14 Kasım 2020 Cumartesi

2020 KASIM AYI KİTAP LİSTEMİZ 






 2020 EKİM AYI KİTAP LİSTEMİZ






 2020 EKİM AYI KİTABIMIZ (YÜREĞİMİN SESİNİ DİNLE/ SUSANNA TAMARO)



KİTAP HAKKINDA

1993’te yayınlanan Yüreğinin Götürdüğü Yere Git adlı romanıyla tüm dünyada büyük yankı uyandıran Susanna Tamaro, bu yeni romanında o büyüleyici öykünün devamını sunuyor okurlarına. Yüreğinin Götürdüğü Yere Git, 80 yaşındaki bir kadının, uzaklara giden genç torununa yazdığı mektuplardan oluşuyordu. “Yapmaya değecek tek yolculuk, içimize yapacağımız yolculuktur,” diyordu yaşlı kadın, “o özgün çağrıya kulak vermeli ve yüreğimizin götürdüğü yere gitmeliyiz.” 

Yüreğimin Sesini Dinle’de, artık genç bir kadın olan torun, zorlu bir kimlik arayışı içinde yaşamın anlamının peşine düşer. Bu arayış, hem kendi yüreğine, hem de kutsal topraklara doğru bir yolculuğa çıkarır onu. Kendi öyküsünü keşfetmek için çıktığı bu yolculuğun sonunda, aile evinin tozlu tavan arasında hiç ummadığı bir öyküye kavuşacaktır: Yüreğinin Götürdüğü Yere Git. Tamaro, bu kez, Yüreğimin Sesini Dinle diyor okurlarına: Yaşama bir anlam katmak, öfkeyi sevgiye, kırgınlıkları güce dönüştürmek için...

Sayfa Sayısı: 190

Baskı yılı: 2006

KİTAPTAN ALINTILAR

"Geçmiş değiştirilemez ve gelecek hakkımız değildir. Gerçekten var olan sadece şimdidir. Sadece ânın önemi vardır."

"İçinde ilerlemek zorunda olduğum bataklık kederimdi."

"Sen benim minicik bir kırıntımı tanıdın; ben de senin mini mini bir kırıntınla ilişki kurdum."

"...hayatım rüzgara kapılmış boş bir torba gibi.."

"Senin yabani ot dediklerin, kendilerini öyle olduklarını bilmiyorlar; sen onları yargılayıp mahkum ediyorsun ama onlar kendilerini çiçek ve ot olarak bütün ötekiler gibi güzel ve önemli sanıyorlar."

"Bizi kırılgan kılan, yapmacıklıktır."

"Babam bir keresinde birbirine sarılmış olarak oturan bir çifti işaret ederek “Neden bütün âşıklar denize bakmayı severler, biliyor musun?” dedi. “Çünkü aşklarının ufuk gibi sonsuz olduğunu düşünürler. Hayalî olan duygularını, hayalî olan bir çizgiye bindirirler.”

"Kimi zaman çocukluğumuzun bir noktasında birisinin bizi kenara çekmesinin, uzun bir değnekle, sanki duvara asılı bir coğrafi harita varmış gibi hayatımızın gelecek günlerini bize göstermesinin ne kadar güzel olacağını düşünürüm."

"Gecenin ağırlığı, yanıtı olmayan soruların ağırlığıdır."

"İnsan, insan için acının, kusurun olmadığı bir dünya hayal ettiği zaman aslında ağları parçalıyor."

"Gerçekten özgür olmak insanın sahip olduğu en büyük zenginliktir."

"Yas tutması gereken yanım zamanından önce bitkin düşmüştü."

"... nereye gitmekte olduğumuzu sormadan önce, nereden geldiğimizi keşfetmemiz gerekir."

"Olaylar farklı ayrıntılara sahip olabilirler ve sınırlılığımız içerisinde gördüklerimiz, neredeyse her zaman bütünün sadece bir parçasıdır."

"Saatin zaman ayarını kuran biz değiliz, o bizim haberimiz olmadan en baştan ayarlanmıştır. Tek bilgelik, bunu bilmek, içimizde her an denetlenemeyen bir şeyin patlayabileceğinin bilincinde olmaktır."

"Yüze vurmak benim kişiliğime uygun bir davranış değildi. Gezegenler arasındaki mesafenin tek sorumlusu değişik yerçekimi yasalarıydı; önümde uzanan ufuk farklıydı; bana daima Küçük Prens’i okuyan sen de bunu biliyordun."

"Son derece farklı iki evrende yaşıyorduk: Sen ağırlıklı olarak sağduyunun egemen olduğu kendi dünyanda yaşarken ben tehditler, karanlıklar, arada düşen yıldırımlarla dolu kendi dünyamdaydım."

"Koca cevizin ölümü üzerine günlerce ağladım."

"Hiçbir insan dünyaya kendi isteğiyle gelmez. Hiç bize danışılmadan kendimizi sahneye atılmış olarak buluruz; kimimiz başrolü kapmıştık, kimimiz basit figüranlardık, bazıları oyun bitmeden sahneden çekilir ve temsili, günün programına uygun olarak gülerek, ağlayarak ya da sıkılarak, koltuklardan seyrederdi."

"Asla bir çiçek olmayacağım;

Çünkü ruhum daha çok ota benzer!
Öteki binlercesi gibi yeşil bir ot
Ötekiler gibi başını eğen,
Kışın ilk dondurucu soğuğunda."

"Akla hayale gelmeyecek felaketler bizi hemen köşenin ardında beklemektedir. İnsan nasıl olur da atomun çekirdeğiyle oynamayı, DNA’yı kurcalamayı ve ileriye gidebilmeyi hayal eder?"

"Dünyaya gelen her yaratığın en derin tutkusu devrim yapmak değil, sevmek ve sevilmektir."

Gözler dünyaya açıldığı andan itibaren tek bir şey ister: ona yanıt verecek bir başka bakış."

"...doğmayı seçemediğime göre ölümü seçmek bize verilmiş tek özgürlüktür."

"Neden yapılmamış hareketlerin, söylenmemiş sözlerin ağırlığını beraberimizde taşımak zorundayızdır? Vermediğim o öpücüğün? Kucaklamadığım o yalnızlığın? Neden doğduğumuz andan itibaren bu olağanüstü bulanıklık içinde yaşarız?"

"Çocuklar anne ve babalarıyla gurur duymak isterler ama ne yazık ki anne ve babalar bunun farkına varmazlar. Talihli durumlarda anne ve baba bir evladın nasıl olması gerektiği hakkında bir fikre sahiptirler."

"Babamı, uzun yıllardır beni her yerde izleyen hayalî bir balonun içine koymuştum: O havada asılı duruyor, Buda gibi çiçek yapraklarıyla sarılıyken huzurla gülümsüyordu; yüce ve ulaşılmazdı. Önünde sonunda bu balonun patlayacağından, onun yere inerek beni kucaklayacağından emindim."

"Yürek parçalanırken nasıl bir ses çıkartır?"

"...acı duymuyordum, tek hissettiğim kaybolmuşluk duygusuydu."

"Oysa ben, çocukluğumda bir meşenin sarsılmaz kudretiyle büyümeyi ya da ıhlamur gibi çevreme güzel kokular yaymayı arzu etmiştim ama son zamanlarda fikrimi değiştirmiştim: Ihlamurların bulvarlarda ve parklarda tutsak olması beni üzüyordu; meşelerin tek başlarına yaşamak zorunda oldukları yazgıları da hüzünlendiriyordu; bu nedenle şimdi bir salkımsöğüt olmaya heves ediyorum. Bir ırmak kenarında gür yapraklarımla büyümek, köklerimi suya batırmak, akıntının sesini dinlemek, yapraklarım arasında bülbülü konuk etmek ve yalıçapkınının suyun dalgaları arasında küçük bir gökkuşağı gibi bir görünüp bir kaybolmasını seyretmek istiyorum."

YORUMLARIMIZ

Susanna Tamaro, sonraki kitabı ‘Yüreğimin Sesini Dinle’ ile mutluluğun anahtarının ‘inanç’ olduğunu söylüyor.

“Benim ağacım; birlikte büyüdüğüm, yıllar içerisinde benimle dostluğunu sürdüreceğini, altında çocuklarımı büyüteceğime inandığım ağacım yerle bir olmuştu. Onun yere yığılışı pek çok şeyi beraberinde sürükleyip götürmüştü: uykumu, neşemi, görünürdeki kaygısızlığımı.”

Romanımız genç bir kızın çok değer verdiği bir ağacın yıkılmasıyla başlıyor. Annesini küçük yaşta kaybeden bu genç kıza çocukluğundan beri anneannesi bakmış.
Başlarda anneannesiyle anlaşamaması, anneannesinin her şeyi unutması ve hayaller görmesiyle başlayan hastalığı ve ölümüyle düştüğü büyük boşluk anlatılıyor.

Anne ve anneannesinin anılarından kendi varoluş nedenini ve köklerini arıyor küçük kız. Gionata dayı ve babası Ottavio dayı ve diğer aile bireylerini tanımaya çalışıyor ve bir süre onlarla birlikte yaşıyor. 
Yine inanmayı, inancı, dini öne çıkarıyor Tamaro. İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi kimliğini gizlemek için Hıristiyanlığı seçen büyükannesine ve kendi köklerine de bir selam edip kitabın büyük kısmını İsrail’e, Kudüs’e ayırıyor.


Kitabın başından sonuna kadar cevabını bulamadığı yüzlerce soru soruyor hayatın anlamına dair, insanlara dair… Anneannesinin ölmesiyle sorgulamaya başladığı geçmişini annesinin günlüğünde buluyor. Annesinin özgürlük arayışı içinde nasıl bir hayat sürdüğüne tanık oluyor. Annenin sürdürmeyi tercih ettiği hayat yine onunda annesine( anneanne) isyanı ve birlikte olmayı seçtiği erkek yüzünden hayal kırıklıkları ile sona eriyor.

Ama en önemlisi hiç tanımadığı babasını buluyor o günlükte. Onu asla sahiplenmeyen, istemeyen babası. Özgürlüğü kısıtlanır diye her sorumluluktan kaçan babası. Annesinin felsefe profesörü… Onu arayıp konuşmaya karar veriyor. Günlerce haftalarca onu görmeye gidiyor, onun hayat hikayesini düşüncelerini dinliyor. Babası onu sahiplenmeyerek onun düşünce olarak özgür yetişmesini sağladığını söylüyor. Özgürlük için hiçbir şeye bağlı olunmaması gerektiğini defalarca vurguluyor.

Başlarda çok merak ettiği için sürekli gittiği babasına bir süre sonra gitmekten vazgeçiyor. Eski eşyaların arasında başka bir akrabasının daha olduğunu öğreniyor. Dayısının yanına gidiyor ve yanında hayatının boşluğunu dolduracak, onu gerçekten etkileyen şeyi buluyor. Belki de tüm sorularının cevabını kitabın başında buluyor. Babasına ne mi oldu? Birkaç kere kızıyla konuşmaya çalışmasına rağmen kızı onunla görüşmüyor. Daha sonra ise intihar haberi geliyor. Mektubundaysa özgürlük bahanesiyle, sevme ve sevilme korkusundan dolayı her şeyden kaçmasının pişmanlığı yazılı.

"Çocuklar anne ve babalarıyla gurur duymak isterler ama ne yazık ki anne ve babalar bunun farkına varmazlar. Talihli durumlarda anne ve baba bir evladın nasıl olması gerektiği hakkında bir fikre sahiptirler."... 

İyi aile yoktur; herkes anne ve babasının acılarını ve ona yüklediği travmalarını yaşayarak büyür. Farkındalıklarımız noktasında kendimizi yeniden keşfeder, değiştirir, geliştirir ve köklerimiz ve inançlarımızla hayata tutunuruz. 

İyi okumalar. GÜLAY




4 Kasım 2020 Çarşamba

2020 YAZ KİTABIMIZ (İMKANSIZIN ŞARKISI_Norwegian Wood/ HARUKİ MURAKAMİ)


KİTAP HAKKINDA 

Bir yolculuk sırasında Beatles'ın "Norwegian Wood" adlı parçasını duyan kahramanımız 37 yaşındadır ve bu parça onu Tokyo'da geçirdiği üniversite yıllarına götürecektir. En yakın arkadaşının intihar edişi, geçen zamanın ardından onun kız arkadaşıyla yakınlaşması, araya giren zorunlu ayrılık ve yeni bir kız arkadaş. "İmkânsızın Şarkısı" yalın, çarpıcı ve sıcak bir aşk hikâyesini anlatıyor. Yazarı HARUKİ MURAKAMİ Japon edebiyatının aykırı, ama en çok okunan yazarı. Japon geleneklerinin dışında geliştirdiği üslubuyla adından çok söz ettiren Murakami' yi dünyaya tanıtan roman "İmkânsızın Şarkısı".

1968-1970 yılları arasında geçen olaylar, o günün toplumsal gerçeklerini de satırlara taşıyor. Ama romanın odağında bu toplumsal olaylar değil üçlü bir aşk var. Gençliğin rüzgârıyla hareketlenen "İmkânsızın Şarkısı'nı ölümle erken karşılaşan gençlerin hayatı yönlendiriyor. Hiçbir şeyin önem taşımadığı, amaçsızlığın ağır bastığı, özgür seksin kol gezdiği bir öğrenci hayatı... Ama diğer yanda da yoğun duygular var... İmkânsız aşklar, imkânsız şarkılar söyleten. Hemen hemen her Japon gencinin okuduğu roman anayurdu dışında da çok kişi tarafından sahipleniliyor.

Sayfa Sayısı: 352

Baskı Yılı: 2015

KİTAPTAN ALINTILAR

"Gözlerim kapalı, tanıdık bir kitaba dokunuyor & kokusunu derin derin içime çekiyordum. Bu beni mutlu etmeye yetiyordu."

"İşler iyi de gidebilir, gitmeyebilir de. Ama aşk böyledir. İnsan sevince, kendini bu sevgiye bırakması doğaldır."

“Hiçbir gerçek, bir sevdiğimizi kaybettiğimiz zaman duyduğumuz kederi gideremez. Hiçbir gerçek, hiçbir samimiyet, hiçbir güç, hiçbir nezaket bu acıyı geçiremiyor. Tek yapabileceğimiz şey, üzüntüyü sonuna dek yaşamak ve sonunda bundan bir şey öğrenmek...”

"Lütfen hep yaptığınız gibi olayları gereğinden fazla ciddiye alıp kara kara düşünmeyin. Bizler , yani hem normal olan , hem de normal olmayan insanlar, kusurlu bir dünyada yaşayan kusurlu kişileriz . Banka hesaplarının mekanik doğruluğu ile yaşamıyoruz ya da çizgilerimiz ve açılarımız iletki ve cetvelle ölçülür cinsten değil .haklı değil miyim ?"

"Yüzü kırış kırıştı ve ilk bakışta göze çarpan

tek özelliği, buydu, ama bu kırışıklıklar onu yaşlandırmıyor, tam tersine, yaşla ilgisi olmayan genç bir yönünü vurguluyordu. Yüzüyle tıpatıp uyum sağlamışlardı, sanki doğduğundan beri oradaydılar. Güldüğü zaman, onlar da gülüyor ve sertleştiğinde onlar da sertleşiyordu. Yüzü ne ciddi ne güleç olduğunda da kırışıklıklar, alaycı ve sıcak, yüzünün her yanına dağılıyordu."

"zaman zaman kendimi bir müze bekçisi olarak görüyorum, kimsenin uğramadığı devasa boş bir müze bu; ve bu müzeye kimse için değil, sadece kendim için bekçilik ediyorum."

"Her birimizin nasıl kendimize özgü bir yürüyüş tarzı varsa, her birimizin hissetme, düşünme ve olaylara bakış açısı da kendine özgü. Eğer bunu düzeltmek istersen, bu değişin bir gecede olmuyor ve eğer zorlama olursa başka bir yerden patlak veriyor."

"Bilmiyorum, bazen yüreğimde sert bir kabuk olduğunu düşünüyorum. Hiçbir şey o kabuğun içine giremiyor sanki. Birini gerçekten sevebileceğimden şüphe duyuyorum."

"Yürürken, Naoko bana kuyunun öyküsünü anlatıyordu. Bellek çok garip bir şey. Gerçekten içinde bulunduğum yakından gördüğüm sırada o manzaraya neredeyse hiç dikkat etmemiştim. Beni etkilemekten çok uzaktı, bu yüzden, on sekiz yıl sonra, en ince ayrıntısına dek anımsayacağımı düşünemezdim. Doğruyu söylemek gerekirse, o yıllarda manzaralar beni pek ilgilendirmiyordu zaten. Kendimden ve o sırada yanımda yürüyen çekici genç kızdan başka bir şey düşündüğüm yoktu. Bizi düşünüyordum ve sonra gene kendimi. Gördüğüm, hissettiğim ya da düşündüğüm her şeyin bumerang gibi dönüp dolaşıp bana döndü yaşındaydım. En kötüsü aşıktım da. Ve bu aşk karmaşa doluydu. Bu yüzden manzara aklımdaki en son şeydi."

"İnan bana, ne dediğimi çok iyi biliyorum. Ben emekçi sınıfına mensubum. Devrim olsun olmasın, aynı bok çukurunun içinde hayatını tırnaklarıyla kazıyarak kazanmaya devam edecek olanlardanım. Peki nedir devrim? Sadece belediye meclisindeki kişileri değiştirmek olmadığından bal gibi eminim."

"Sadece ölüler sonsuza dek on yedi yaşında kalıyordu."

"Bana kıvılcımları tükenmekte olan bir ruhun son çırpınışlarını düşündürüyordu. O ışığa destek olup ellerimle korumak isterdim. Tıpkı Jay Gatsby'nin her gece karşı yakadaki o küçük ışığı seyretmesi gibi, ben de uzun süre o küçük, titrek alevi seyrediyorum"

"...Ölüm, kağıt ağırlığının içinde de vardı, bilardo masasının üstünde sıralanmış kırmızı- beyaz dört topun içnde de. Ve hayatımız boyunca onu ince bir toz gibi ciğerlerimize çekip duruyorduk."

YORUMLARIMIZ

"ÖLÜM, YAŞAMIN KARŞITI OLARAK DEĞİL, PARÇASI OLARAK VARDIR."
Postmodern imkansız bir aşk hikayesi okuyoruz.68 döneminin şarkıları fonda çalıyor... Bilindik bir hikaye okur gibiyiz, "bunu daha önce okumuş muydum hissi" uyandırıyor.

Aşk, ölüm, arkadaşlık. Sırası değişebilir ama sonuçlarıhep aynı kalır. Bir gün hepsi biter, herkes gider... 

Romanın erotik tınıları fazla gelebilir. Ama amacımız görmek istediğinizi değil, gerçekten yaşananı görmek ise bu erotik tını sizi rahatsız etmeyecek, hatta içine çekecektir...

Hayatta doğru kadar yanlış, sağlık kadar hastalık, mutluluk kadar da üzüntü ve sıkıntı yok mu?

İntihar, ölüm ve yalnızlık duyguları akıcı, kısa, anlaşılır açık bir dille işlenmiş ve sarsıcı bir son...

Haruki Murakami'nin hayatından kesitlere yer verdiği, şarkılarla desteklediği, aşk ve ölümü birbiriyle bağdaştırdığı harika bir kitap.

Keyifli okumalar, izlemek isterseniz bir de filmi var. /Nigar