13 Eylül 2020 Pazar
2020 HAZİRAN AYI KİTABIMIZ (AÇLIK/ KNUT HAMSUN)
tarağım bile yoktu, dertlendim mi okuyacak bir kitabım bile yok."
"... fazla gururdan ölebilirdi insan."
"Tatlılıkla nasihat etmeye başladım kendime, bir anne gibi. Gitgide yüreğim yufkalaştı, yorgun dermansız ağlamaya başladım. Sessiz sakin, için için bir ağlayıştı bu; gözyaşı akıtmadan gönülden bir hıçkırış."
"Bu gözlerin, hiçbirinde kaygı yoktu, omuzların hiçbirinde yük. Bu şen gönüllerde belki tek üzüntü, tek gizli kahır yoktu. Ve ben genç ve çiçeği burnunda bu insanlarla yan yana yürüyordum, mutluluğun ne olduğunu çoktan unutmuş, içimde bu düşünceyi okşayıp, korkunç bir haksızlığa uğradığım sonucuna varıyordum."
"Güldüm ve ağladım; atlaya sıçraya caddeyi boyladım, durdum, dizime vurdum, sebepsiz gelişigüzel bastım küfürü."
"Gönlümde tek bulut yoktu,tek rahatsızlık duygusu, düşüncelerimin eriştiği ölçüde, gerçekleşmemiş tek arzu veya heves yoktu.Gözlerim açık yatıyor, benliğimden sıyrılmış bir halde, kendimden uzaklarda olmanın sefasını sürüyordum.."
"Uzun zaman aç kalmış bir kimseye sizce ne yedirmek lazım? Hayat memat meselesi."
‘’Sonbahar gelmişti: her şeyin renk değiştirip öleceği nazlı, serin mevsim. Sokaklarda başlamış gürültü beni dışarıya çağırıyordu: Attığım her adımda taban tahtaları esneyen bu boş oda, ıslak ve korkulu bir tabuttu sanki.’’
‘’Belli belirsiz bir duygu, bana şu kaldırım taşları üzerinde yürüyen, sinip küçülen kimsenin ben olmadığımı söylüyordu.’’
‘’Güçbela birkaç kısa cümle yazabildim; sırf ilerleyebilmek için çekiş döğüş zorla ele geçirebildiğim bir düzine çaresiz sözcük!
YORUMLARIMIZ
Küresel bir salgının olduğu dönemde, hayatımızın normal
işleyişinin dışına çıkmış, en temel ihtiyaçlarımızı bile sorguladığımız
zamanlarda bir de Knut Hamsun’un Açlık romanını okumak biraz güç oldu açıkçası.
Dünyanın giderek insanlara yetmeyeceği kıtlık, salgın hastalıklar ve susuzluk
yaşanacağına dair çok ciddi uyarılar geliyor. Bizler modern dünyanın çocukları
olarak açlık ve kıtlıkla uyarılmak yerine bolluk ve tüketim üzerine
yönlendirildik. Her zaman daha fazlasını istememiz gerektiği yönünde telkin
edildik. Şimdiyse aç kalabileceğimizi söyleyerek tüketimden vazgeçmemiz
söyleniyor. Açlık romanındaki açlık böyle bişey değil tabi ki. Ama yine de
açlıkla karşılaştığında insan nasıl bir psikolojide olur diye düşünmeden edilmiyor.
Kitabın etkileyiciliğinin en önemli kısmı, önsözde yazılan
bilgilerin ışığında romanda anlatılan kişinin yazarın ta kendisi olduğunu
anlıyor olmamız. Öteki türlü biraz abartmamış mı acaba diyebilir insan. Oysa
Knut Hamsun gerçekten de yaşamının genelini yoksulluğun ağır koşullarında
geçirmiş bir yazar. Zaten yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş bir
de üstüne yazar olmayı seçmiş Hamsun. Günümüzde bile hala sanatın karın
doyurmadığını düşünürsek 20.yüzyıl başlarında savaşın gölgesinde geçen yıllarda
böyle bir seçimin zorluğu anlaşılabilir.
Yaşadığı bu sıkıntıların Tanrıyı ve onun adaletini
sorgulamaya yönelttiği bölümde zaman zaman hepimizin bu durumda olabildiğimizi
düşündüm. Hangimiz hayatımızın bir döneminde neden ben diye sormadık. Tanrının
adaletini sorgulamadık. ‘’Ne diye tasa çekiyordum sanki: ne tıkınacağımı, ne
içeceğimi, fani vücut dedikleri bu rezil solucan torbasını hangi çullara
bürüyeceğimi düşünerek ne diye tasa çekiyordum?’ Sorusu çok da normal bir
varoluşsal soruydu ve cevabını bildiğimi söyleyemem…
Bir gazeteye yazacağı yazıdan alacağı çok cüzi bir parayla
günlük açlığını gidermek için çabalarken, kendisinden daha zor durumda olanlara
yardım yaparak bizi de vicdan muhasebesi yapmaya yönlendirdiğini düşünüyorum. Aç
bir insan hak, adalet ve vicdan sorgulamasına gidebilir mi. Maslowun ihtiyaçlar
hiyerarşisine göre bu pek mümkün değil. Tabi ki sözkonusu insan sanatçı
duyarlılığına, hassasiyetine sahipse bu olanaklı olabilir. Bu romandaki kadar
olmasa da bir çok olanaksızlığa rağmen kendini okumaya ve yazmaya adamış,
hayatını yazarak sağlamaya çalışan bir çok aydının olduğunu biliyorum ve saygı
duyuyorum. Örneğin kitabın çevirisini yapan Türk şiirinin ölümsüz şairlerinden
Behçet Necatigil de dünyaya yoksul bir ailenin çocuğu olarak gelmiş olmasının
yanısıra annesini de çok erken yaşta kaybettiğinden ortaokulu yatılı okulda
okumak zorunda kalmış. Orada yetersiz beslenme ve bakımsızlık nedeniyle
geçirdiği tüberküloz yüzünden eğitimine ara vermek zorunda kalmış. Şairin şair
olma yazarın yazar olmak için gerçekten sınıfsal bir nedeni var gibi sanki. Ama
bir yandan da hep sanat bir elit tabakanın oyuncağı olarak da görülür nedense..
Açlık romanı beni bayağı çeşitli sorgulamalara götürmüş
anlaşılan. Roman okunması geren yapıtlardan biri. Önerilir. / Fatma
2020 MAYIS AYI KİTABIMIZ (KİTAB-ÜL HİYEL/ İHSAN OKTAY ANAR)
Osmanlı döneminde yaşayan üç mucidin başından geçen olayların anlatıldığı bir İhsan Oktay Anar kitabı olan, “Kitab-ül Hiyel”’in tam adı “Kitab-ül Hiyel Eski Zaman Mucitlerinin İnanılmaz Hayat Öyküleri’ dir. Doğu anlatı özelliği olarak bilinen çerçeve hikâye tekniği ile olayların anlatıldığı kitabın baş karakterleri Yasef Çelebi, Kara Calud ve Üzeyir Bey’dir. Mucitlerin planladıkları icatları gerçekleştirmeye çalışırken başlarından geçen olaylar romanın ana konusudur. Bu üç mucit birbirlerinin yerini devralıp bir nesil boyunca yeni icatların peşinde koşuyorlar.
Romanda bahsi geçen bilimsel gelişmeler, teknolojik çalışmalar ve icatlar aslında insanoğlunun hırslarını temsil eder. Hikayede sona varıldığında ise anlatı güçlü olandan değil güzel olandan yanadır. İşte bu da “Kitab-ül Hiyel”’in özünde varolan anlamın en değerli ifadesidir.
Hiyel ne demektir?
“Hiyel” kelimesi önce El-Cezeri ’nin “Kitab-ül Hiyel” adlı eserinde karşımıza çıkar. Bu eserden “hiyel”in, “makine bilgisi ve mekanik teknolojisi” anlamınına geldiğini ögreniriz. Oysa hiyelin bir diğer anlamı da “sahtekarlıklar, aldatmacalar” dır.
POSTMODERN EDEBİYAT
Postmodernizm: 1960 sonrası Amerika'da ortaya çıkmış bir akımdır. Mimari, plastik sanatlar ve edebiyatta etkili olmuştur. Modernizm sonrası, ona ek olarak ele alınır, varlığını modernizme borçludur. "post" sözcüğü "ek" anlamına gelir.
Postmodern Edebiyat: Tür ayrımı ortadan kalkmıştır. Modernde yorumlanabilirlik sınırlıdır. Postmodernde okuyucu, okuduğu sırada metni yeniden yazma durumuna geçer.
