tarağım bile yoktu, dertlendim mi okuyacak bir kitabım bile yok."
"... fazla gururdan ölebilirdi insan."
"Tatlılıkla nasihat etmeye başladım kendime, bir anne gibi. Gitgide yüreğim yufkalaştı, yorgun dermansız ağlamaya başladım. Sessiz sakin, için için bir ağlayıştı bu; gözyaşı akıtmadan gönülden bir hıçkırış."
"Bu gözlerin, hiçbirinde kaygı yoktu, omuzların hiçbirinde yük. Bu şen gönüllerde belki tek üzüntü, tek gizli kahır yoktu. Ve ben genç ve çiçeği burnunda bu insanlarla yan yana yürüyordum, mutluluğun ne olduğunu çoktan unutmuş, içimde bu düşünceyi okşayıp, korkunç bir haksızlığa uğradığım sonucuna varıyordum."
"Güldüm ve ağladım; atlaya sıçraya caddeyi boyladım, durdum, dizime vurdum, sebepsiz gelişigüzel bastım küfürü."
"Gönlümde tek bulut yoktu,tek rahatsızlık duygusu, düşüncelerimin eriştiği ölçüde, gerçekleşmemiş tek arzu veya heves yoktu.Gözlerim açık yatıyor, benliğimden sıyrılmış bir halde, kendimden uzaklarda olmanın sefasını sürüyordum.."
"Uzun zaman aç kalmış bir kimseye sizce ne yedirmek lazım? Hayat memat meselesi."
‘’Sonbahar gelmişti: her şeyin renk değiştirip öleceği nazlı, serin mevsim. Sokaklarda başlamış gürültü beni dışarıya çağırıyordu: Attığım her adımda taban tahtaları esneyen bu boş oda, ıslak ve korkulu bir tabuttu sanki.’’
‘’Belli belirsiz bir duygu, bana şu kaldırım taşları üzerinde yürüyen, sinip küçülen kimsenin ben olmadığımı söylüyordu.’’
‘’Güçbela birkaç kısa cümle yazabildim; sırf ilerleyebilmek için çekiş döğüş zorla ele geçirebildiğim bir düzine çaresiz sözcük!
YORUMLARIMIZ
Küresel bir salgının olduğu dönemde, hayatımızın normal
işleyişinin dışına çıkmış, en temel ihtiyaçlarımızı bile sorguladığımız
zamanlarda bir de Knut Hamsun’un Açlık romanını okumak biraz güç oldu açıkçası.
Dünyanın giderek insanlara yetmeyeceği kıtlık, salgın hastalıklar ve susuzluk
yaşanacağına dair çok ciddi uyarılar geliyor. Bizler modern dünyanın çocukları
olarak açlık ve kıtlıkla uyarılmak yerine bolluk ve tüketim üzerine
yönlendirildik. Her zaman daha fazlasını istememiz gerektiği yönünde telkin
edildik. Şimdiyse aç kalabileceğimizi söyleyerek tüketimden vazgeçmemiz
söyleniyor. Açlık romanındaki açlık böyle bişey değil tabi ki. Ama yine de
açlıkla karşılaştığında insan nasıl bir psikolojide olur diye düşünmeden edilmiyor.
Kitabın etkileyiciliğinin en önemli kısmı, önsözde yazılan
bilgilerin ışığında romanda anlatılan kişinin yazarın ta kendisi olduğunu
anlıyor olmamız. Öteki türlü biraz abartmamış mı acaba diyebilir insan. Oysa
Knut Hamsun gerçekten de yaşamının genelini yoksulluğun ağır koşullarında
geçirmiş bir yazar. Zaten yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş bir
de üstüne yazar olmayı seçmiş Hamsun. Günümüzde bile hala sanatın karın
doyurmadığını düşünürsek 20.yüzyıl başlarında savaşın gölgesinde geçen yıllarda
böyle bir seçimin zorluğu anlaşılabilir.
Yaşadığı bu sıkıntıların Tanrıyı ve onun adaletini
sorgulamaya yönelttiği bölümde zaman zaman hepimizin bu durumda olabildiğimizi
düşündüm. Hangimiz hayatımızın bir döneminde neden ben diye sormadık. Tanrının
adaletini sorgulamadık. ‘’Ne diye tasa çekiyordum sanki: ne tıkınacağımı, ne
içeceğimi, fani vücut dedikleri bu rezil solucan torbasını hangi çullara
bürüyeceğimi düşünerek ne diye tasa çekiyordum?’ Sorusu çok da normal bir
varoluşsal soruydu ve cevabını bildiğimi söyleyemem…
Bir gazeteye yazacağı yazıdan alacağı çok cüzi bir parayla
günlük açlığını gidermek için çabalarken, kendisinden daha zor durumda olanlara
yardım yaparak bizi de vicdan muhasebesi yapmaya yönlendirdiğini düşünüyorum. Aç
bir insan hak, adalet ve vicdan sorgulamasına gidebilir mi. Maslowun ihtiyaçlar
hiyerarşisine göre bu pek mümkün değil. Tabi ki sözkonusu insan sanatçı
duyarlılığına, hassasiyetine sahipse bu olanaklı olabilir. Bu romandaki kadar
olmasa da bir çok olanaksızlığa rağmen kendini okumaya ve yazmaya adamış,
hayatını yazarak sağlamaya çalışan bir çok aydının olduğunu biliyorum ve saygı
duyuyorum. Örneğin kitabın çevirisini yapan Türk şiirinin ölümsüz şairlerinden
Behçet Necatigil de dünyaya yoksul bir ailenin çocuğu olarak gelmiş olmasının
yanısıra annesini de çok erken yaşta kaybettiğinden ortaokulu yatılı okulda
okumak zorunda kalmış. Orada yetersiz beslenme ve bakımsızlık nedeniyle
geçirdiği tüberküloz yüzünden eğitimine ara vermek zorunda kalmış. Şairin şair
olma yazarın yazar olmak için gerçekten sınıfsal bir nedeni var gibi sanki. Ama
bir yandan da hep sanat bir elit tabakanın oyuncağı olarak da görülür nedense..
Açlık romanı beni bayağı çeşitli sorgulamalara götürmüş
anlaşılan. Roman okunması geren yapıtlardan biri. Önerilir. / Fatma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder