2 Nisan 2024 Salı

 BİR DÜĞÜN GECESİ/ ADALET AĞAOĞLU/ ŞUBAT 2024

 

KİTAP HAKKINDA

Bir Düğün Gecesi, Adalet Ağaoğlu'nun Dar Zamanlar adlı üç kitaplık roman dizisinin ikinci kitabıdır. 1973 tarihli Ölmeye Yatmak romanının bir devamı olarak kurgulanmıştır; iki romanda aynı kişilerin hayatlarından kesitler sıralanır. Bu ikiliyi, 1987'de yayımlanan Hayır adlı romanı takip eder.

 

1970'li yılların Türkiye'sinde ordu, siyaset, iş dünyası arasındaki ittifakı bir gece içinde gerçekleşen birkaç ana olay etrafında ve bir düğüne katılan davetliler üzerinden anlatan roman, yayımlandığı dönemde büyük ilgi görmüş ve çok sayıda ödül almıştır.

 

Toplumun siyaset, iş dünyası ve ordu içerisinde bulunan birçok farklı tipini, bir düğün gecesinde buluşturan romanda, teknik olarak Adalet Ağaoğlu, o zamana kadar romanlarda kullanılan anlatım tekniklerinden farklı olarak her karakterin iç konuşmalarını diğerlerine yansıtmadan aktarmıştır. Bu teknik, Türk romanındaki ilk kez kullanılan bağımsız iç konuşma tekniğidir.

 

Romanda izlek olarak, iletişimsizlik ve karakterlerin karşıtlığı kullanılmıştır. Karakterler huzursuzluk ve şüphe içindedirler ama birbirlerine karşı sahte dostluk göstererek bu durumu yansıtmazlar. Bu huzursuzluk ve şüphe, iletişimsizlikten doğmaktadır ve karşıt tiplerin çatışmalarına sebep olmaktadır.

 

Romandaki karakterler iki zıt siyasi görüşe sahip olarak, yani sağ ve sol görüşlü karakterler olarak iki gruba ayrılır. Sol görüşlü karakterler üzerinde daha detaylı durulmuştur ve yazarın anlatım gayesi bu karakterleri aktarabilmektir. Sağ görüşlü kişiler, yaşam ve düşünce yapılarının derinliklerine inilmeden yüzeysel olarak ele alınmışlardır.

 

Ödüller

1979 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü

1980 Orhan Kemal Roman Armağanı

1980 Madaralı Roman Ödülü


ADALET AĞAOĞLU KİMDİR?

Adalet Ağaoğlu (d. 23 Ekim 1929, Ankara - ö. 14 Temmuz 2020, İstanbul), Türk yazar.

 

20. yüzyıl Türk edebiyatının en önemli romancılarından biri kabul edilir. Eserlerinde Türkiye'nin değişik dönemlerini ve bu dönemlerin insan hayatlarına etkisini inceledi. İlk romanı Ölmeye Yatmak'tan başlayarak yazdığı tüm romanlar Türkiye'de önemli edebiyat ve edebiyat dışı tartışmalara yol açtı. Romanları dışında hikâye, oyun, deneme ve anı türünde eserler verdi.

 

Hayatı

 

Adalet Ağaoğlu'nun Cebeci Asri Mezarlığı'ndaki mezarı

23 Ekim 1929'da Nallıhan'da dünyaya geldi. Babası, kumaş tüccarı Hafız Mustafa Sümer'dir. Dört çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu ve tek kızıdır. Kardeşleri Dr. Cazip Sümer (1925-1975), oyun yazarı, oyuncu Güner Sümer (1936-1977) ve iş insanı Ayhan Sümer (1930-2020)'dir.

 

İlköğrenimini Nallıhan'da tamamladıktan sonra 1938'de ailesi ile birlikte Ankara'ya yerleşti. Ortaöğrenimini Ankara Kız Lisesi'nde tamamladıktan sonra 1950 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu.

 

Edebiyata ilgisi lise yaşamında şiirlerle başladı, kısa bir süre sonra oyun yazarlığına yöneldi. İlk defa 1946'da Ulus gazetesinde tiyatro eleştirileri yayımlayarak yazarlığa başladı. 1948-50 arasında Kaynak Dergisi'nde şiirleri yayımlandı.

 

1951-1970 yılları arasında TRT’de çeşitli görevlerde bulundu. Ankara Radyosu'nda göreve başladığı yıl ilk radyo oyunu olan "Aşk Şarkısı"nı yazdı. Radyo'da görev yaparken tiyatro oyuncusu ve yönetmen dört arkadaşı (Kartal Tibet, Üner İlsever, Çetin Köroğlu, Nur Sabuncu) ile birlikte Ankara'nın ilk özel tiyatrosu olan "Ankara Meydan Sahnesi"ni kurdu.Meydan Sahne Dergisi'ni çıkardı. 1953 yılında tiyatro konusunda görgü ve bilgisini artırmak üzere Paris'e gitti. 1953'te Sevim Uzungören'le birlikte yazdığı "Bir Piyes Yazalım" tiyatro oyunu aynı yıl Ankara'da sahnelendi. 1954 yılında mühendis Halim Ağaoğlu ile evlenen sanatçı, ilk romanını yazana kadar oyun yazarlığını sürdürdü. Üst üste yazdığı oyunlarla altmışlı ve yetmişli yılların önde gelen oyun yazarlarından oldu. Çatıdaki Çatlak oyunu 1965 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenirken yasaklandı; bu olay onu roman yazmaya yöneltti. TRT'nin özerkliğine el konulması gerekçesiyle TRT Radyo Dairesi Başkanlığı'ndan 1970'te istifa eden sanatçı o tarihten sonra yazarlıktan başka bir işle uğraşmadı. Edebiyat yaşamının bazı dönemlerinde "Remüs Tealada" ve "Parker Quinck" gibi takma adlar kullanmıştır.

 

İlk romanı Ölmeye Yatmak, 1973’te yayımlandı. Türkiye toplumunun yakın tarihindeki çalkantı ve değişikliklerini irdeleyen bu ilk romanından itibaren tüm eserleri yoğun tartışmalara konu oldu. Ölmeye Yatmak, daha sonra yazdığı Bir Düğün Gecesi (1979) ve Hayır (1989) adlı romanlarla bir üçleme oluşturdu ve birçok ödül kazandı (Bu üçleme, Yapı Kredi tarafından yapılan yeni basımlarda yazarın isteği doğrultusunda "Dar Zamanlar" üst başlığı ile sunulmuştur). Bir Düğün Gecesi ve Hayır romanları yayınlanır yayınlanmaz, ikinci romanı olan Fikrimin İnce Gülü, dördüncü basımında toplatıldı. Fikrimin İnce Gülü romanı hakkında, "Askeri kuvvetleri tahkir ve tezyif (küçük düşürmek)" suçlamasıyla hakkında 1981 yılında dava açılan Ağaoğlu, iki yıl süren davanın ardından aklandı. Düğün Gecesi ise soruşturma aşamasında kaldı. Dönemin üç önemli roman ödülüne layık görülmüş olan Bir Düğün Gecesi adlı roman için ayrıca Aldous Huxley'den aşırma olduğu suçlaması ortaya atıldı ve uzun tartışmalara sebep oldu.

 

1983 yılından sonra İstanbul'da yaşamaya başladı. 1985'te anı-roman niteliğindeki Göç Temizliği'ni yayımladı. 1991 yılında Çok Uzak Fazla Yakın'la oyun yazarlığına döndü. Bu eser, ertesi yıl Edebiyat alanı Tiyatro dalında Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü'ne layık görüldü.

 

1996'da ciddi bir trafik kazası geçiren ve iki yıl hastanede yatan Adalet Ağaoğlu için Can Yücel'in söylediği "Sen Türkiye'nin en güzel kazasısın" sözü, Feridun Andaç'ın Adalet Ağaoğlu ile yaptığı nehir söyleşi tarzında bir kitabın adı oldu. Kitap, 2006'da basıldı. Adalet Ağaoğlu ile ilgili yazıları bir araya getiren arşiv eşi Halim Ağaoğlu tarafından hazırlandı ve 2003'te Adalet Ağaoğlu'nun yazarlığının 55. yılı anısına Herkes Kendi Kitabının İçini Tanır adı ile basıldı.

 

Ağaoğlu, 1986'da kurulan İnsan Hakları Derneği'nin kurucuları arasında yer aldı ancak Temmuz 2005'te İHD'nin tek yanlı ırkçı-milliyetçi bir tutum takındığını belirterek ve "PKK yanlısı politika izliyorlar" diyerek istifa etti. 2008'de Özür Diliyorum kampanyasını desteklemiştir.

 

2010 Anayasa Referandumu sırasında Yetmez Ama Evet Platformu tarafından düzenlenen bir panelde Öğrenci Kolektifleri adlı bir grubun yumurtalı saldırısına maruz kalmıştır.

 

Eşi Halim Ağaoğlu'nun 2018 yılında ölümünün ardından yazmayı bıraktığını açıkladı. Türkçe roman alanındaki özgün ve öncü eserleri ile Türkiye'nin kültürel ve düşünsel dünyasına yaptığı katkılarından dolayı 2018'de Boğaziçi Üniversitesi tarafından kendisine fahri doktora unvanı verildi.

 

Ölümü

Yoğun bakım tedavisi gören Ağaoğlu, çoklu organ yetmezliği sebebiyle 14 Temmuz 2020'de öldü. Cenazesi 15 Temmuz günü Cebeci Asri Mezarlığı'nda toprağa verildi.

 

Eserleri:

Tiyatro ve radyo oyunları

1953: Bir Piyes Yazalım - oynanmış, basılmamış

1955: Yaşamak - radyo oyunu, yayınlanmış, basılmamış

1964: Evcilik Oyunu

1967: Tombala

1969: Çatıdaki Çatlak

1969: Sınırlarda

1973: Üç Oyun: Bir Kahramanın Ölümü, Çıkış, Kozalar

1976: Kendini Yazan Şarkı

1991: Çok Uzak - Fazla Yakın

1992: Duvar Öyküsü - Çocuklar ve Büyükler için Müzikli Danslı Oyun

1996: Fikrimin İnce Gülü

2011: Çağımızın Tellalı

Roman

1973: Ölmeye Yatmak

1976: Fikrimin İnce Gülü

1979: Bir Düğün Gecesi

1980: Yazsonu

1984: Üç Beş Kişi

1987: Hayır...

