta hiçbir bakış açıları olmayan, hayattan hiçbir şekilde zevk almayan, bir pişmanlık havası içinde ve her Allah’ın günü muhteşem bir geçmişi yâd ederek yetiştirilmiş, cahil bir kuşak.”

"Kaderi için kaygılanan bir kadına göre, kaçık bir çorap ulusal bir felakettir."

"Yeniden yaşanamayacak ve açıklanamayacak bir duyarlılıkla dolu anlar vardır."

"Bense misafir kabul etmek için saçını başını taramış bir Sovyetler Birliği görmek istemiyordum. Tıpkı kadınları olduğu gibi, ülkeleri de yataktan kalktıkları halleriyle görmek gerekir."

"Hitler, Ruslar artık evinin kapısına dayandıklarında intihar etmeden bir saat önce, metroya sığınmış olan insanlar çarpışmak için sokağa çıksınlar diye metroya su basmaları emrini vermiş."

"Bize hiçbir şey ödemesinler ama bıraksınlar canımızın istediğini söyleyelim."

"Auschwitz’de hiçbir şey yerinden oynatılmamış. Cesetleri yaktıkları fırınlar, üç bölümlü bir yerin en sonunda; birincisi, içinde iki düzine duşun bulunduğu küçük bir banyo odası. Uluslarası Kızılhaç komisyon üyeleri kampı denetlediklerinde, Naziler onları hijyen düzenine inandırmak için bu masum odaları gösteriyorlarmış. Bu komisyonların orada atık su borularının bulunmadığının nasıl olup da farkına varmadıklarını insan anlayamıyor. O duşlardan hiçbir zaman su akmamış: Zehirli gaz çıkarken Hitler’in parası bu pahalı lüksü karşılamaya yetiyormuş. Daha sonra duş sistemine bağlanan fırınlardan yalnızca duman çıkar olmuş. Bölümlerden ikincisi soğutucu bir oda. Hesaba göre, bir zaman gelmiş Naziler günde 250 kişiyi öldürüyorlarmış. Fırınlar yetmez olmuş. Kışın bile cesetlerin yakılmak için soğutucu odada beklemeleri gerekiyormuş."

"Belki de Stalin'in en büyük hatası her şeye karışması olmuştu: Özel hayatın en gizli noktalarına kadar karışıyordu. Herhalde Sovyetler Birliği'nde solunan fazilet taslama havası buradan geliyor."

“İnsan Moskova’da beş apartman dairesi sahibi olabilir mi?”
“Elbette olabilir,” diye karşılık verdiler. “Ama bir insan aynı anda beş apartmanda birden nasıl oturabilir?”

"Doğu Berlin'in içine nüfuz edildikçe, bir sistem değişikliğinden fazlası olduğu anlaşılıyor. Brandenburg Kapısı'nın her iki yanında birbirine zıt iki ayrı zihniyet var."

"Frank Kafka’nın kitapları Sovyetler Birliği’nde bulunmuyor. Onun zararlı bir metafiziğin havarisi olduğunu söylüyorlar. Yine de Kafka’nın Stalin’i anlatan en iyi yazar olması mümkün."

"Halk ağır sanayideki kalkınmayı görmüyor, kahvaltıda sahanda yumurta yemek kimsenin umurunda değil, gördükleri tek yenilik Almanya'nın bölümüş olması ve ortalıkta makineli tüfeklerle Rus askerlerinin dolaşması. Batı Alman halkı da aynı şeyi görüyor: Ülke bölünmüş ve Amerikan askerleri son model arabalarda dolaşıyorlar. İkisi de protesto etmiyor; çünkü savaşı kaybettiklerini ve şimdilik boyunlarının bükük olduğunu biliyor. Ama hepsi de, sosyalizmden ya da kapitalizmden söz etmeden önce, ne istediklerini gizli gizli biliyorlar: istedikleri şey, Almanya'nın birleşmesi ve yabancı birliklerin ülkeden çıkarılması."

"Ne korkunç şey," diye mırıldandı Franco. "Hiç bu kadar umutsuz insanlar görmemiştim."

‘İşi şansa bırakmaktan başka çare yoktu. Frankfurt’ta Almanca olarak bir Alman filmi daha seyredeceğimiz bir gece daha geçirme tehlikesi karşısında Franco yolculuk için yazı tura attı.Tura çıktı. “Okey” dedi.” Sınırda deli numarası yaparız .”’

‘İnsanlar mükellef bir kahvaltı yapıyor ancak hayata küsmüş, perişan mutsuz’

‘Daha ilk dakikadan itibaren insan burada hayatın zor olduğunu büyük felaketler içinde acı çekmiş olduğunu fark ediyor.’

‘Varşova kitap dolu, fiyatları da acayip bir şekilde ucuz.’

‘Halka açık okuma salonları var. Polonyalılar hayatın her bir boşluğunu okumayla dolduruyor. Tramvay beklerken, temel ihtiyaçlarını almak için sırada beklerken. Ki bu tüm gün sürüyor.’

‘Varşova’nın mimari birliğinde kazara oluşmuş bir çıkıntı var: Sovyetler Birliği’nin hediyesi ve Moskova’daki Eğitim Bakanlığı’nın birebir kopyası olan Kültür Sarayı. Polonyalılar –onlara Ruslardan söz edilmiyor; çünkü hemen küfretmeye başlıyorlar- sonunda o binayı dinamitleyecekler.