Modernde yapıt anlamlılık taşırken, postmodern' de söz söyleme sanatı (retorik) vardır. Dil oyunlarına gemiş yer verme ve zaman-yer bütünlüğünden uzaklaşma görülür. Daha önce yazılmış metinlerden yola çıkılarak yeni metinler üretilir. Hem sorgulama, hem de yanıt arama bir arada görülür.
Retorik: Söz söyleme sanatı. Söz sanatlarını konu alan bilgi dalı. Retorik ( eski adı belagat) , etkileyici ve ikna edici konuşma sanatı. Yunanca hitabet kavramından türemiştir. M.Ö. 5. yy. da Sokrates ve çevresindekiler tarafından kullanılmıştır.İçerik ya da anlamdan çok etki ya da stili ön planda olan metinlerdir. ( Örnek: Divan Edebiyatı)
Postmodernizm' de gerçeklik unsurundan çok kurmaca ön plandadır.
Romanlarda son genelde belirsizdir.
Çok yönlü, çok kültürlü değişik bakış açıları vardır.
Bütünlük yerine, bireyler ve kişilikleri açısından, olaylar açısından parçalanmışlık öne çıkar.
Soyut ve somut gerçeklik bir arada verilir.
Tarih edebiyat malzemesidir. Onu yeniden üretmeye çalışır.
Ciddi duruşa karşı alaycı tutum sergiler.
Hayat bir oyundur. Yaşamı kurmacaya dönüştüren roman da oyun içinde oyundur.
Gerçek kişiler, hayal kişiler, masal kişileri, çizgi film kahramanları birlikte verilebilir.
Roman içinde farklı edebi türler kullanılabilir.
Zaman ve mekan çok belirgin değildir.
Dil, postmodern romanda amaç haline gelmiştir.
KİTAPTAN ALINTILAR
"Ustaların kılınç yapmak için saatlerce ve günlerce dövdükleri demir neden serttir, bilir misin?
O, insanoğluna hemen boyun eğmez, çünkü onların, kendisiyle işleyecekleri suçları bilir. Bu yüzden de ortak olacağı günahların bedelini ateşte dövülürken peşinen öder."
"Hiyel ilmi, emirlere asla karşı gelmeyecek sadık köleleri, yani makineleri yapma sanatıydı."
“Makineleri çalıştıran yedi tabiat kuvveti, hiç şüphesiz ki hiyel ilmi sayesinde insanların kudreti ve iktidarı olacaktı.”
"Zalimlerin kolları kendi erişilmez isteklerine göre çok kısadır. Tutkularının büyüklüğü onları böylece sakat kıldığından, bizim kılınç dediğimiz koltuk değneğini kullanırlar."
"Noktanın dışında hiçbir şey bilmiyordu.Adını bilmiyordu.Nerede olduğunu bilmiyordu...Geçmişini,yaşadıklarını bilmiyordu.Ne var ki zihnindeki nokta ona huzur veriyordu."
"...kendisini on yıllardır mutsuz eden şeyin, benliğine hükmeden bu iktidar tutkusu olduğunu anladı. O güne dek kendisi için her şey bir iktidar kaynağıydı."
“Zaten gerçeğin kendisi bir mucizeydi.”
"Kendisini can kulağıyla dinleyen pısırığa, mevkileri ve cinsleri ne olursa olsun insanların kötü ve çok tehlikeli olduğunu anlatıyordu. Buna göre insanlar bir bakıma, güçlü veya güçsüzdü; ama değişen bir şey yoktu. Çünkü güçlü insanlar düelloyla mertçe döğüşüp adam öldürürler, güçsüzler ise korkakça pusu kurup cinayet işlerlerdi."
"Hiyelkar sayısız hiylelerle tabiatın kuvvetlerini tuzağa düşürüp esir etmenin yolunu ararken,hayalkar kainatın kendisinin gerçekleşmiş bir hayal olduğuna,bu hayali örnek alıp yeni yeni hayaller yaratmak gerektiğine inanıyordu."
"Dünya'nın kendisi, bir mucize olarak düşlerden kat be kat daha şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcıydı."
" İşte iktidar susuzluğu çeken kendisi, Dünya'yı yıllardır bu güçlerin, cebirlerin ve kuvvetlerin toplamı olarak görmüş ve ona hakim olmak istemişti. 0, Dünya'daki bütün güçlerin ve fiillerin öznesi olmak peşinde koşmuş, böylece bir demir külçesini müzik kutusuna dönüştürdüğü gibi, Dünya'yı ve içindekileri de bir makinaya dönüştürmeye çalışmıştı. İşin acıklı yanı, kendisinin de bir makina olduğunu sanmış, ona durmadan yeni parçalar, çarklar, kasnaklar, somunlar, dişliler, bıçaklar, tabancalar, toplar ekleyerek sakatlığını telafi etmeye kalkmış, fakat bu koltuk değneklerinin gideremediği sakatlığı arttıkça artmıştı. "iktidar makinesi" dediği şey, yani onun özvarlığı, sonu gelmez isteklerle büyüdükçe tutkuları da devleşmiş, bu yüzden o, nefret ettiği zaaflarını ortadan kaldırarak benliğindeki son insanca kırıntıları da yok etmişti. Oysa zayıflık denen şey hayat, iktidar ise ölüm değil miydi? 0, tabiatın kuvvetlerine hükmetmeye çalışmış, ama aynı kuvvetler onu, yarattığı canavarın içinde kıstırmışlardı. Havasızlıktan yüzünün morarmaya başladığı o anda, demirden olmayan, bu yüzden sevgiyle açan çiçeklerin o güzeI kokusuyla yüklü bir soluğu ciğerlerine çekmek için neler verebileceğini düşündü."
"Sonuçta, hiyelkâr da hayalkâr da tahayyül ediyordu.
...
Hiyelkâr sayısız hiylelerle tabiatın kuvvetlerini tuzağa düşürüp esir etmenin yolunu ararken, hayalkâr, bütün dünyayı gözündeki o noktayla görüyor..."
YORUMLARIMIZ
Postmodern edebiyatın güzel örneklerinden, İhsan Oktay Anar' ın söz ustalığı da cabası. Bilim kurgu edebiyatının alt kollarından birisi olan alternatif tarih tarzında yazılmıştır. Yani kitapta anlatılan olaylar tarihte hiç gerçekleşmemiştir., ama büyük bir inandırıcılıkla ve dönemin koşullarına el verdiğince sadık kalınarak yazılmıştır.
Kitabın ana konularından birisi de mekanik bilimi sayesinde yapılan makinelerin, sahipleri tarafından zorbalık amacıyla nasıl da suistimal edilebileceğidir; yani mekanik aslında doğanın güçlerine hükmedebilmek için yapıla bir "hile"dir.
Kitap üç bölümde, üç karakterde; iktidar ve kibir& hayal ve hile& gerçek ve kendi gerçeğini yaratan insan üzerine insanı tarihin tozlu sayfalarında ve mekanlarında gezdiriyor.
İcatların, genellikle insanların menfaati için ve kullanımına sunulmak üzere yapıldığını düşünürüz. Kitap biraz farklı bir düşünme tarzı sunuyor. Hep bir zorbalık, suistimal, sınırı aşmışlık ve kötüye kullanma arzusu göze çarpıyor.
Yafes Çelebi: Nuh'un üç oğlundan biri olan Yefet'i anımsatır.
Calud: Golyat ve Davud. Doğrudan dinler tarihindeki gerçek kişilerden alınmadır.
Calud'un "yılan" savaş makinesini yapmak için eğittiği Üzeyir'e uyguladığı korkutma politikası: Levithan ve devlet alegorisi.
İktidar Taşı: belli aralıklarla görünüp kayboluyor. Burada bir parantez açıp bu üç karakteri karıştırıp bir de taş arama sevdası eklediğimizde ebrehe'ye varılacağını belirtmek isterim. ebrehe'nin güç tutkusu, ebrehe'nin zıbığı ve ebrehe'nin taşın ilmini çözmesi bu kitapta farklı karakterlerle ve öykülerle anlatılmış. kitab-ül hiyel'in iktidar taşı da tıpkı ebrehe'nin taşı gibi sonsuz devri daim sağlayabileceği düşünülen bir taş. kitabın sonunda hikayesi anlatılan, gökyüzündeki noktayı gören kör gibi, taşı anlamak için ilime bağlı olmak ve onu çözmeye çalışmak gerekiyor. zaten aynı imge zıt renklerle üzeyir üzerinden de sunuluyor. imdat efendi'nin bakış açısından anlıyoruz ki bir adım ileri gidebilmek, taşın kudretinden faydalanabilmek için de onun kudretine, yani ilimin gücüne inanmak gerekiyor.
Calud'un organ kaybı: Doğu mistiziminde yer alan "evrenin birliği" ve "tekillik" düşüncesini veriyor.
Keyifli okumalar dilerim. /Rana