1991: Ruh Üşümesi

1993: Romantik Bir Viyana Yazı

2014: Dert Dinleme Uzmanı

Öykü

1974: Yüksek Gerilim

1978: Sessizliğin İlk Sesi

1982: Hadi Gidelim

1997: Hayatı Savunma Biçimleri

Deneme

1986: Geçerken

1993: Karşılaşmalar

1996: Başka Karşılaşmalar

2002: Öyle Kargaşada Böyle Karşılaşmalar

2011: Yeni Karşılaşmalar

Mektup

2005: Mektuplaşmalar (Memet Baydur ile birlikte)

Anı

1985: Göç Temizliği

1981: Gece Hayatım

Günce

2004: Damla Damla Günler

2007: Damla Damla Günler I-II-III

Seçkiler

10/1993: Seçmeler (Kendi Seçtikleri)

Ödülleri

1970: Sanat Sevenler Derneği, Tombala ile

1974: TDK Tiyatro Ödülü

1975: Sait Faik Hikâye Armağanı, Yüksek Gerilim ile

1979: Sedat Simavi Edebiyat Ödülü, Bir Düğün Gecesi ile

1980: Orhan Kemal Roman Armağanı, Bir Düğün Gecesi ile

1980: Madaralı Roman Ödülü, Bir Düğün Gecesi ile

1991: Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü, Çok Uzak Fazla Yakın ile

1992: Lebon Kültür Merkezi (Lebon Cinema Clup) Edebiyat Ödülü, Ruh Üşümesi ile[16]

1995: Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü

1997: Aydın Doğan Roman Ödülü, Romantik Bir Viyana Yazı ile

2018: Erdal Öz Edebiyat Ödülü


KİTAPTAN ALINTILAR

"Zaman, sen ne büyük öğretmensin, ah saygıdeğer zaman, sen ne büyük bir bilgesin! Gaddar bir bilgesin ama. Acımasız."

"İntihar etmeyeceksek içelim bari!"

"İnsan kendinden hiç umudu kesmemeli, hiç."

"Hayatta piştiği gibi kitapta da pişmeli insan,"

''...ne içindeyim, ne dışındayım buranın. Burada değilim."

"Unuttum" dediklerimiz değil mi, en unutulmaz olanı?

"Şimdi durduğum yer, şimdiye dek koşturduğum yerlerden daha gerçek."

"Bizim içimiz müze be! Her gün biraz daha karanlıklaşan, kuytulaşan birer müze!.."

"Acı senin yanına hiç uğramayacak sanki. Sanki hep öyle dimdik ayakta durabileceksin!.. En güçlü görünen en kötü dayanır."

"Düğüne gelince anacığım, unut düğünü. Düğün içimizde olsun, dışımızda değil."

"Bu duyguyu hiç yaşadınız mı hocam? Bir kişiyle binlerce olunabildiğini?"

"Defolsunlar başımdan! İnsan yüceymiş, insan direnirmiş, insan yönetirmiş... Gördük. Para yönetir, silah yönetir..."

"İnsanlar değişir. Her bir biçimde. Her bir yöne doğru."

"Görülen görüldü. Yaşanan da, görülen de üstümüzde ne yaptıysa yaptı. Biz ne olduysak olduk."

"Dünyanın nerdeyse bizim dünyamız kadarcık olduğuna inanıyoruz. Oysa dünya ne geniş!"

"Sevda bu oğlum, sevda! Yaşındır, yaşa,"

"İnsanın, kandıramayacağını bile bile kendisine yalan söylemesinden daha kolay ne var acaba?"

"Bir insan narkoz almadan, kesilip biçilecek yerini uyuşturmadan kendini kendi eliyle ameliyat eder, bunu da ölmeden başarırsa, insanoğlu için yaşamın en güç yanını, adı yapayalnız olmak denen şeyi de başarır."

"Garip bir tutsaklığın ilk kez yüz yüze gelinen türden bir yalnızlığın resmini boyuyorum."

"Benim asıl ümidim ümitsizliğimdir! Mutluluksa mutsuzluğun bilincinde olmaktır!"


YORUMLARIMIZ

    Türk edebiyatında önemli bir yeri olduğu söylenen Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar Üçlemesinin en çok okunan cildi olan Bir Düğün Gecesi romanı,  Ayşen adında bir kızın düğününde Ömer ve Tezel adlı baş kişilerle birlikte onların çevresindeki insanlar üzerinden Türkiyenin o dönemki sosyolojik bir resmi çıkarılıyor. Biz bu üçlemenin diğer ciltlerini okumadan ikinci cildini okumuş olduk. Ama araştırdığım kadarıyla bu genel bir durum.

         70ler türkiye siyasetinde önemli bir dönem. Özellikle aydın ve öğrenci topluluklarında yükselen sol hareketin aile yaşamı içindeki kopuşlara neden oluşu, aynı aile içinde farklı politik çevrelere mensup olmuş kardeş kavgalarına etkilerini kişilerin bireysel yaşamlarına etkisini görüyoruz.  Yazarın politik taraflardan bağımsız olarak somut olarak ortaya koyduğu kişisel yabancılaşmanın eğitimli eğitimsiz, aydın cahil ayrımı olmaksızın tüm çevrelerde yaşandığını anlıyoruz. Bilinçakışı tekniğini ilk kez Wirginia Woolf okurken tanımıştık. Ağaoğlu da bu romanında bilinçakışı denilen yani kişilerin kendi iç konuşmaları üzerinden anlatım yapıyor.  Bu iç konuşmalardan hem içinde bulundukları toplumsal hareketten hem de aile ve akrabalık ilişkilerinden kimsenin mutlu olmadığı anlaşılıyor. Sol hareketin içinde bir şekilde varolmaya çalışmış olan Ömer, Tezel ve Ayşen’in mutsuzlukları Türkiye’nin o dönem içinde bulunduğu özgürlük ve eşitlik arayışının düşkırıklığıyla simgelenmiş zaten. İlhan Bey ve onun gibi düzenin bir şekilde içinde olan kazananlar kulübündekiler de belli ki o iç huzuru bulamamışlar. Kazanan olmak yetmiyor anlaşılan.

        Bu kitaptan önce Ölmeye Yatmak cildinde daha fazla bahsedildiği söylenen Aysel, Ömer’in karısı olarak burada geçiyor. Kitabı okurken en çok o dönem yaşasaymışım Aysel’e benzermişim diye düşündüm.  Çocukluğum değil de gençliğim geçseydi 70’lerde Aysel gibi düzenin içinde olmayacağım diye debelenir hiçbir yere de ait olamazdım galiba. Gerçi bu aidiyet sorunu benzer kişilik özelliklere sahip olduğun sürece hayatın her döneminda yaşanıyor  bir biçimde.

Bu kitapla birlikte 47’ler ile Füruzan’ı, Yenişehirde Bir Öğle Vaktiyle de Sevgi Soysal’ı hatırladım. Tarihimizin en karanlık dönemlerinde yaşananların edebiyatını sihirli parmaklarıyla bize miras bırakan kadın yazarlarımıza bir kez daha selam olsun. 

FATMA DEMİRCİ










25 Aralık 2023 Pazartesi

 HER GECE BODRUM/ SELİM İLERİ/ ARALIK 2023

 

KİTAP HAKKINDA

Her Gece Bodrum, çağdaş Türk edebiyatının temel romanlarından biri... Edebiyatımızın en büyük ustalarından Selim İleri'yi geniş okur kitleleriyle buluşturan bu eser, yazıldığı günden beri tazeliğini yitirmedi, her kuşak tarafından yeniden keşfedilip okundu.

"Deniz çalkantılarla çarpıyordu kıyılara. İnsanlar, çılgın kalabalık, bir içgüdüyle, tutsakmışçasına kıyı kahvelerine çıkıyorlardı. Dünyanın bütün dilleri konuşuluyordu sokaklarda. Teknelerin yapıldığı sokakta, daracık sokaklarda, şimdi yürüdükleri yolda; her yerde konuşuluyordu. Hızarlar dönüyordu. Kimi çiçekler günbatımıyla kapatıyorlardı taçyapraklarını. Fırınlar çalışıyordu. Kargalar kaleye dönüyorlardı. Akşamüzeri kısaydı, ama inanılmaz bir hareketlilik göze çarpıyordu."

Her Gece Bodrum, çılgın kalabalıkların gerisindeki hüznü, içe kapanışı, cinsel yalnızlığı hissedenler için...


SELİM İLERİ KİMDİR?

Ali Selim İleri (d. 30 Nisan 1949, Kadıköy, İstanbul, Türkiye), Türk yazar, senarist, eleştirmen. Kadıköy'de doğan yazar, adını I. Selim'den aldı. Lise öğretmenleri Vedat Günyol ve Rauf Mutluay'ın etkisiyle edebiyata yöneldi. Lise ikinci sınıftayken Peride Celal'in Dar Yol (1949) romanından esinlenerek yazdığı Unutulmak adlı romanının yayımlanmasını için yayınevlerini dolaştı fakat reddedildi. 1967'de "Savaş Çiçekleri" adında bir öyküsü Yeni Ufuklar adlı dergide yayımlandı. 1968'da Günyol'un da yardımıyla öykülerinin yer aldığı Cumartesi Yalnızlığı/Güz Notları kitabı yayımlandı ve merhum babasına ithaf etti. 1970'lerin başında tanıştığı Halit Refiğ'in etkisiyle senaryo yazmaya başladı. 1971'de Cennetin Kapısı adlı ilk senaryosunu yazdı. 1973'te Destan Gönüller adıyla ilk romanı yayımlandı. Dostlukların Son Günü adlı öykü kitabıyla 1975'te yayımlanmasının ardından 1976'da Sait Faik Öykü Ödülü'nü kazandı. Günümüze kadar çeşitli türlerde birçok eser verdi.

 

Hayatı

Selim İleri, 30 Nisan 1949'da İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdu. Selim ismini Yavuz Sultan Selim'den ötürü ablası Meral İleri koydu. Babası yüksek makine mühendisi Hasan Hilmi İleri, annesi ise ev hanımı Süheyla İleri'dir. 1953'te konuk profesör olarak Almanya'ya giden babası ailesini yanında götürdü.[3] İlkokula başlayacağı yıl aile İstanbul'a döndü. 1955'te Cihangir İlkokulu'nda birinci sınıfı okudu. Birinci sınıf bitmek üzereyken okumayı sökememiştir. Sonraki sınıfları ise Firuzağa İlkokulu'nda okudu. 1960'ta ortaokul eğitimini Galatasaray Lisesi'nde yatılı olarak aldı. Buradan ayrılıp önce Bakırköy Lisesi'ne ardından Atatürk Erkek Lisesi'ne kaydolur. Burada Kafka'yı Türkçeye kazandıran Fransızca öğretmeni, edebiyatçı Vedat Günyol ve edebiyat öğretmeni, yazar Rauf Mutluay, İleri'nin hayatına etki eder.

İleri, lise ikinci sınıftayken Peride Celal'in Dar Yol (1949) romanından esinlenerek yazdığı Unutulmak adlı romanının yayımlanmasını için yayınevlerini dolaştı fakat reddedildikten sonra Dünya gazetesinde de tefrika edilmemesiyle romanı yırttı. Cumhuriyet gazetesinin genç yazarların çalışmalarına şans tanıyacaklarını duyurmasıyla Karanlık Yüzlü Günün Aydınlığı adında bir roman yazıp gazeteye götürdü. Roman acemice bulundu fakat İleri'nin yetenekli olduğu ifade edildi. İleri, ikinci romanı Unutulmak'ı da götürdüğünde yayımlanması için Remzi Kitabevi'ne yönlendirildi fakat yayınevi basılması için gereken yeterliğe sahip olmadığı gerekçesiyle romanı yayımlamayı kabul etmedi. Bir başka romanını yine Cumhuriyet aracılığıyla Varlık Yayınları'na götürdü. Burada Yaşar Nabi Nayır yerli roman basmadıklarını söyleyerek romanı okumadan reddetti. Lise öğretmeni ve Yeni Ufuklar dergisinin yönetmeni Günyol'un yönlendirmesiyle öykü yazmaya başladı. Dergide Cemil Meriç, Ferit Edgü, Nermi Uygur, Orhan Şaik Gökyay gibi edebiyatçılarla tanıştı. Temmuz 1967'de "Savaş Çiçekleri" adında bir öyküsü yayımlandı. İki ay sonra "Bi Keman" adındaki başka bir öyküsü dergide yer aldı. 1968'da Günyol'un da yardımıyla öykülerinin yer aldığı Cumartesi Yalnızlığı/Güz Notları kitabı yayımlandı ve merhum babasına ithaf etti. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne başladı fakat 1972'de fakülteyi yarıda bıraktı.

1971'de ikinci öykü kitabı Pastırma Yazı yayımlandı. Kitap, Peride Celal'in Gecenin Ucundaki Işık (1963) romanının etkisi altındadır. Fakat yeterli ilgiyi görmez. 1970'lerin başında tanıştığı Halit Refiğ, Türk sinemasının yeni senaryo yazarlarına ihtiyacı olduğunu ve İleri'ye senaryo yazmasını önerdi. Böylece 1971'de Cennetin Kapısı adlı ilk senaryosunu yazdı. Yazdığı uyarlama bir senaryo Zeki Ökten tarafından Kadın Yapar adıyla filme çevrildi. İlk özgün senaryosu Bir Demet Menekşe'dir. Damsız Evler, Çürüme, Düşman Gözler ise filme çevrilmeyen senaryolarıdır.

1973'te Destan Gönüller adıyla ilk romanı yayımlandı. Dostlukların Son Günü adlı öykü kitabı 1975'te yayımlanmasının ardından 1976'da Sait Faik Hikâye Armağanı kazandı. Attilâ İlhan'ın teşvikiyle Bu Gece ve Her Gece adında bir roman yazdı ve İlhan'ın isteğiyle Her Gece Bodrum adıyla yayımlandı. 1977'de Türk Dil Kurumu Roman Ödülü kazandı. 1980'de Bir Denizin Eteklerinde öykü kitabıyla 1983'te ilk uzun öyküsü Son Yaz Akşamı yayımlandı. 1983 yılında yayımladığı Annem İçin adlı anı kitabında, annesinin yazarlık yaşamı üzerindeki büyük etkisini dile getirdi. Annesinin ölümüne kadar sekiz yıl süren alzheimer hastalığı yazarın yazarlık anlayışını değiştirdi ve yazarın yaşamında alkolün yeri arttı.

1981'de yazdığı Kırık Bir Aşk Hikâyesi senaryonun filme çevrilmesiyle 1982'de Sinema Yazarlar Birliği tarafından yılın en iyi senaryosu ödülüne layık görüldü. Ardından Seni Kalbime Göndüm ve Göl filmlerinin senaryolarını yazdı. Halit Ziya Uşaklıgil'in Aşk-ı Memnu'nun son sözünü romanına isim verdiği Yaşarken ve Ölürken, Milliyet Sanat tarafından yılın romanı seçildi. Aynı yıl Aşkı-Memnû ya da Uzun Bir Kışın Siyah Günleri adında bir inceleme kitabı yayımladı. Çağdaşlık Sorunları, Düşünce ve Duyarlık (1982), Seni Çok Özledim (1986), O Yakamoz Söner (1987), Perisi Kaçmış Yazılar (1996) gibi kitaplarında Türk edebiyatındaki sorunlara eleştirel gözle yaklaştı. 1983'te Ölünceye Kadar Seninim ve 1984'te Yalancı Şafak romanları yayımlandı fakat yeterli ilgiyi görmedi. 1985'te Saz Caz Düğün Varyete kitabını yayımladı. Asker kaçağı olan İleri, bedelli askerlik çıkacağı söylentileri üzerine gerekli parayı toplamak için Hürriyet'te Hayal ve Istırap adında romanını tefrika ettirdi. 1987'de bedelli askerliğin çıkmasıyla üç aylık askere gitti. Askerlik dönüşü senaryosunu yazdığı ve yönettiği Hiçbir Gece, sinemalarda gösterilmedi ve Antalya Film Festivali'nde ön jüri tarafından geri çevrildi.

1990'larda İleri, tiyatro oyunları yazdı. Cahide Sonku'nun hayatından uyarlama olan Cahide, Ölüm ve Elmas yazarın yazdığı ilk oyundur. Sonraki oyunu olan Allahaısmarladık Cumhuriyet 1997'de hem Afife Jale hem de Avni Dilligil ödüllerini aldı. 1998 sahnelenen Mihri Müşfik: Ölü Bir Kelebek oyunuyla Devlet Sanatçısı unvanını aldı. Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülü'nü aldığı Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın'ı 1991'de yayımladı. Nahit Sırrı Örik'in Kıskanmak (1946) adlı romanından yola çıkarak yazdığı Cemil Şevket Bey/Aynalı Dolaba İki El Revolver 1997'de yayımlanırken 1999'da Ada, Her Yalnızlık Gibi, 2000'de Solmaz Hanım, Kimsesiz Okurlar İçin ve 2001 yılında Bu Yaz, Ayrılığın İlk Yazı Olacak'ı yayımlandı ve roman 2002'de Orhan Kemal Roman Ödülü kazandı.

2006 yılında Fotoğrafı Sana Gönderiyorum adlı kitabı ile öyküye geri döndü. 2007'de Hepsi Alev, Kapalı İktisat ve İstanbul Lale ile Sümbül adlarında üç farklı türde üç kitap yayımladı.

2021'de Erdal Öz Edebiyat Ödülü'nü aldı.

 

Eserleri

Öykü

Cumartesi Yalnızlığı (1968, Adam)

Pastırma Yazı (1971, Bilgi)

Dostlukların Son Günü (1975, Bilgi)

Bir Denizin Eteklerinde (1980, Altın)

Dostlukların Son Günü (1975, Bilgi) (1978 Sait Faik Hikâye Ödülü)

İlk Gençlik Çağına Öyküler I-II-III (Derleyen) (1980, Kültür Bakanlığı)

Eski Defterlerde Solmuş Çiçekler... (1982, Adam)

Son Yaz Akşamı (1983, Altın)

Kötülük, (1992, Remzi)

Fotoğrafı Sana Gönderiyorum (2006, Doğan)

Yağmur Akşamları (2011, Everest)

Roman

Destan Gönüller (1973, Hürriyet)

Her Gece Bodrum (1976, Bilgi) (1977 TDK Roman Ödülü)

Ölüm İlişkileri (1979, Bilgi)

Cehennem Kraliçesi (1980, Altın)

Bir Akşam Alacası (1980, Altın)

Yaşarken ve Ölürken (1981, Altın)

Ölünceye Kadar Seninim (1983, Altın)

Yalancı Şafak (1984, Altın)

Saz Caz Düğün Varyete (1984, Altın)

Hayal ve Istırap (1986, Altın)

Kafes (1987, Özgür Yayın)

Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın (1991, Can)

Kırık Deniz Kabukları (1993, Can)

Gramafon Hala Çalıyor (1995, YKY)

Cahide - Ölüm ve Elmas (1995, YKY)

Cemil Şevket Bey - Aynalı Dolaba İki El Revoler (1997, Oğlak)

Ada, Her Yalnızlık Gibi (1999, Oğlak)

Solmaz Hanım, Kimsesiz Okurlar İçin (2000, Oğlak)

Bu Yaz, Ayrılığın İlk Yazı Olacak (2001, Doğan)

Yarın Yapayalnız (2004, Doğan)

İstanbul Lâle İle Sümbül (2007, Doğan)

Hepsi Alev (2007, Doğan)

Daha Dün (2008, Doğan)

Bu Yalan Tango (2010, Everest)

Mel'un - Bir Us Yarılması (2013, Everest)

Sona Ermek (2017, Everest)

Deneme

Çağdaşlık Sorunu (1978, Günebakan)

Aşk-ı Memnu Ya Da Uzun Bir Kışın Siyah Günleri (1981, Yazko)

Düşünce Duyarlık (1982, Adam)

Kamelyasız Kadınlar (1983, Yazko)

İstanbul Yalnızlığı (1989, İstanbul Kütüphanesi)

Peride Celal'e Armağan (1996, Oğlak)

Perisi Kaçmış Yazılar (1996, İyi Şeyler)

Sepya Mürekkebiyle Yazıldı (1997, Oğlak)

Kurtuluş Savaşı ve Edebiyatımız (1998, Oğlak)

İstanbul Yıldızlar Altında (1999, Oğlak)

Kırık İnceliklerin Şairi - Behçet Necatigil (1999, Kaf)

Ay Hala Güzel (1999, Kaf)

Biten (İki) Yüzyıl (2000, Oğlak)

Evimizin Tek Istakozu (2000, Oğlak)

İstanbul Seni Unutmadım (2001, Oğlak)

Oburcuğun Edebiyat Kitabı (2002, Doğan)

Rüyamdaki Sofralar (2003, Doğan)

Uzak, Hep Uzak (2003, Doğan)

İstanbul'un Sandık Odası (2004, Doğan)

Kar Yağıyor Hayatıma (2005, Doğan)

Cengiz Tacer - Denizden Yana, Çölden Yana (2005, Milli Reassürans)

İstanbul Hatıralar Kolonyası (2006, Doğan)

İstanbul'un Tramvayları Dan Dan (2008, Doğan)

İstanbul İlk Romanımda Leylak (2009, Everest)

Oburcuk Mutfakta (2010, Everest)

Yaşadığım İstanbul (2012, Everest)

İstanbul Mayısta Bir Akşamdı (2014, Everest)

Edebiyatımızın Sevdiğim Romanlar Kılavuzu (2015, Everest)

İstanbul Bu Gece Yine Sensiz (2016, Everest)

Anı

Annem İçin (1983, Ada)

Hatırlıyorum (1984, Altın)

Seni Çok Özledim (1986, Özgür Yayın)

O Yakamoz Söner (1987, Ada)

Anılar; Issız ve Yağmurlu (2002, Doğan)

Oyun

Allahasmarladık Cumhuriyet

Ölü Bir Kelebek - Toplu Oyunlar (1998, Oğlak)

Şiir

Ay Işığı (1986, Özgür Yayın)

Söyleşi

Atilla İlhan, Nam-ı Diğer Kaptan (2002, İş Bankası)

Şimdi Seni Konuşuyorduk (2007, Doğan)

O Aşk Dinmedi (Ayşe Sarısayın ile) (2017, Everest

Senaryoları

2007 - Kilit (Sinema Filmi)

1999 - Kerem (TV Filmi)

1994 - Bir Aşk Uğruna (TV Dizisi)

1992 - Yedikuleli Mihriban (TV Dizisi)

1992 - Her Gece Bodrum (Sinema Filmi)

1990 - Yalancı Şafak (TV Dizisi)

1990 - Bir Yalnız Melek (Sinema Filmi)

1989 - Hiçbir Gece (Sinema Filmi)

1987 - Afife Jale (Sinema Filmi)

1982 - Seni Kalbime Gömdüm (Sinema Filmi)

1982 - Göl (Sinema Filmi)

1981 - Kırık Bir Aşk Hikâyesi (Sinema Filmi), diyaloglarını yazdı

1978 - Seninle Son Defa (Sinema Filmi)

1975 - Çapkın Hırsız (Sinema Filmi)

1974 - Askerin Dönüşü (Sinema Filmi)

1973 - Cennetin Kapısı (Sinema Filmi)

1973 - Bir Demet Menekşe (Sinema Filmi)

1972 - Yaralı Kurt (Sinema Filmi)

1972 - Kadın Yapar (Sinema Filmi)

1972 - Günahsızlar (Sinema Filmi)

Oynadığı filmler

1990 - Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu (Sinema Filmi) 1990, Yazar

1991 - Şen Dullar (TV Dizisi)

Yönettiği filmler

1989 - Hiçbir Gece (Sinema Filmi)

1992 - Yedikuleli Mihriban (TV Dizisi)


KİTAPTAN ALINTILAR

“Bak, eşya, ne bileyim, anlamsız bir örnek, bıraktığımız gibidir eşya, her gece bizi bekler. Karanlıkta ışığı yakarsın, gündüz okuduğun kitap masanın üstündedir. Ben de böyleyim; bulduğun ve bırakacağın gibi.”

“Sevişirler sevgi nedir bilmeyerek, aşk nedir bilmeyerek.”

“Bütün kasaba yakut ışıltısıyla göz kamaştırırken insan nasıl da tek başına!”

“Bir daha sevmeyeceğim insanları. Telefon numaraları gibi unutuluyorum.”

''...yaşamayarak yaşlanıyorum...''

“...bir daha gidilmeyen bir ülkeydi çocukluk.”

“Dışa vurdu yalnızlık, dışa vurdu insanların acımasızlığı, kötülük dışa vurdu.”

“Konuşmadığımız sürece, bireyselliğimizi dışa vurmadıkça yalana ve kötülüğün dolanlarına saplanacağız. Bir hercaimenekşe değiliz ki, güzel görünsün yüzlerimize taktığımız maskeler. Bir kaya yengeci değiliz ki, birbirimizden ve ayak seslerimizden kaçalım. Bir kırlangıç sürüsü değiliz ki, sıcaktan sıcağa göç edebilelim...”

“Milyonda iki kişi rahat yaşasın diyeydi bu sömürü. Mutluluk milyonda iki kişi içindi. Herkes milyonda iki kişi uğruna çalışıp didiniyordu.”

“Sonra bir insanla yaşamı paylaşmak zordu; bu yüzden evlilik, bir evin dört duvarı gibiydi, pencereler kapanmış, hatta örülmüştü ve her gece karşınızdaki insanın bu kadar dar bir yerde sizden uzaklaştığını hissedecektiniz. Kimse dayanamazdı buna. Birbirine katlanma durumu, ya da birinin öbürüne katlanması. Yıkmak zor gelir insana, üşenilir.”

“...kurallarla sınırlandırılmıştı her şey. Kimse özgür değildi. İnsan yaşamını daha iyi, daha verimli kılamıyorsa özgürlüğünden konuşamazdı.”

“Dünyanın en çirkin ahlâkı: o üç maymun.”

“İnsan çevresinden kaçmak istiyordu kimi zaman. Bir yığın arkadaşlık, bir yığın kimsesizlik! Ayrıca insan kimsesizliği besleyebilir, ondan yeni bir sözcük, yeni bir dil yaratabilir. Böylece herkesin birbiriyle olan ilişkisi biter, tek başına kalmak, bu ortamda bir onura dönüşürdü.”

“Özenti, her şey özenti burada.”

“Bir tutanakçı gibiyim, çok eski ve unutulmuş bir tarihçiyim. Kendimin tarihini yazıyorum.”


YORUMLARIMIZ

Romanın genel özelliği, yaşamla barışık olmayan, huzursuz ve çevreleriyle sağlıklı iletişime geçemeyen kişilerin kendi iç dünyalarına gizlenmeyi tercih etmeleridir. Onun figürleri içinde yaşadıkları ortamın kültürüne yabancılaşmış ve en yakın çevreleriyle bile iletişim kuramayan kişilerdir. Aydınların daha çok iç dünyalarında yaşadıkları ayrılık, duygusal uzaklık ve sevgisizlik gibi kırılgan duyarlılıklarını anlatır.

 Cem ve Emine yaşanılan iletişimsizlik, yabancılaşma ve çelişkileri sorgulayan roman kişileridir.

Romanda burjuva kesimini temsil eden Betigül’ün İstanbul’daki kış eğlencelerinde tanışan gençler birlikte tatile gidiyorlar Bodrum’a. Cem, Tarık, Murat, Kerem, orada Betigül ve sevgilisi Haydar ile buluşuyorlar ve sonradan onlara Emine, erkek kardeşi Ahmet ve Ahmet’in İngiliz kız arkadaşı Katharina eşlik ediyor.  Roman boyunca da sanki bir kamera, kısa süreli zumlamalarla geriye dönüşler, iç monolog ve bilinç akışı tekniği yoğun şekilde kullanılarak başta Cem ve Emine’nin olmak üzere diğer kişilerin iç dünyalarını okura yansıtıyor.

On beş günlük bir tatil sürecinin sadece üç gününü anlatan roman, Cem’le Murat ve Tarık’ın İstanbul’a dönüşleriyle sona erer. Bütünüyle içsel konuşma tekniğine ( bilinç akışı) dayalı bu dönüş sahnesinde Cem iç duyarlıklarından uzaklaşmış, Murat’sa yönü ne olursa olsun asıl kalıcılığın sevgide olduğunu fark etmiştir. Roman dönemin toplumsal şartlarının kişiyi kendi seçimlerini özgürce yapmasına engel olduğunu ve esas olanın kişinin öz duyarlılığını takip etmesi olduğu inancı üzerine kurgulanmıştır.

Romanın esas başarısı öz Türkçeciliğin katı bir biçimde uygulandığı ve Türk romanına politik çatışmaların hâkim olduğu bir dönemde bireysel duyarlılıkların, ince duyguların içlenmelerin, karşılıksız sevdaların naif bir üslupla, anlatılmış olmasıdır.

Bodrum' u çok güzel tasvir ediyor ki sadece güzelliklerini değil, kusurlu yanlarını da yüzümüze vuruyor. Bir yandan doğal güzelliklerini görürken diğer yandan nasıl tatil uğruna rant yeri olduğunu görüyoruz.

Selim İleri'nin "Bodrum Üçlemesi"(Cehennem Kraliçesi- Ölüm İlişkileri- Her Gece Bodrum) cinselliğin tüm gerçekliği ile işlendiği ve bu özelikleriyle o dönemin kimi edebiyat çevrelerinde tepkiyle karşılana romanlarıdır. Yazarın bu tavrı cinsel açıdan baskıcı ve mutsuz bir toplum içinde yaşayan bireyin cinsellikten soyutlamayacağı düşüncesinin bir sonucudur.

İnsana kötü hisler yaşatsa da sosyal anlamda hepimizin yaşadığı ve gözlemlediği bu dibe doğru gidiş duygusunu hissettiren başarılı bir eser. 

GÜLAY TOKER





 

SUMERLİ LUDİNGİRRA/ Geçmişe Dönük Bilimkurgu/ MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ/ 

ARALIK 2023


KİTAP HAKKINDA

Sumerli Ludingirra, Sumerolog Muazzez İlmiye Çığ'ın bir ömür verdiği çalışmalarının özüdür. İstanbul Arkeoloji Müzelerinde bulunan ve Sumer, Akad, Hitit dillerinde yazılmış 74 000 çivi yazılı belge üzerinde 33 yıl çalışan, araştırmalarını bugün de sürdüren Çığ'ı, Sumerliler üzerine yayımlanmış çok sayıda kitap, makale ve çeviri eserlerinden tanıyoruz. Yine Kaynak Yayınları'ndan çıkan Kur'an İncil ve Tevrat'ın Sumer'deki Kökeni adlı kitabında (Kasım 1995), kutsal kitapların Sumer yazılı belgelerindeki kaynaklarını inceleyen Çığ, bu kez, Sumerli Şair Ludingirra'nın ağızından, Sumer kültürünü anlatıyor. Anlatılanların tümü, çiviyazılı belgelerdeki bilgilerdir. eser, bir "kurgu" değil; konuya 56 yılını vermiş bir uzmanın ulaştığı bilimsel düzeyin ve olgunluğun ürünüdür. Sumerli şairler, üçü dışında, imzalarını kullanmamışlır. İşke Ludingirra, adı bugüne ulaşan üç Sumer şairinden biridir. Dört bin yıl önce yaşamış Ludingirra ile tarihin derinliklerine uzanan zevkli bir yolculuğa çıkacaksınız. Her sözcüğü 56 yıllık birikimin içinden süzülerek gelen bu çalışmayı, konuyla ilgili Sumer tabletleri, Nippur şehri haritası ve öteki belgelrin fotoğraflarıyla birlikte okura sunuyoruz.


MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ KİMDİR?

Muazzez İlmiye Çığ (20 Haziran 1914, Bursa), Türk sumerolog.

Ailesi köken olarak Kırımlı göçmenlerden olup babası Kırım'dan Amasya, Merzifon'a, annesi ise Kırım'dan Bursa'ya göçmüştür. Ailesi İzmir'de yaşamaktayken, 15 Mayıs 1919 tarihinde meydana gelen İzmir'in işgali ardından daha güvenli bir yer olan Çorum'a yerleşti.

 

Eğitim ve kariyer

İlkokula Çorum'da başladı. Daha sonra ailece Bursa'ya taşındılar. Bursa'da özel bir okul olan Bizim Mektepte Fransızca ve keman dersleri aldı. 1926'da sınavla Bursa Kız Muallim Mektebine (Bursa Kız Öğretmen Okulu) girdi. 1931 yılında mezun oldu ve babasının da öğretmenlik yapmakta olduğu Eskişehir'e tayin oldu. Eskişehir'de öğretmenlik mesleğini 4.5 yıl yaptı. Bu sırada kardeşi Turan İtil (1924-2014) beyin cerrahı olmak için Amerika'ya gitti.

15 Şubat 1936 tarihinde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Hititoloji bölümüne kaydoldu. Nazi Almanya'sından Türkiye'ye iltica etmiş olan ve Ankara Üniversitesinde dersler veren Prof. Dr. Hans Gustav Guterbock'dan Hitit Dili ve Kültürü derslerini, Prof. Dr. Benno Landsberger'den Sümer ve Akad Dilleri ve Mezopotamya Kültürü derslerini aldı. 1940 yılında Ankara Üniversitesinden mezun olduktan sonra İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi Çivi yazılı Belgeler Arşivine uzman olarak atandı. Aynı yıl Kemal Çığ ile evlenmişti. Müzede çalıştığı 31 yıl boyunca meslektaşı Hatice Kızılyay ve Dr. F. R. Kraus ile birlikte müzenin deposunda bulunan Sümer, Akad ve Hitit dillerinde yazılmış on binlerce tableti temizleyip, sınıflandırıp numaralandırdı, 74 bin tabletten oluşan çivi yazılı belgeler arşivini oluşturdu, 3 bin tabletin kopyasını yapıp katalog halinde yayımladı. 

1957'de Münih'teki Oryantalistler Kongresi'ne katıldı. 1960'ta Heidelberg Üniversitesinde 6 aylık bir çalışma yaptı. 1965'te Roma'da sergilenen Hitit sergisini bu şehirden alarak Londra'ya götürdü. 1972'de emekliye ayrıldı.

Sümer çivi yazısı

Emeklilikten sonra bir süre yurtdışında yaşayan Muazzez İlmiye Çığ, 1988'de Philadelphia'daki Asuroloji kongresine katıldı. Prof. Kramer'in History Begins at Sumer adlı kitabını Türkçeye çevirdi ve kitap 1990'da “Tarih Sumerle Başlar” adıyla Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlandı. Kitabın çok ilgi görmesi üzerine 1993'te çocuklara yönelik Zaman Tüneliyle Sümerlere Yolculuk da dahil Sümer ve Hitit kültürlerini tanıtan 13 kitap yazdı.

 Muazzez İlmiye Çığ'ın özel arşivi Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı'ndadır.

 Ödüller

Adana Tepebağ Rotary Kulübü, Meslek Hizmet Ödülü

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarafından Fahri Doktora unvanı, 4 Mayıs 2000

Osmaniye'nin Çardak köyündeki Anadolu Halk Bilimleri ve Kültür Derneği tarafından "Özgür İnsan Ödülü", 2005

Vatandaşlık Tepkilerim isimli kitabı, Galatasaray Rotary Kulübü tarafından İngilizceye çevrilerek Avrupa ve Amerika'daki üniversite kütüphanelerine dağıtılmıştır.

Uluslararası Lions Kulüpleri Derneği tarafından "Melvin Jones Dostluk Ödülü", 2014

Dava

Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği ve Vatandaşlık Tepkilerim isimli kitaplarında kadınlarda başörtüsünün köklerinin Akadlara dayandığını yazmıştı. Bu kitapları 2007 yılında kamuoyunda yankı uyandırdı. 2007 yılında "Vatandaşlık Tepkilerim" adlı kitabında "halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek" suçuyla yargılandı ve ilk celsede beraat etti.

 

Kitapları

"Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni", 1995, Kaynak Yayınları

"Sümerli Ludingirra - "Zaman Tüneliyle Yolculuk", 1996, Kaynak Yayınları

"İbrahim Peygamber - Sümer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara Göre", 1997, Kaynak Yayınları

"İnanna'nın Aşkı - Sümer'de İnanç ve Kutsal Evlenme", 1998, Kaynak Yayınları

"Zaman Tüneliyle Sümer'e Yolculuk", 1998, Kaynak Yayınları (Genişletilmiş ikinci basım; ilk basım 1993, Kültür Bakanlığı Yayınları)

"Hititler ve Hattuşa - İştar'ın Kaleminden", 2000, Kaynak Yayınları

"Gilgameş - Tarihte İlk Kral Kahraman", 2000, Kaynak Yayınları

"Ortadoğu Uygarlık Mirası", 2002, Kaynak Yayınları

"Ortadoğu Uygarlık Mirası 2", 2003, Kaynak Yayınları

"Sümer Hayvan Masalları", 2003, Kaynak Yayınları

"Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği", 2004, Kaynak Yayınları

"Vatandaşlık Tepkilerim", 2004, Kaynak Yayınları

"Atatürk Düşünüyor", 2005, Kaynak Yayınları

"Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği", 2005, Kaynak Yayınları

"Çivi Çiviyi Söker - Muazzez İlmiye Çığ Kitabı", Serhat Öztürk, 2002, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

"Sümerlilerde Tufan - Tufan'da Türkler", 2008, "Kaynak Yayınları"


SUMERLER HAKKINDA

Sümerler (Sümerce: 𒅴𒄀 eme-gi veya 𒅴𒂠 eme-g̃ir), yaklaşık MÖ 4000-2000 yılları arasında Irak'ın güneyinde (Güney Mezopotamya) yerleşik hayata geçmiş olup medeniyetin beşiği olarak bilinen coğrafi bölgede yaşamış bir uygarlıktır. MÖ 6'ncı ve 5'nci milenyumda Kalkolitik ve Erken Tunç Çağı dönemi arasında ortaya çıkmış olup Dünyanın bilinen en eski uygarlıklarından birisi olarak kabul edilmektedir.

Sümerler, "Bereketli Hilal" olarak adlandırılan Mezopotamya bölgesinde ortaya çıkan sayısız medeniyetin temelini atmıştır. Ayrıca yazı ve astronomi de tarihte ilk kez Mezopotamya'da, Sümerlerde ortaya çıkmıştır. Genel düşünce, Sümerlerin, çağdaşı olan halklarla yakın bir etkileşim ve benzerliklerinin olduğu yönündedir.

Sümer Devleti'nin, Sami olmayan izole bir topluluk tarafından kurulmuş olduğu kabul edilmektedir. 

Mezopotamya'da yaşayan birçok farklı kavimden ilk öne çıkan ve daha sonraki medeni oluşumların temelini atan Sümerlerdir. Gerek yazı, dil, tıp, astronomi, matematik; gerekse de din, fal, büyü, mitoloji gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplum Sümerlerdir. "Yaratılış" ve "Tufan"a, "Emeş ve Enten"e ilk kez Sümerlerde rastlanır. Yılbaşı ağacı süsleme, evlilik yüzüğü, nazar boncuğu da ilk olarak Sümerlerde görülmüştür. Sümer döneminde 21'i küçük olan yaklaşık 35 büyük şehir ve kasaba vardı. Bunlar arasında Kiş, Nippur, Zabalam, Umma, Lagaş, Eridu, Uruk ve Ur sayılabilir.

Sümerlerin dini inanış biçimleri oldukça mistik ve fantastik bir şekildedir. Çok tanrılı bir inanışla beraber her nesnenin bir tanrısı olduğu inancına sahip olmuşlardır. Sümerlerin bu tanrıları insan görünümünde fakat insanüstü güçlere sahip tanrılardır.

Sümer tanrıları insanlara ne istediklerini söylemez, ancak insanlar onlara ne istediklerini sorabilir ve bu sorularına cevap alabilirlerdi. Sümer halkı tanrılarla iletişimlerini Ziggurat adı verdikleri tapınaklarda gerçekleştiriyorlardı. Bu Ziggurat’lar, tanrıyla iletişim kurabildiğine inanılan insan olan, Rahipler tarafından işletilirdi. Din adamları tanrılara istediklerini sorar, onlara kurbanlar adar ve kendilerine azap etmemesi için tanrılarına yalvarıp dua ederlerdi.

Ziggurat’lar, o günün şartlarında mümkün olabildiğince yüksek inşa ediliyordu bunun sebebi ise tanrıların en güçlüsü, ulu tanrı olan Gök Tanrısı’na yakın olmaktı. Din adamı veya Rahipler, Sümer Kralları tarafından yetkilendirilmişlerdi. Zaten Sümer Kralları da en yüksek derecedeki Rahiplerden seçilmiş ve yarı tanrı statüsünde olmuş kişilerdi. Kralların da en ulvi görevi insanları yönetmekti.

Sumerledeki tanrılar ise şu şekildeydi;

Anu: İlk tanrı, baş tanrı ve gök tanrısıdır.

Ki: İlk tanrının dişisi ve yer tanrısıdır.

Enlil: Hava tanrısı ve sonraki diğer tüm tanrıların babasıdır.

Enki: Bilgelik tanrısıdır.

Ninmah: Ana tanrıçadır.

Nanna: Ay tanrısıdır.

Utu: Güneş tanrısı ve Nanna’nın oğludur.

Ecem: Tanrıların kraliçesidir.

İnanna: Aşk ve bereket tanrısıdır.

Aşnan: Tahıl tanrısıdır.

Lahar: Sığır tanrısıdır.


 Sumerlerde Sosyal Yaşam, Bilim ve Teknik

Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler, bilim ve teknik konularında içinde bulunulan tarih çağının oldukça ilerisinde olmuşlardır. Sümerlerin çanak, çömlek, kazan, ekmek pişirme tandırları gibi birçok araç ve gereci yapmışlardır. Bununla birlikte Sümerler sert ve güçlü madenleri de işlemiş oldukça gelişmiş bir yapı tekniği kullanarak taş, kerpiç ve tuğlalar kullanarak iki ve üç katlı evler inşa etmişlerdir.

Şaşırtıcı şekilde bir sulama sistemi kullanan Sümerler, bataklıkları kurutup yaşadıkları yerlere kanallarla su taşımışlardır. Bentler yapmışlar, sel baskınlarının önlemişler ve barajlar yaparak ihtiyaç suyunu koruma altına almışlardır. Sümerler yapmış oldukları düzenli sulama ile tarım arazilerinden oldukça verim almış ve elde ettikleri mahsulleri depolamayı başarabilmişlerdir. Tarihte tekerleği de icat etmiş olan Sümerler, tarım alanlarını öküz ve sabanlarla işlemişlerdir.

Bilim ve Teknik alanında diğer tüm toplumların önünde olan Sümerler, Matematik ve Geometrinin temellerini atmışlardır. Matematiğin temeli olan dört işlemi bulmuşlar ve dairenin alanını hesaplamayı başarmışlardır. Sümerler, tüm bunların yanında zaman hesaplamasında inanılmaz bir başarı elde ederek gelişmiş bir takvim kullanmaya başlamışlardır. Tarihte Ay yılına dayalı ilk takvimi bulmuş olan Sümerler takviminde, yıl 360 gün, aylar 30’ar gün olarak hesaplanmıştır. Bütün bunlara ek olarak güneş saatini de ilk Sümerler bulmuştur. Bu güneş saati yalnızca günleri ve ayları değil güneşin hareketleriyle saatleri de hesaplamışlardır. Sümerlerin bütün bu çalışmaları günümüzdeki Matematik, Geometri ve Astronominin temellerini atmıştır. Fakat bütün bu çalışmaların arasındaki en önemli önemli bir icat olan tekerleğin icadı, tarihteki süreçleri ve gelişmeleri nasıl etkilediğine bir göz atalım.

Tekerlek

Günümüzde hayatımız kolaylaştıran, uzun mesafeleri kısa yapan birçok  aracın  olmazsa olmazıdır tekerlek. Bilinen en eski zamanlardan beri gerek yük taşımak, gerekse insan taşımak için kullanılagelmiştir. Tekerleği tanımlayacak olursak, hepimizin de bildiği gibi dairesel bir forma sahip olan, çoğunlukla yük taşımaya yarayan araçların hareket etmesini sağlayan mekanizmanın adıdır.

Tarihçesi MÖ 5000 yıl kadar önceye dayanan tekerleğin ilk izlerine Mezopotamya’da rastlanmıştır. Speiser ve Gawrada adlı iki arkeolog yaptıkları kazılarda, MÖ 3500 yıllarına ait bir Sümer piktogramında çizilen tekerlekli kazığa rastlamışlardır. Sümer kalıntılarında sürücü, iki tekerliğin ortasında bulunan bir eyerde ata biner vaziyettedir. Yine İngiliz araştırmacı Wolley, tam olarak nede kullanıldığını çözemediği MÖ. 2950 yıllarına ait bir tekerleğe rastlamıştır. Tüm bunların yanında tekerleğin ilk kez Kuzey Kafkasya Orta Avrupa’da kullanıldığına dair görüşler de olmakla birlikte tekerleğin orijinal vatanıyla ilgili görüş ayrılıkları hâlâ sürmektedir.

İzlerine ilk kez Mezopotamya’da rastlanan tekerleğin nasıl keşfedildiği merak konusu olmuştur. Tekerliğin, kütüklerin yuvarlanarak ilerlemesinden esinlenilerek icat edildiği düşünülmekle birlikte ilk tekerleğin üç noktadan yere temas ettirilen bir mekanizmaya sahip olduğu bilinmektedir.

Batı’da bulunan kalıntılardaki tekerlekler, oyuncakların alt kısımlarını destekleyen taştan bir mekanizma şeklinde dizayn edilmiştir. Batı’da büyük baş hayvandan ziyade, küçükbaş hayvanların evcilleştirilmiş olması tekerleğin daha geç dönemlerde kullanılmasına neden ,olmuş ve Batı’nın gelişmesinin  önündeki en büyük engel olmuştur. 

Sümerlerin kullandığı araba tekerlekleri, zaman geçtikçe dört tekerlek formunu almış ve arabanın kayışlar yardımıyla atlara bağlanması şeklinde kullanılmıştır. Mısır’da ise ilk olarak eşek ve öküzler yardımıyla çekilen arabalar kullanılmıştır. Bu arabalar  özellikle savaş zamanlarında kullanılmaya başlanmıştır. Mısırlılara ait belgelerde Firavun, savaş arabasının üstünde savaşa gider pozisyonda resmedilmiştir. Tekerleğin zaman içerisinde yük ve insan taşımaktan başka alanlarda kullanıldığını bilmekteyiz. Yapılan kazılarda bulunan MÖ 400’lü yıllara ait çömlekçi çarkı ve su çarkı bunun ispatıdır.

19. yüzyıla gelindiğinde Güney Afrika, Etiyopya ve Somali dışında her yerde kullanılan tekerlek,  buralarda da Avrupalıların gelişi ile birlikte  kullanılmaya başlamıştır. Eski zamanlarda ağaç  kütüklerinin yuvarlanması sonucu keşfedilen tekerlek, günümüzde gelişip, farklı fonksiyonları ile modern formunu almıştır. Kullanım alanı itibariyle öncelikle yük taşımak maksadını taşımış,  ilerleyen yıllarda ise, teknolojinin gelişmesiyle savaş-araç gereçlerinin taşınması ve bir yerden bir yere kolayca gidebilme vazifelerini görmüştür.

 

 Sumerlerin Tarihe ve Bütün İnsanlığa Armağanı

Sümer dili ve uzmanı ünlü yazar, Samuel Noah Kramer, Sümerleri anlattığı meşhur esirine "Tarih Sümer’de başlar"  ismini vermiştir. Böylece Kramer, tarihin başlangıcının yazı ile olduğunu vurgulayarak, yazıyı ilk kullananların da Sümerler olduğuna  dikkat çekmek istemiştir.  Arkeolojik bulgular, bilinen ilk yazı sisteminin Sümerler’e ait olduğunu göstermektedir.

Çivi Yazısı

İlk yazı örnekleri M.Ö. 3300 yıllarında Sümerlerin Uruk şehrinde  bulunmuştur. Bulunan bu  yazılar, ucu sivri araçlarla yazıldığından çivi yazısı ismini almıştır. Sümer yazısı, ya da çivi yazısı adı verilen bu yazı, Sümer rahipleri tarafından tapınak ve depolardaki malları kayıt altına almak amacıyla kullanılmıştır. Buradaki asıl amaç, depolardaki malların isimlerinin belirlenerek birbirleriyle karışmasını önlemek olmuştur. Sümerlerden sonra başka milletler de çivi yazısını geliştirip kullanmışlardır. Bunlar; Akadlar, Elamlar, Hititler, Urartular ve Fenikeler gibi uygarlıklardır. Birçok kavim tarından kullanılan ve çözülmesi zor olan çivi yazısı, 1844’te bir İngiliz subay olan Henry Ravlinson tarafından çözülmüştür. Böylece ilk uygarlıklara dair bilgiler de gün yüzüne çıkarılmaya başlanmıştır. Bu yazı tipi papirüs’ün icat edilmesiyle son bulmuştur.

Bira

Sümerleri meşhur eden bir şey daha var: Bira! Arkeologlar Mezopotamya’da bira yapımının MÖ 4. binyıla dayandığını kanıtlayan bulgulara rastladı. Kullandıkları mayalama yöntemi bugün hala gizemini korusa da yaptıkları biranın çok kıvamlı oluşundan dolayı özel bir kamışla içilen arpa özlü bir karışım olduğu görülüyor. Sümerler biralarının besin zengini malzemelerinden övgüyle söz etmiş ve biranın “neşeli bir kalp ve memnun bir ciğerin” anahtarı olduğunu söylemişti. Hatta bira bulduğuna inanılan ve uğruna yazılan ilahi de yere konulmuş maltı suladığı söylenen Ninkasi adında bir tanrıça bile vardı.

Sumerlerin kurduğu matematiksel temeller bugün hala varlığını sürdürüyor.

Altmış saniyelik dakikalar ve altmış dakikalık saatlerin kökeni Antik Mezopotamya’ya dayanıyor. Modern matematiğin onluk sisteme dayalı olması gibi, Sümerler de 60’lık birliklere dayalı bir sayı sistemi kullanıyordu. Kolayca bölünebilen bu sayı sistemi daha sonra bunu ayların uzunluğu üzerine astronomik hesaplamalar yapmakta kullanacak Babiller tarafından benimsendi. 60’lık sistem zaman içinde kullanımdan kalksa da bıraktığı miras bugün bile hem saat hem dakika ölçümlerimizde bizimle. Sümerlerin altmışlık sayı sistemlerinin diğer kalıntıları günümüzde, dairenin 360 derece olması gibi uzamsal ölçümlerde varlığını sürdürüyor.

Mezopotamya'nın bilinen en eski medeniyetlerinden birini oluşturan Sumerler 19. yüzyılda tesadüfen keşfedilene kadar bilinmiyordu.

Mezopotanya’nın MÖ. 2. binyılın başlarında Amoritler ve Babiller tarafından hakimiyet altına alınmasından sonra Sümerler kademeli olarak kültürel kimliklerini kaybedip bir politik güç olarak varlıklarını sürdüremediler. Tarihlerine, dillerine, teknolojilerine dair her şey hatta adları bile unutuldu. Sırları, İngiliz ve Fransız arkeologlar 19. Yüzyılda antik Asurlular hakkında kanıt ararken Sümer eserlerine rastlayana kadar Irak çöllerinin kızgın kumları altında gömülü kaldı. Henry Rawlinson, Edward Hincks, Julius Oppert ve Paul Haupt gibi araştırmacılar çivi yazısının deşifre edilmesinde öncü olarak tarihçilerin erken Mezopotamya’nın uzun kayıp tarihini ve edebiyatını incelemesi için uygun yolu açtı. O tarihten beri arkeologlar Sümer sanatı, çömlekçiliği, heykelciliğine dair sayısız eserin yanı sıra büyük bir çoğunluğu bugün hala tercüme edilmeyi bekleyen 500.000 kadar kil tablet keşfetti.

 

SUMERLİ LUDİNGİRRA/ KİTAPTAN ALINTILAR

“Bizim halkımızın en büyük özelliklerinden biri de bilginleri, okumuşları bir kral kadar saymaları, onlara önem vermeleridir.”

"Bir beyiniz, bir kralınız olabilir, ama asıl korkulacak vergi memurudur."

“Bizde evlilikler çok eski zamanlardan beri tanıklar önünde yazılı olarak yapılan bir sözleşme ile yasal olur. Sözleşmesi olmayan bir evlilik yasa sayılmadığı için, boşanma halinde tazminat alınmaz. Bir erkek yasal olarak tek kadınla evlenebilir.”

“Biz insanları bir türlü anlamıyorum. Kısacık yaşam günlerimizi ülkemize ve insanlığa yararlı işler yaparak geçirsek; sen ben diyerek birbirimizi yok etmeye, meydana getirdiğimiz bu güzel ülkeyi ve sanat eserlerini kırıp dökmeye çalışmasak ne olurdu!...”

“Son zamanlarda kente çeşitli yerlerden gelenlerle, ahlak bozulmaya başladı. Hele krallarımızın, yabancı ülkelerden getirdikleri esirleri, devlet işlerinde çalıştırılmak üzere Nippur'a yakın bir yere yerleştirilmeleri, bunu daha da çabuklaştırdı.”

“…Kızın ailesi iyi olarak tanınmış bir Sumerli idi.

Onlar da kızlarına, modaya uyup Akad adı koymuşlardı. Hemen annem, babam gidip kızın annesi ve babası ile konuştu. Biz erkek tarafı olarak, yalnız evlenme harcamalarını karşılayacaktık. Eğer bir Akad kızı ile evlenmeye kalksaydım, onlar kızı satar gibi bir başlık parası isterlerdi. Bizde böyle ilkel bir görenek yoktur.”

“Mademki biliyorsun, neden öğretmiyorsun?

Sümer Atasözü”

“Yazı; sanatın babası, konuşmanın ve bilginin annesidir..”

“Sarı saçlı, mavi gözlü insan nasıl olur, bir türlü gözümde canlandıramıyorum; pek hoş olacağını da düşünemiyorum. Benim ülkemde böyle birini hiç görmedim. Biz kara saçlı, kara gözlüyüz.”

“Bizim için yalnız yazı öğrenmek yeterli değil, anlatılmak istenileni de düzgün ve anlaşılır şekilde yazmak gerek.”

“Biz ozan ruhlu bir milletiz herhalde ki, her konuyu şiir şeklinde yazmaktan çok hoşlanıyoruz.”

“Görüyorum insanlar durmadan ölüyor, ben de insan olduğuma göre sonunda öleceğim kuşkusuz ve adım sanım yok olup gidecek. Herkes unutacak beni. Adımın unutulmaması için yararlı işler yapmalıyım ki, ulusum beni hep hatırlasın.”

“Köpeksiz köyde tilki bekçidir.

Sümer Atasözü”

“Biz temizliğe çok önem verdiğimizden bol bol yıkanırız. Tapınaklara asla yıkanmadan gitmeyiz. Atalarımız çok çok eskiden odun külü ve yağdan oluşan ve su ile köpürüp kirleri temizleyen bir madde yapmışlar. Temizlikte hep onu kullanırız.”

“Ah, şu gençlik! Bugün ne kadar yalın gelen o olaylar, zamanında ne heyecan veriyordu insana! O günlerin özlemini zaman zaman çekiyorum: fakat yine de tekrar o günlere dönmeyi, yaşadığım bunca acı tatlı yılları tekrar yaşamayı istemiyorum nedense!”

"şehrimizin neresinde ne olduğunu gösteren bir haritası yapılabilse ne iyi olurdu"

YORUMLARIMIZ

Ludingirra’nın yaşam öyküsünü ve sumerlileri anlatması bir kurgudur. Ancak tüm bilgiler gerçeklere dayalı olarak çivi yazılı tabletlerden alınmıştır.

Sümerlerin yaşamı kesinlikle o zamanın çok üstünde! Yerleşik hayatlar, sanat, kültür, geçim kaynakları, törenler, eğitim vs. Kesinlikle okunması gereken bir kitap.

Dili son derece akıcı, keyifli, samimi ve yalın. Muazzez İlmiye Çığ kitabı 80 yaşında yazmaya başladığı için aklına geldikçe yazdığı çok belli. Tabletlerde anlattıkları kronolojik olarak akmıyor.

LUDİNGİRRA; Sumerli bir öğretmen, sanatçı.

Adı Tanrının Adamı olan Ludingirra, bu öykülerini yaşlılığında yazmaya başlamış. Anlattığına göre, o zamanlar artık ülkeyi Sumer Kralları değil, yabancılar yönetiyormuş. Bu sebeple yeni idarecilerin, Sümerceden çok başka olan dilleri konuşulmaya başlamış vatanlarında. Dillerinin, kendi uygarlıkları tarafından unutulmasından çok korkmaya başlamış. Sumer milletinin yok olacağı endişesiyle elindeki tabletlere gördüğü, duyduğu birçok şeyi aktarmış; ki milleti hep yaşasın ve bir zamanlarki varlıkları unutulmasın. Bunları çürümeyen kil tabletler üzerine kaydetmiş. Muhtemelen bugün çivi yazısı diye adlandırılan yazıyı icat edip çürümeyen tabletlere kayıt etmeselerdi üç bin yıllık tarih ve yaşamları hakkında bilgi sahibi olamayacaktık.

Sumerlilerin inanışları, efsaneleri, gelenekleri, yaşayış biçimleri, hukuk anlayışları, aile ve ahlak yapılarına dair birçok şeyi öğrendik. İnce sayılabilecek bir kitap olmasına karşın içindeki bilgiler dolu dolu. O dönemlerden yazılmış şiirlerde var. Sumerlilerin araştırılmasının Atatürk'ün özel isteği olduğunu da ekleyelim.

Bundan yaklaşık 4.000 yıl önce de eğitimin ne çok önemsendiğini, toplumu bir arada tutan değerlerin günümüzden çok da farklı olmadığını, aile yaşantılarının benzerliğinden tutun da çoğu ritüelin günümüze kadar nasıl aktarıldığına şaşırdık. En hazin tarafı ise zamanla tüm benliklerinin, gelenek ve göreneklerinin, tanrı isimleri de dahil birçok ögenin Akadlar tarafından ele geçirilip Sümerlilerin sonunu getirmiş olmaları. Ludingirra 'nın ölümünden yaklaşık 250 yıl sonra bu medeniyet ne yazık ki yok olmuş.


Sevgili Anneme

Yola çıkan kralın habercisi,

Seni Nippur’a göndereceğim, bu haberi götür!

Uzun bir yolculuk yaptım,

Annem üzüntüde, uyuyamıyor,

Odasına sıkıntılı bir söz girmeyen o,

Bütün yolculara sağlığımı soruyor,

Benim selam mektubumu eline ver!

Eğer annemi tanımıyorsan, onu sana tanıtayım:

Onun adı Şatiştar’dır

Pırıl pırıl görünüşü ile

Bir tanrıça hoşluğu, tatlı bir gelindir o,

Gençliğinden beri kutsanmıştır o.

Kaynatasının evini gayretle yöneten,

Kocasının Tanrısına hizmet eden,

Tanrıça İnanna’nın yerine bakmayı bilen,

Kralın sözünü yabana atmayan,

Sevilen, sevgi ile yaşayan,

Kuzu, iyi kaymak, bal, kalpten akan tereyağıdır o.

Annemin ikinci tanımını vereyim:

Annem ufukta parlayan bir ışık, bir dağ geyiği,

Işıldayan bir sabahyıldızıdır o…

Değerli bir akik, Marhaşi’den bir topaz,

Cazibe dolu bir prens mücevheri,

Neşe yaratan bir akik,

Bir kalay yüzük, demir bilezik,

Bir altın çubuk, parıldayan bir gümüş,

İçi çeken bir fildişi heykelcik,

Mavi taştan bir taban üzerinde duran alabastar bir melektir o.

Annemin üçüncü tanımını vereyim:

Annem mevsiminde yağmur, ilk tohum için su,

Zengin bir bahçe meyveyle dolu.

Kozalaklarla süslü bir köknar ağacı,

Yeni yılda ilk ayın ürünü,

Sulama yerlerine bereket getiren bir kanal,

Aranan en tatlı Dilmun hurmasıdır o.

Annemin dördüncü tanımını vereyim:

Annem bir bayram, neşe dolu bir kurban,

Prenseslerin olgusu, bir bolluk şarkısı

Neşesi tükenmeyen, seven, sevilen bir kalp,

Annesine dönen bir tutsağın müjdesidir o.

Annemin beşinci tanımını vereyim:

Annem çam ağacından bir araba, şimşirden bir tahtırevan,

Parfümle kokulandırılmış güzel bir giysi,

Kendisine tam uyan, çiçekten bir taçtır o.

Sana verdiğim bu tariflerden annemi tanıyacaksın.

Lamalara sahip olan o hoş kadın işte benim annemdir.

Benden haber için kulak kesilen ona,

Haberi neşe ile götür.

“Sevgili oğlun Ludingirra’dan selam” de ona.

 

Kitaptan alıntı atasözü ve deyimler;

"Çok yiyen uyuyamaz.

Açık ağza sinek girer.

Kalpte olan düşmanlık getirmez, dildir düşman eden.

Bir kez yalan söylersen, doğruyu söylesen de inanılmaz.

Yürürken ayağını sıkı bas.

Arkadaşlık bir gün sürer, akrabalık sona dektir.

İyi giyinen kimsenin önünde herkes eğilir.

Köpeksiz köyde tilki bekçidir.

Zamanını boşa geçirdin ne işe yaradı?

Mademki biliyorsun, neden öğretmiyorsun?"

Bilim kadınımız, sümeroloğ  tarihçi Muazzez İlmiye Çığ’a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. İyi ki varsınız ve büyük emekler vererek bu tarihi cevherlerle bizi buluşturdunuz.

NİGAR ÇÖĞEN DALKILINÇ



9 Aralık 2023 Cumartesi

İNCİR KUŞLARI/ SİNAN AKYÜZ/ KASIM 2023 

 

KİTAP HAKKINDA

Çok satan romanlarıyla tanınan ve geniş okur kitlesine sahip yazar Sinan Akyüz yine ses getirecek son kitabıyla okurlarını selamlıyor. Alfa Yayınları’ndan çıkan İncir Kuşları’nda yazar, Bosnalı bir genç kz olan Suada’nın gerçek yaşamından yola çıkıyor. Okuru savaşın ve aşkın yakıcı gücüne tanıklığa davet ediyor. Bosna tüm bilinmeyenleriyle ilk kez Sinan Akyüz kalemiyle yazıldı… Sinan Akyüz dünyanın seyirci kaldığı bir soykırımı Suada’nın öyküsüyle yeniden gündeme getiriyor. Yakın tarihi edebiyatla buluşturan yazar, aşkın içinde “savaşı ve şiddeti”, savaşın içinde de “aşkı ve inancı” ustalıkla harmanlıyor. Bu romanla Bosna Savaşı’nın bilinmeyen bambaşka bir yüzü gün ışığına çıkarken; kitap okuyucusuna sürpriz bir sonla veda ediyor. Arka Kapak… Aynı ırktan geliyorlardı. Aynı dili konuşuyorlardı. Bir tek dinleri farklıydı. Biri Müslüman Boşnak genci, diğeri ise Hıristiyan Sırp’tı. İkisi de konservatuardaki aynı Boşnak kızına âşık olmuşlardı. Ve bir gün bu iki genç, güzeller güzeli Suada’ya aşklarını ilan ettiler. Ancak gençlerden biri aşkına karşılık bulmuş, diğeri ise “Kalbimde iki kişiye yer yok” cevabını almıştı. Takvim yaprakları 6 Nisan 1992’yi gösterirken bir bomba düştü beyaz zambakların açtığı yüreklere… Suada patlak veren savaşın estirdiği rüzgârda âdeta savrulan bir yaprak gibiydi. Savruldu, savruldu, savruldu… Sonra da kader onu bir zamanlar ‘hayır’ dediği genç adamın eline esir düşürdü. Genç adam, o gün ela gözlü çöl ahusuna bakmış “Kader bizi ne inanılmaz bir şekilde birleştirdi, görüyor musun Suada?” demişti. Modern zamanlarda Avrupa’da yaşanmış bir soykırımda, kadere inananların romanıdır İncir Kuşları… Bu kitap tamamen gerçeklere dayanmaktadır…


SİNAN AKYÜZ KİMDİR?

4 Nisan 1972'de Iğdır'da doğdu. Orta ve lise öğrenimini çeşitli okullarda tamamladı. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nden mezun oldu. Yirmi üç yaşında gazeteciliğe başladı. Gazeteciliğin hemen hemen her kademesinde çalıştı. Daha sonra gazeteciliğe ara verip Almanya'ya gitti. Bir süre sonra tekrar İstanbul'a döndü. 1996'da Sabah Gazetesi'nin dergi grubunda çalışmaya başladı. O dönem fotoğrafla tanıştı. Birçok yayın organına moda ve portre fotoğrafları çekti. 1999'da Sabah Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde çalışmaya başladı. 2001'de fotoğrafçılık mesleğine ara verip ağırlıklı olarak kitap yazdı. 2006 yılında ise Takvim Gazetesi'nde köşe yazarlığına başladı. Şu anda Takvim Gazetesi'nde köşe yazılarına devam ediyor.

Sinan Akyüz Eserleri

DENEME:

Etekli İktidar (2003)

 

ÖYKÜ:

Bana Sırtını Dönme (2005)

 

ROMAN:

İki Kişilik Yalnızlık (2007)

Yatağımdaki Yabancı(2008)

Sevmek Zorunda Değilsin Beni (2009)

Aşk Meclisi (2010)

Piruze: Şamda Bir Türk Gelin (2011)

İncir Kuşları (2012)

Şahika Feraye (2013)

Piruze ve Oğulları (2014)

Aşk Başka Evde (2015)

Bir Evlilik Komedisi (2016)

Yağmurun Gelini (2017)

Meyra: Bir Bosna Hikâyesi(2019)

 

KİTAPTAN ALINTILAR

“Hayallerin olmadığı bir dünya, çiçeksiz bir bahçe gibidir.”

"Şunu unutma ki,

erkekler kalın ciltli kitaplardan değil, çerez niyetine alıp okuyabilecekleri kitaplardan hoşlanırlar. Benim gibi ansiklopedik kadınlar sığ düşünceli erkeklere ağır gelir..."

“Bu genç yaşta neden bu kadar şiddetli bir

Kaderi üfledin içime?”

“Günü geldiği vakit sevgilim

Orada olacağım

Sen de oradaysan şayet

Senin için yaşamaya devam edeceğim”

"Türkler" dedi sesi titrerken, "bu topraklardan gittiklerinden beri sahipsiziz. Şimdi sahip olduğumuz tek şey Allahımız. Umarım yüce rabbim bizi korur.”

“Artık vatan toprağımın üzerinde açan değil, solan beyaz bir zambaktım ben.”

“...ama sevdiğimiz insanları kaybetmenin acısını hiçbir şey dindiremez...!”

“Erkekler galiba çocuklarının annesiyle evli oldukları sürece babalık görevini üstleniyor. Bir gün gelip çocuklarının annesinden ayrıldıklarında ise aslında çocuklarından ayrılıyorlar.”

“Sen tarih kitapları nasıl yazılır bilmiyorsun. Tarih kitapları insanoğlunun aklının almadığı savaşlarla doludur.”

"İnsanın kalbindeki gerçek aşk, dörtnala giden bir at gibiymiş. Ne dizginden anlarmış, ne de bir söz dinlermiş."

“Bir halkı yok etmek isteyen faşistler, o halkın müziğini ve kültürünü de yok etmiş olmazlar mı sence?”

“Konuşmak tehlikeli...

Susmak günahtır...”

"Oku. Oku­muş insandan zarar gelmez."

“Bu güçlülerin ve acımasızların dünyası”

“Unutma! Başkalarının yaptığı delilik kaderlerimizi mühürlermiş.”


YORUMLARIMIZ

“DÜN SREBRENİTSA, BUGÜN GAZZE”

Bosna Hersek in 1 Mart 1992 deki referandumunda bağımsız bir devlet olmasının ardından Saraybosna’nın Sırp birlikler tarafından kuşatılması, geride büyük acılar ve unutulmayacak kötü hatıralar bırakan kanlı bir savaşı başlattı.

Sırp keskin nişancılar kuşatma boyunca yüzlerce çocuk ve sivil öldürdü.

Birleşmiş Milletler Boşnaklar için Srebrenitsa yı “güvenli bölge” ilan etti. Ancak Sırplar bu şehri de kuşatarak yaptığı “etnik temizlik” ile neredeyse hiç Boşnak bırakmadı. Ya öldürüldüler ya da göçe zorlandılar.

Avrupa’nın ortasında uluslararası toplumun duyarsızlığında 3,5 yıl süren ve çok sayıda katliam, soykırım, insanlık suçlarının yaşandığı bir savaş 1995 Dayton Barış Antlaşması ile sona erdi.

Birleşmiş Milletler Barış Gücü Hollandalı Komutan THOM Karremans  Mladic ile kadeh kaldırması tepki toplasa da hiçbir zaman yargılanmadı. Hollanda devletinin koruyamadığı 8000 kadar Bosnalı Müslümanı Sırp milislere teslim etmiş olmasına rağmen ancak 300 kişinin yakınlarına tazminat ödemesi gerektiğine karar verildi.

Açılan mahkemelerde katliamcıların soykırım suçu işlediklerine karar verilse desuçlar bireyselleştirilerek Sırbistan Cumhuriyetinin sorumluluğu olmadığına hükmedilmiş, böylece öldürülen binlerce Bosnalı Müslümanın tazminat almaları imkânsızlaştırılmıştır.

Sırp komutan Ratko Mladic Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi tarafından müebbet hapse mahkûm edildi. Aynı mahkeme Sırp lider Radovan Karadzic’e  de 10 ayrı suçtan 40 yıl hapis cezası verdi. Eski Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç de yargılanması devam ederken tutuklu bulunduğu cezaevinde hayatını kaybetti.

Hem NATO hem de Avrupa Birliği çatışma bölgelerine müdahale edememiş, gerekli koordinasyonu sağlayamamıştır. Bu durum özellikle Avrupa Birliği ülkelerinin askeri yönden hala ABD ye bağımlı olduğu yönündeki iddiaları güçlendirmiştir.

BUGÜN

“BM Güvenlik Konseyi üyeleri ateşkes çağrısı üzerine anlaşamadı” !!!!

İsrail Gazze’ye başlattığı saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısı 10 bini geçti.

1917 de İngiliz hükümeti tarafından yayınlanan ve Filistin’de “Yahudi halkı için ulusal bir yuva” kurulmasını desteklediğini duyuran bir bildiri yayınlandı. Filistin’e Yahudi göçü, Filistinli Arap milliyetçileri tarafından ulusal harekâtın başlangıcı oldu. İkinci Dünya Savaşı sırasında bir süre durum sakinleşse de kanlı çatışmalar bu güne dek devam etti.

Bugün, BM İnsan Hakları Konseyi  “ Filistin halkının ciddi bir soykırım riski altında olduğuna olan inancımızı sürdürüyoruz” ifadesini kullandı. Kadınlar, çocuklar da dâhil olmak üzere sivillerin barındığı kamplara saldırmanın savaş kurallarının açık bir ihlali olduğu uyarısında bulunmasına rağmen işgal ve katliamlar devam etmektedir. İnsanlar Bosna da olduğu gibi sözde “ Güvenli Bölgeler”e yönlendirilmekte, bu bölgelerde de bombaların hedefi olmaktan kurtulamamaktadır.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği New York Ofisi Direktörü Craig Mokhiber  İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının ardından, BM’nin etkisiz kaldığını ve başarısız olduğunu söyleyerek istifa etmiştir. Mokhiber istifa mektubunda  “Bir kez daha gözlerimiz önünde soykırım yaşanıyor ve bizim BM olarak bunu durdurabilecek gücümüz yok. Yaşananlar tam anlamıyla bir soykırımdır. ABD, İngiltere ve Avrupa’nın büyük bölümü bu dehşet saldırılarda suç ortağıdır. Bu hükümetler yalnızca Cenevre Sözleşmesindeki yükümlülüklerini yerine getirmeyi reddetmiyor, aynı zamanda İsrail’e silah temin ediyor, istihbarat sağlıyor, siyasi ve diplomatik destek sağlıyor.” İfadesini kullanmıştı.

Amerikalı yetkilinin açıklamaları maalesef Bosna’nın da Filistin’in de siyasi özeti niteliğinde sanırım.

Bosna da yapılan sistematik bilinçli soykırım bugün bütün çıplaklığıyla Filistin’de gözler önünde yaşanıyor ve ne yazık ki birçok ülke tarafından da destekleniyor. Savaş karşıtı söylemler uluslararası arenada yeterli güce ulaşamıyorsa da her gün birçok ülkede eylemler devam ediyor.

“Çocukların öldürüldüğü bir dünyada kimse masum değildir”


DEMET KAPLAN