Buchenwald Toplama Kampı’ndayken Alman rehberimiz şöyle demişti:” Bizim talihsizliğimiz şu ki, bizler bir katliamı organize ederken bile bilim adamları gibi davranırız”

‘Avusturya ‘da, üzeri çiçeklerle süslü, çam kokulu, koskoca bir kalıp sabun görmüştüm. İçimizden birinin, bu sabunun amcasından elde edildiğine inanması için yeterli nedenleri vardı.’

‘Coşku ve heyecan gösterirken bile ölçüyü kaçıran bir deliler ülkesine girmiş gibiydik sanki’

YORUMLARIMIZ

Gabriel Garcia Marquez bir gezi yazısının içinde tarih, siyaset, ekonomi, sosyoloji ve günlük hayatı çok akıcı ve sade bir dille anlatmış. Hatta okurlarına gittiği yerleri yaşatmış.

Bu kitap soğuk savaş dönemi sonrası Doğu Avrupa ülkelerine yaptığı seyahatin bir güncesi.

Tam bir yolculuk kitabı. Doğu Avrupa’yı, Demir Perde ülkelerini merak edenler için okunabilecek en objektif kitap.

“Hiç bu kadar umutsuz insanlar görmemiştim” Eğer kitap bir cümleyle özetlenebilseydi, kuşkusuz bu cümle olurdu o özet.

Özellikle Sovyetler Birliği ile ilgili çarpıcı tespitlere yer vermiş.

Son derece başarılı bir eser.

Bu kitap bir seyahatnameden çok daha fazlası.


"Kitabın en kıymetli yanı, o tarihlerde doğu bloğu olarak görülen ülkelerin her birinin ne kadar farklı iç dinamiklerinin olduğunu göstermesiydi. bu ülkelerin bugün bağımsız olarak büründükleri farklı kimlikleri görünce marquez’in 1950’lerdeki gözlemlerinin ne kadar yerinde olduğu daha iyi anlaşılıyor. özellikle auschwitz kampını gezdiği bölümde almanlar ile ilgili gözlemleri, hollywood filmleri tarzının aksine çok daha çarpıcı ve gerçekçi. olan biteni bütün çıplaklığıyla, duygusallığa yer vermeden sertçe yüzünüze vuruyor. "

"Devrim Almanya'da yapılmadı. Onu bir sandığın içinde Sovyetler Birliği'nden getirdiler ve halkı dikkate almadan buraya koydular." diyen Marksist öğrencilerin ağızlarından dökülen tümcenin trajikomik-ironikliği oldu. Halkı dikkate almamak ne büyük bir gaflet! Sizce de öyle değil mi?"

"Harika bir gözlem, gerçekten cesur ifadeler... Marquez’in bu kitabını tanımlayan en güzel ifadeler bence. Bir çoğumuzun dikkatini çekmeyecek konulara değinmiş, aynı zamanda beyefendi üslubunu da yitirmemiş. Doğu Avrupa’nın katı, sosyalist düzenini bir çok zaman kuralları çiğneyerek gözlemlemiş, insanlarla konuşmaya çalışmış."

"Gabo, aslında Castro'dan dolayı yakın olduğu sosyalizmi kendi topraklarında görme fırsatı bulur. Soğuk Savaş yıllarında, arkadaşları ile birlikte, Doğu Almanya, Macaristan, Çekoslovakya, Polonya ve Sovyetler Birliği'ni ziyaret eder. Gazeteci kimliğini öne çıkararak söylenenleri degil gördüklerini tarafsızca anlatır.

Başlığından dolayı gezi notları çağrışımı yapsa da, aslında kitap Demir Perde altında, Sovyet baskısı ile yaşayan ulusların sosyolojik çözümlemelerini içeren çok güzel bir metin. Kabullenmiş çaresizliği, tepkisizliği, belki de savaşı bir daha kaybetmiş olmanın bıkkınlığını yaşayan umutsuz Doğu Almanlar, Sovyet etkisinin farkedilmediği, politikadan uzak mutlu bir hayat süren Çekler, ardı ardına yaşadıkları felaketkerin sonucu yoksulluk içinde yaşayan, ama hep kitap okuyan, her firsatta devrimin burada tutmadığını dile getiren umutlu Polonyalılar, ekmek kuyruklarından daha uzun piyango kuyrukları oluşturan, korku ve güvensizlik içinde boğulsalar da  özgürlük için canlarını feda eden ve etmekten çekinmeyen Macarlar. Bir de Sovyetler var tabi. Ortalıkta görünmeyen otoritenin yönettiği kusursuz tiyatro düzeninde, delilik derecesindeki coşku ve heyecanla rollerini eksiksiz oynasalar da, gerçekte fakir ama iyi kalpli, dost canlısı Sovyetler.

Soğuk Savaş, her iki bloğun da diğerinden daha iyi olduğunu kanıtlamak için birbiriyle yarıştığı bir proganda savaşıydı. Ve tek kaybedenin insanların olduğu..."

İyi okumalar. Demet




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder